İslamcılık Tartışmaları ve 'Neoliberal İslâmcılık' Kitabı Üzerine
Al Jazeera’de 'Neoliberal İslâmcılık' kitabının yazarı Ercan Yıldırım’la ‘İslamcılık’a dair yapılan röportajı okurlarımızın ilgi ve değerlendirmesine sunuyoruz…
RÖP: İRFAN BOZAN / AL JAZEERA
Bugünlerde İslâmcı düşünceye gönül veren kişilerin ellerinde “Neoliberal İslâmcılık 1980-2015 İslâmcıların Dünya Sistemine Entegrasyonu” adlı kitap var. Neoliberal İslâmcılık, Dergâh, Hece, İtibar, ve Umran adlı İslâmi hassasiyeti yüksek dergilerde yazılar yazan Ercan Yıldırım’ın son kitabı. Kitabında Neoliberal İslâmcılığa ilişkin eleştirel bir dil kullanan Yıldırım “Turgut Özal, İslâmcıları tarikat ve cemaat yapılarını dernek, vakıf, medya ve İslâmi bankacılık ile sisteme dahil etmeyi başardı. 2000’ler neoliberal İslâmcılığın kat’i başarısı şekilde ele alınabilecek, dönüşümlere sahne oldu” tespitini yapıyor. Yıldırım 2011 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni bir yöneliş içine girdiğini ve 2015’de ise artık Erdoğan’ın Milli ve Yerli İslâm’ın siyasal anlamda görünür yüzü olduğunu söylüyor. Ercan Yıldırım AK Parti kuruluşunda ve sonrasındaki politikalarda etkin olan Neoliberal İslâmcıların ise artık sınırlarına geldiği görüşünde.
''İslâmcılar Özal sayesinde merkeze gelmeye başladılar''
Kitabınıza adını veren kavram ile başlayalım. Nedir Neoliberal İslâmcılık?
Neoliberalizm 1970’lerde Keynesyen teorinin artık kapitalistler tarafından çok fazla kullanışlı bulunmamasından sonra ortaya çıktı. Kapitalizmin kendini yenilemesi haliydi. Neoliberalizm Türkiye, İran, Pakistan ve diğer İslâm ülkelerini de etkiledi. Türkiye’de de 12 Eylül darbesi ile eski usul ortadan kalktı ve 24 Ocak Ekonomi kararları burada kritik önemdedir. Turgut Özal’ın yaklaşımından sonra İslâmcılar güçlendi, güçlendirildi. Dindar, muhafazakâr kesim yükseltildi. Neoliberal teorinin iktisadi boyuttaki merkez-çevre ilişkisi sosyal boyuta da yansıdı. Özal ile birlikte çevredekiler Kürtler, Aleviler, İslâmcılar, dindarlar, tarikat ve cemaatler merkeze yakınlaştı. Mesela o dönemde bir cemaat lideri ölmesinin ardından daha çok küçülecekken Özal’ın desteklemesiyle beraber televizyonları falan oldu, güçlendi, büyüdü.
Işıkçılar’ı mı kastediyorsunuz?
Evet onları kastediyorum. Vakıflar, STK’lar, İslâmi bankacılıkla beraber İslâmcılar, dindarlar merkeze doğru yaklaşmaya başladı. 1980 öncesinde dindarlar, İslâmcılar kendilerini sistemden soyutlayarak başka bir dünyayı en azından gündelik hayatlarında inşa etmeye çalışırken biraz Habermasçı söylemle kamusal alanın genişlemesiyle beraber -çünkü kamusal alanı neoliberalizm genişletiyor- merkeze gelmeye başladılar. Genişleyen alan içerisinde İslâmcılar dediler ki; biz de bunun içinde yer alacağız. “Nasıl olacağız? Dindar kimliğimizle olacağız. Peki eski iddialar devam edecek mi? Hangi iddialardı bunlar? 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında özellikle tercüme hareketleri ile beraber Pakistan ve Mısır etkisindeki hareketlerin kurucuları yani Mevdudi’nin İslâmi Hükümet Programı, Seyyid Kutub’un İslâm Devleti teorisi. İşte bunlar tamamen rafa kaldırıldı, eski dünyada kaldı. Neoliberal İslâmcılık 1990’lı yıllarda post-modern teorinin de gelişmesiyle beraber çoğulculuk, bir arada yaşamak, çok kültürlülük kavramlarıyla beraber devletin sadece elit kesimlerinin nüfûz edebildiği alana gelmeye başladılar. Çünkü o dönemlerde Kürtlerle başka etnik unsurlarla anlayış birliği var, Kemalist elite karşı merkeze kayma savunusu vardı.
