İslam'da dini hiyerarşi yoktur!
Mustafa Özcan, "ilmiye sınıfının" ne anlama geldiğini İslam tarihinden örneklerle izah ederken İslam'ın ayırt edici vasfına dikkat çekiyor.
Mustafa Özcan / Maarifin Sesi
İlmiye sınıfı ve meratibi
İslam’da ulema arasında bir meratip olsa da yine de kilisedeki gibi veya ‘clergy’ olarak da anılan ruhban sınıf arasındaki gibi hiyerarşik bir zincir yoktur. Şia ise bir istisnadır. Büveyhoğulları (934-1055) döneminden beri Şii ulema kademeli bir biçimde hiyerarşik kalıplara bürünmüştür. Velayet-i fakih doktriniyle birlikte bu teorik olarak tam sistematik hale getirilmiştir. Merci-i taklid denilen halka yön veren bir ulema silsilesi vardır. Bu hiyerarşi zinciri ayetullah veya ayatelluh uzma gibi yüksek sınıflara ulaşmıştır. Şiiliğin dışında İslam aleminde ve tarihinde bu tür hiyerarşik bir yapılanma türü görülmemiştir ve yoktur.
Sahabelerden Abdullah İbni Abbas, ‘habri’l ümme’ lakabı veya sıfatıyla anılmıştır. Tefsir alanda ümmetin yekta alimlerinden birisidir ve tefsir anlayışı ekol olmuştur. Tabiinden birçok müfessirin yetişmesine vesile olmuştur. Bununla birlikte bu sıfatlar sistematik ve hiyerarşik değildir. Sözgelimi ulema arasında İmam-ı Gazali’nin sıfatı ‘huccetü’l İslam’dır. Bununla birlikte bu sıfat her devirde farklı alimler için kullanılmamıştır. Genellikle Gazali’ye has olarak kalmıştır. Şiiler bunu ayetullah sınıfının alt mertebesinde bir ilmiye mertebesi olarak kullanıyorlar. Onlara göre bu sıfat hem sistematik hem de hiyerarşiktir. İbni Teymiye için genellikle sevenleri ‘şeyhü’l İslam’ tabir ve sıfatını yeğlemişlerdir. Vahhabiler tarafından müceddit sanıyla anılan Muhammed Bin Abdulvahhab aynı zamanda şeyhülislam sıfatıyla da yadedilmiştir. Hakkındaki bu sıfatlar sadece o mahfillerde veya çevrelerde geçerlidir. Bu sıfatlandırma herkese açık ve şamil olmayıp bilakis sevenleriyle sınırlı kalmıştır.
Elbette Osmanlılarda şeyhülislamlık kurumu resmi dini kurumuna tekabül eder. Başka ülkelerde müftülük veya baş müftülük makamını karşılar. Bunun yerine Mısır’da müftiyi en’am veya müftiyi diyar el mısriyye deyimi kullanılmıştır. Şeyhülislam İbni Teymiye’nin kullandığı bu sıfat fahridir ve sevenleri tarafından bağışlanmıştır. Lakin Osmanlılar da resmi dini makamın adıdır. Yine kimi ulema tarafından ‘fahru’l İslam’ ifadesi kullanılmıştır. Kur’an ‘her ilim sahibinin fevkinde başka bir ilim sahibi vardır’ buyurmaktadır. Öyleyse ilim sahiplerini eşitlemek mümkün değildir. Buna göre sıfatların dağılımı yapılabilir. Lakin hiyerarşik ve sistematik kalıplara büründüğünde ruhbanlık suretini ve halini alır. Bu İslam’ın reddettiği bir durumdur.
Halepli alimlerden Muhammed Avvame ilim talebelerini veya ilim sahiplerini beşli bir kategoride ele alır.
Birinci kategoride minber ve mihrabı dolduran mahalle imamı veya hocası gelir. Bulunduğu mahalli ya da mahalleyi aydınlatmak ve irşat etmekle mükelleftir.
