"İslamcılık ve Geç Kalmışlık Sendromu" Paneli Yapıldı
Özgür-Der'in düzenlediği aylık panellerde bu ay “İslamcılık ve Geç Kalmışlık Sendromu" konusu tartışıldı. (VİDEO)
Musa Üzer’in yönettiği panelde konuşmacılar Şefik Sevim ve AbdülhakimBeyazyüz’dü.
Musa Üzer, zaman zaman değişik olaylar ve gündemlerle alakalı olarak Müslümanların geç kaldığı, somut adımlarının ve sözlerinin olmadığı yönünde eleştirilerde bulunulduğunu aktardı. Söz söyleme ve politika belirlemede hep geç kalındığı eleştirisinin yapıldığı, sendika-emek meselesi, Kürt sorunu, kadın hakları, sivil toplum ve kurumsallaşma gibi konularda farklı ideolojik kesimlerin atı alıp Üsküdar’ı geçtiği, Müslümanların ise bu alanlarda geç kaldığı eleştirisinin çokça yapıldığını aktardı.
Geç kalmışlık eleştirisinin bugüne ait bir konu olmadığının altının çizilmesi gerektiğini belirten Üzer, örneğin Kürt sorunuyla ilgili eleştiri 80’lerin ikinci yarısından beri yapıldığını, emek-sendika meselesiyle ilgili olarak 1990’ların başından beri yapıldığını, kurumsallaşma-sivil toplumla ilgili geç kalmışlık eleştirisinin özellikle 28 Şubat sürecinden beri yapıldığını, kadın hakları sorunuyla ilgili olarak ise özellikle başörtüsü yasağı sürecinden sonra eleştiriler yapıldığını, geçmişte ise Filistin, emperyalizm meselesinde geç kalındığı eleştirisinin yapıldığını aktardı.
Programda; “Acaba gerçekten geç kalmışlık eleştirisi haklılık içeriyor mu? Müslümanların olması gereken alanlar ve söz söylemesi gerekip de olmadığı alanlardan bahsedebilir miyiz? Müslümanların halini geç kalmışlıkla izah etmek ne derece doğru? Zaaf noktası olarak tespit edilen geç kalmışlığın nedenleri arasında Müslümanlardan kaynaklanan sebepler neler, içinde yaşadıkları sistemden kaynaklı sebepler nelerdir? Geç kalmışlık eleştirisi bir özeleştiri midir yoksa pratik tezahürleri göz önüne alındığında abartılı ve haksız bir İslamcılık yıpratma söylemi midir? sorularına cevap aranmaya çalışılacağını söyledi.
İlk konuşmacı olan Şefik Sevim, “Öncelikle Müslümanların belli alanlarda geç kalmışlık sorunu olduğunu kabullenmek gerekmektedir fakat bu her mücadele, çaba ve hesaplarda olması muhtemel bir durumdur. Önemli olan bunun basiretle okunup hikmetli çabalarla çözüme yönelik arayışının olmasıdır. Bu durumu görüp samimiyetle bir fıkıh üretebilmesi, gelişimi ve sorumlulukları ifa açısından hayatidir. Bu noktada Müslümanlar yakın tarih açısından tasavvur noktasında bir tıkanıklık yaşadıkları kabul edilmelidir.” girişiyle konuyu sorun işaret etti ve sonrasında “Öz eleştirilerin samimiyet ve hikmetle yapıldığında hayır getireceği önümüzü acıcı bir imkân oluşturulacaktır. Yalnız özeleştiri gayri samimi bir arka plan içeriyorsa bu durumun zarar getireceği açıktır. Bazı alanlarda eksikliklerimizin olması, İslami uyanış sürecinin gelişim aşamalarıyla irtibatlandırılmalıdır. Her gücün veya işleyişin her soruna aynı düzeyde yaklaşması mümkün değildir.” İfadesiyle bu sorunun tespitinde ve çözümünde alınacak tutumun önemine dikkat çekti.
Sevim konuşmasının devamında sorunun tespiti ve çözümü hakkında önemli vurgular yaptı: “Bu özeleştiriler ayrıca bir gerçekliğe de tekabül etmelidir. Biz Müslümanlar kendi gerçekliğimizle de yüzleşmek zorundayız. Hepimiz kendimiz dışındakilerle aynı zeminde buluşma riskinden hareketle hayati gündemi ıskalama hakkımız olamayacağı gibi gündem ve gelişme ile ilgili kendi özgünlüğümüze ve kimliğimize halel getirici bir pozisyonda sorun içine dalmaya da hakkımız yoktur.