''Neoliberalizm Özal'dan sonra tavsadı''
Kitabınızda Neoliberal İslâmcılığı 1980-1994: Sistemin neferi Radikalizm, Seküler Sufilik, Taşralı Cemaatçilik, 1994-2001: İslâmcıların Para, Kariyer, Devlet ile Buluşması ve 2011 Sonrası: Neoliberal İslâmcılığın İktidarı olarak tarihsel bölümlere ayırıyorsunuz. 1994 yani Refah Partisi’nin belediyeler aracılığıyla adım adım iktidara tırmanma süreci var. Sonrası malum 2002 AK parti iktidarı. O dönemde nasıl bir dönüşüm yaşandı?
Özal’ın ölümünün ardından Neo liberalizm 1990’lı yıllarda Türkiye’de tavsadı. İslâmcılar bir şekilde yola girmişlerdi ama 28 Şubat ile beraber İslâmcılar aslında büyük bir rövanş hareketinin kurbanı oldular. Bu tamamen İslâmcılarla alakalı bir şey değildi bu sistemin kendi içerisindeki farklı kesimlerin de bir kavgasıydı. Burada tabii ki dayağı yiyenler İslâmcılar oldu. Burada İslâmcılar’ın iktidara gelecekleri mukadderdi çünkü Türkiye’de 2001 yılında esnaf başbakana yazar kasa attıktan sonra devletle millet arasındaki bağ kopmuştu. Bunu sağlayacak dindar-muhafazakar kimlikleri ön planda olan kadroların tesis ettiği bir hükümetti. AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan aslında devletle millet arasında o bağı tesis etmiştir. Dolayısıyla hem devletin dinamik güçleri hem uluslararası güçler iflas etmek noktasındaki bir Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelmesi karşısında etkisiz ve hareketsiz kaldılar.
Recep Tayyip Erdoğan’da neoliberal İslâm sürdürücüsü değil miydi?
Neo liberal İslâm’da zengin ve fakir arasındaki uçurum aşırı derecede açılır. Erdoğan neoliberalizmi aslında kırdı. Sosyal devlet, refah devleti anlayışıyla fakirlere karşı müthiş şeyler yaptı. Yardımlar, sağlık sistemi en güzel örnekleri.
Erdoğan 2002’de iktidara neoliberal İslâmcılık’a karşı çıkarak mı geldi?
Karşı çıkarak gelmedi. Siyasal anlamda neoliberal tezlerle beraber Türkiye’yi bütüncül kapsayacak bir söylemle geldi. İktisadi mânâda iktidara geldiğiniz zaman kaynakların kullanımı konusunda yer yer değişiklikler olabilir. Neoliberalizm sürdürerek vatandaşı hiçbir zaman mağdur etmedi dolayısıyla oylarını sürekli arttırmasının nedeni mesela sağlık sistemi oldu. Biliriz ki Neoliberalizmin ilk kurbanı hep sağlık sistemleri oldu.
Kitabınızda şu ifade var: “Neoliberalizm Türkiye’de 2002 seçimleriyle birlikte etkisini çok daha hızlı göstermeye başlamış, neoliberal dönüşümü Türk Milleti İslâmcılar eliyle gerçekleştirmiştir.”
Evet. Bugünkü portre bu. Öncesinde Menderes sonrasında da Özal üzerinden gerçekleştirmiştir. Özal ve Menderes liberal açılım konusunda öncüldür. Erbakan liberal değildir Erbakan sanayici, kalkınmacı ama neoliberal değildir. Özal, Menderes ve Erdoğan daha hizmet sektörü menşeeli ulaşım ve iletişime dayanan bir zenginleşmeden yanadır.
''2013'de İslâmcılar devleti tanıdı''
Yine kitabınızda AK Parti ve Erdoğan ve için 2011’i kırılma noktası olarak tanımlıyorsunuz. Nedir kırılma noktası?
İslâmcılar iktidara geldikten sonra devleti ve Türkiye’yi İslâmi mânâda dönüştürme işinin o kadar da kolay olmadığının farkına vardılar. Çünkü devletin içerisinde devletin kendi refleksleri içinde çok fazla kesim var 2007 yılını hatırlayın 27 Nisan’ı, Cumhuriyet mitinglerini, Danıştay saldırısını düşünün eğer Danıştay saldırısında suikastçı yakalanmamış olsaydı iş gerçekten zordu. Sonrasında MİT Müsteşarı’nın gözaltına alınmak istenmesi, Gezi Süreci, 17/25 Aralık’ı düşünün. Burada 2011 yılında Erdoğan daha İslâmi politikalar uygulamaya başladığı anda liberal sol kesim saldırıya geçti. Erdoğan o zaman liberal aydınlarla ilişkisini bitirdi. AK Parti ile ittifak yapmış olan sol liberal, Kürt milliyetçiliği ve Gülen Hareketi de ayrışmaya başlıyor. Buradaki temek kıstas İslâmi bir doku, renk devlette, kamuda sergilenmeye başlandığı anda sizi etkisizleştirmeye başlıyorlar.