İkinci kategoride belde veya şehrin imam veya hocası gelir. Bunlar da şehir düzeyinde irşat göreviyle mükelleftir.
Üçüncü kategoride ise ülke düzeyindeki alimler gelir. Bunların görevi yeni sorunları halletmek ve dini sorunları çözüme kavuşturmaktır.
Dördüncü boyutta veya kategoride ise İslam dünyası çapında alimler gelir.
Beşinci ve son kategoride ise dünya çapında alimler gelir. Bunların görevi İslam aleyhinde ortaya atılan şüphe tohumlarını gidermek ve dosta düşmana İslam’ın doğruluğunu ispat etmektir. Bu kategoride her alanda ihtisas ehli ulema yetiştirilmelidir.
Herkes ya fiili olarak ya da potansiyel olarak Müslümandır. Eski tasnifiyle buna ümmeti icabet ve ümmeti davet diyoruz. İcabet eden ehli İslama ümmeti İslam diyoruz. Davet ehli insanlara da potansiyel Müslümanlar diyoruz. İslam bütün vahiylerin varisi olduğundan bütün insanlığa hitap eder. Müheymin yani kapsayıcı karakter ve yönüyle de geçmişteki vahiylerin özünü barındırır, onları da temsil eder. Hazreti Peygamber özel anlamda Müslümanların genel anlamda ise bütün insanlığın rehberi ve peygamberidir.
İngilizler tarafından İstanbul işgal edildiğinde bunu fırsata çevirmek isteyen Anglikan Kilisesi İslam’ı adeta sorgular. İstanbul işgalini dini üstünlüklerine de nişan sayan ve yoran Anglikan Kilisesi Şeyhülislamlık makamına İslam hakkında bazı sorular tevcih eder ve cevaplandırılmasını ister. Bu dini anlamda bir sorgulamadır. Polisin şüpheliyi sorgulaması gibi onlar da iktidar mevkiinden İslamı sorgularlar. Abdulaziz Çaviş, İzmirli İsmail Hakkı ve Bediüzzaman ve benzerleri bu sorulara farklı zaviyelerden cevap verirler. Esasen bu cevaplar böyle sorulara muhatap olmadan da verilmelidir.
Papa 16’ncı Benediktus da 11 Eylül saldırılarının yıldönümünde 12 Eylül 2006 tarihinde Regensburg’da bir konuşma yapmıştır. Adeta Bush’un yankısı gibidir. Benediktus geçmişte öğretim üyesi olduğu Almanya’nın Regensburg Üniversitesi’nde 12 Eylül 2006 tarihinde yaptığı bir konuşmada Hazreti Muhammed’in kılıçtan başka ne getirdiğini sormuştur. Bu konuşma İslam dünyasında büyük yankı koparmış ve Papa’ya reddiyeler yazılmıştır. Bu meyanda Yusuf Kardavi gibi isimler Papa’ya reddiyeler yazdılar. Kardavi, ‘ İslam Kılıçla mı Yayıldı?’ başlığı altında bir cevap kaleme almıştır. Benzeri eserler de yazılmıştır. Bu meyanda bir literatür ve külliyat oluşmuştur.
Muhammed Avvame’nin beşinci kategoride zikrettiği evrensel ve beynelmilel çapta alim kategorisiyle evrensel akla hitap edebilecek bu tip alimleri kastetmiş olmalıdır. Bediüzzaman’ın deyimiyle İslam ümmeti mazhar olduğu taze vahiyle beni beşere pişdarlık ve muallimlik yapacak çapta ve düzeyde bir ümmettir. Dolayısıyla beşeriyete yol gösterecek alimler yetiştirmesi de boynunun borcudur.
Yanlış anlaşılmalara müsait olsa da bu bağlamda Mehmet Akif Ersoy şunları söylemiştir:
“Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı,/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı…”
Başlıktaki ilmiye sınıfı, dini değil daha ziyade sosyolojik bir ifadedir. Tanım ve kolaylaştırmaya matuftur.
HABERE YORUM KAT