Müslüman olmamız hasebiyle ideal bir çerçeveyi hedefleyerek hayatın her alanına, müdahil olma gerektiğine inanma ve bunu gerçekleştirme hedefinin payı da yadsınamaz. Bu yaklaşım içerisinde hayatımızın gerçekliği, sorumluluklarımızın sınırları, imkânlarımızın gerçekliği ekseninde kendi durumumuzu okumamızda bir zorunluluktur.”
Eleştiri ve İddia Sahiplerinin Kimliği
Şefik Sevim, Müslümanlara eleştiride bulunan karakterleri iki grupta inceledi: “Bu sorunu konuşurken nerede durduğumuz çok önemlidir. Bu zaaf ve eksikliklerini görüp daha mütekamil bir çizgiyi yakalama endişesi mi yoksa kendini Müslümanlardan ayrıştırarak yeni rotalar belirlemeye yönelik duruşunu meşrulaştırıcı bir pozisyon merkezli mi? Bu meyanda eleştiri adreslerini iki ana kategoride ele alabiliriz.
Müslümanlar çevreler, öncelikle kendi sorunlarını gündemleştirmelerinde kullanacakları dil, zemin ve süreci iyi tahlil etmelidirler.“Geç kaldık” eleştirisi eğer Müslüman çevrelerden geliyorsa, bu aynı zamanda onların da bu sorumlulukta paylarının olduğunu gösterir. Sadece eleştirme ve buna karşın taşın altına elini koymama sıkça karşılaşılan hastalıklı bir tutumdur. Bu geç kalmışlığın iki sebebi vardır. Bunlar “Zihni alt yapımızın cevaz vermemesidir.”, “Tarihsel faktörlerdir.” olarak sıralanabilir.
Müslüman camianın dışındaki çevrede, başta Kürt sorunu olmak üzere insan hakları, kurumsallaşma vb. konularla ilgili yapılan eleştirilerin belki de en incitici olanı Müslüman camialarda büyüyen kimi eski İslamcıların, nankör bir edayla, Müslüman camiayı yumuşak karnından vurma kurnazlığıdır. Eleştirilerin arka planında son dönemlerde gelişen liberal algının kendisini hissettirdiği bir gerçektir.
Türkiye’de Müslümanların belli alanlarda kısmen geç kalmalarının arka planındaki nedenler arasında, usuli hatalar, içtihadların akide kabul edilmesi, dışarıdan beslenme, gündemsizlik, kompleksli bakış, muhaliflikten marjinalliğe evrilmeyi sıralayabiliriz.”
Geç Kalındığı İddia Edilen Temel Alanlar
“Kabul edilmeli ki İslami kesimin eskiden beri Kürt sorunu karşısında adil ve vahye dayalı bir perspektif geliştirememiştir. Olayın dış destek ve küresel hesaplar da Müslümanları bir anlamda bir temkinlilik düzeyine çekmiştir. İşçi hakları konusunda ise İslam’ın devrimci yorumunun ezilen sınıflara ulaşmamış ve denenmemiş bir çözüm olarak durmaktadır. Müslümanlar vakıadan kopuk ekonomik modelleri oluşturma çabalarını bir kenara bırakıp nasıl bir toplumsal muhalefet geliştirebilecekleri konusunda yoğunlaşmalıdır. Fakat bu soruna sahip çıkarken gerek Kürt sorunu gerek işçi hakları konusunda vahyi ölçülerimizi sahiplenmeliyiz.” ifadesiyle Kürt sorununa ve İşçi hakları konularına vurgu yapan Sevim kurumsallaşma konusunda ise “Türkiye’deki Müslümanlarda sisteme karşı muhalif bir geleneğin tevhidi uyanışla beraber gelişmesi, doğal olarak, arzulanan düzeyde kurumsallaşma gibi konularda beraberinde gecikmeyi getirmiştir. Kurumsallaşma da dışımızdakilerin bunu bize hissettirmesine gerek duymadan bir açılım sağlamalıydık. Fakat biz doğal süreçte buna ihtiyaç duymadık. 28 Şubat’ın bize dayattığı şartlar ile ancak kurumsallaşmaya gittik.” tespitini yaptı.
Abdülhakim Beyazyüz konuşmasına Rabbimiz; ‘Sizden biriniz yarın için neler önden gönderdiğine bir baksın.’diye buyurarak fert ve toplumların kendi durumlarını değerlendirmesinin bir zorunluluk olduğunu vurgulayarak başladı. Sonrasında“Müslümanlar olarak bizlerin asıl görevi hayatın tüm alanlarını Allah’ın boyasıyla boyamak suretiyle, insanların dünya ve ahiret mutluluğuna katkı sağlamaktır. Bizler Allah’ın istediği insan modelini sunmalıyız. Bu durum sürekli bir durum değerlendirmesini gerektirir. Geç kalmış mıyız gibi soruları sağlıklı bir usül çerçevesinde değerlendirirsek bize yararı olacaktır.” diyen Beyazyüz konuşmasının devamında konuyu derinlemesine inceledi.
Beyazyüz, eleştiri sahiplerini 3 ayrı tipolojiden oluştuğunu ifade etti: “Bunlardan birincisi İslami usuller içinde İslami ilkelere dikkat etmeden eleştirenlerdir. Bu çevreler Kürt sorunu konusunda BDP, Kadın hakları konusunda feminist hareketler ile işçi hakları konusunda sendikalarla kıyaslamaktadır. İkinci çevrenin değerlendirmeleri ise bir geç kalmışlık sendromuna dönüştürülerek İslami usul içinde, ilkelere riayet ederek, adaleti gözeterek, içinde bulunduğu ortamı gözeterek gibi unsurlara riayet etmeden sadece başkalarına dönük eleştirilerdir. Bu kesimin başkalaştırdıkları da kendilerinden olan Müslümanlardır. Bu kesim kendini hiçbir şekilde kendini bu camianın içinde görmeyerek “Müslümanlar, İslamcılar” gibi ifadelerle kendini dışarıda tutmaktadır. Böylesine bir durum bir andan dışardan bir yandan rahmetten uzak, ötekileştiricidir.”
Yanlış usulün ve geç kalmışlık sendromuna yakalananların özelliklerini “Kendinden olanı düşman, yabancıya merhametli tavır”, “İslami mücadeleye gerçeklikten uzak eleştiriler”, “İslam terminolojisinden uzaklaşmak”, “Farklı ideolojilerin kavramlarını İslami kelimelere eklemlemek”, “Temel ibadi konuların dahi tartışma konusu haline gelmesi”, “Davet eksikliği”, “Bireyselleşme” şeklinde özellikleri olduğunu ifade etti.
Üçüncü grup ise daha çok itikatta Kuran ve Sünnet merkezini alan, küresel ve yerel güçlere karşı net bir duruş sergileyen, hayatın tüm alanında vahye dayalı bir tarzda bir model oluşturmak için çaba sarf edenler vardır. Bu kesimin değerlendirmelerinde eksikliklerimiz ve zaaflarımız söz konusu edildiğinde itham edicilikten, ötekileştirmekten ve yıpratıcı bir dilden uzaktır. Tersine uyarıcı, ıslah edici ve ileriye götürücü bir dil kullanılmaktadır. Müslüman olarak bu durumun nedenleri üzerinde durmak ve bizi ulaşmak istediğimiz noktalara gitmekten alıkoyan sebepleri gidermek ciddi bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.”
Beyazyüz doğru bir üslubun özelliklerini,“Değerlendirmenin İslami ilkeler ışığında yapılması, değerlendirmenin adaleti gözeterek yapılması, değerlendirilen hususların bağlamından ve şartlarından koparılmadan yapılması, değerlendirmenin içerden yapılması, değerlendirmenin İslami mücadeleyi mahkum edici, yıpratıcı, itham edicilikten öte yapıcı ve ileriye götürücü bir şekilde yapılmasıdır.” olarak tanımladı.
AbdulhakimBeyazyüz son olarak konuşmasının neticesinde çözüm önerisi olarak “İslami mücadelenin hayatın tamamını kapsadığının unutulmaması gerekliliği; İslami mücadele fıkhı oluşturulmalı; meselelere İslami kimlikle bağımsız ve özgün yaklaşılması gerektiği; herhangi bir mesele değerlendirilirken tevhidi sorumluluğun dışında tutulmaması gerekliliği; AK Parti gibi muhafazakar ya da BDP gibi ulusalcı hareketlerle İslami hareketin aynileşmemesi zorunluluğu; İslami hareketin güncele dair fıkhını her zaman hayatı kuşatacak şekilde taze tutması gerektiği” maddelerinin sıralanabileceğini söyledi.
Yaklaşık üç saat süren program katılımcıların yazılı soru ve katkılarına verilen cevaplarla son buldu.
Kürşat Okur / Haksöz-Haber
HABERE YORUM KAT