Kitabınızdaki “2013 eşiğini geçerken İslâmcılar” bölümü en ilginç kısımlardan. Burada Gezi Olayları ve ardından gelen 17-25 Aralık yolsuzluk iddialarının İslâmcılar’ı Erdoğan’ın arkasında birleştirdiğini söylüyorsunuz. Neden oldu bu?
Gezi olaylarına, 17- 25 Aralık darbe süreçlerine baktığınız zaman darbeye karşı aynı şiddetle cevap verme ile 2013 eşiği aşıldı. İşin gereği yapıldı. 2013’de İslâmcılar devleti tanıdı. İlk defa devlete nüfûz edip edememe konusunda irade ortaya koydu ve başarılı oldular. İslâmcılar burada “devletlû” oldu.
Ne demek “devletlû” olmak?
Devlet idaresinde yer aldı demek. Daha önceki refleks neydi? Devlete gelirsiniz Erbakan’ın başına geldiği gibi Başbakan olursunuz devletin bazı kuralları vardır. Sınır çizilir siz onu aşarsanız indirilirsiniz ama Recep Tayyip Erdoğan bunu 2013’de kırdı. Özellikle Gezi olaylarındaki duruşuyla. Çünkü hatırlarsanız Erdoğan yurtdışındayken taviz verelim anlayışı vardı. 3-4 gün sonra Erdoğan yurda döndüğünde ver ve kurtul anlayışına biz ve ötekiler tarzını ikame etti. Bu sefer İslâmcılar da Recep Tayyip Erdoğan’ın yanına gelmeye başladılar. Şimdi hem Gezi olaylarında hem 17-25 Aralık sürecinde hep söylenen şudur: Recep Tayyip Erdoğan olmasaydı devlet 1990’lara döner ve biz bulunduğumuz alanları, imkânların hepsini kaybederiz. Dolayısıyla burada benim söylediğim şu: 2013 eşiği İslâmcı bir irade ile kendisine karşı yapılabilecek hareketlerin hepsini bertaraf etme becerisini gösterdi. Bu da İslâmcı kitlenin Erdoğan’ın arkasında durmasına karşısındaki kitlenin de daha sertleşmesine neden oldu. Burada artık psikolojik sınır şu: “Ya sen gideceksin, ya biz gideceğiz” İslâmcılar 2013 eşiği ile yenilme ihtimalini zihinlerinden çıkardılar.
''Yerli ve Milli İslâmcılığın mimarı Erdoğan''
Kitapta “İslâmcılığın 2015 Kırılması” başlıklı bölümde “Erdoğan 2002’de başlattığı hareketi tahkim ederken dolaylı olarak da İslâmcılığı, Akif ve Necip Fazıl üzerinden yeniden İstanbul/Osmanlı İslâmcılığı ile tanıştırıyor” demişsiniz. Bunu biraz açar mısınız?
Cumhuriyetle beraber İslâmcı tezler, İslâmcı kadrolar geriledikten sonra malum Demokrat Parti’nin açılımıyla beraber İslâmcı tezler kuvvetlenmeye başladı. 27 Mayıs burada kırılma noktasıdır. Hem tercüme hareketleri ile beraber hem de İslâm Devleti teorisi ve Türkiye’deki bütün tarikat ve cemaatler kendi içlerinde farklı kollara ayrışmaya başlıyor. İslâmcılar farklı tez getirmekten ziyade farklı öbekler altında bir var oluş mücadelesine giriyorlar. Burada devleti İslâmi olarak görmedikleri için kendilerini devletten uzaklaştıran bir niyet oluştu. Bu İstiklal Marşı’nın kabul edilmemesine kadar geldi. Hatırlarsanız 12 Eylül’ün gerekçelerinden biri de MSP’nin Konya mitingindeki İstiklal Marşı protestosuydu. Oysa İslâmcılar devletle milletle bağlarını güçlü tutmuşlardı. Milli ve yerli olan dendiğinde İslâmcılar bunu otomatik olarak milliyetçiliğe MHP’liliğe kaydırıp sizi ötekileştirirdi. AK Parti iktidarı boyunca İslâmcılık biraz milli ve yerli kavramlarından öte farklı boyutlarıyla tartışılmaya başlandı devlet, millet, bayrak, İstiklal Marşı kavramlarını kullandığınız zaman milliyetçi olarak tarif edilirken 2015 yılından sonra bu tamamen kırıldı.
2015’den sonra daha önce eleştirilen milli ve yerli İslâmcılık 2015’den sonra artık iktidara oturdu mu diyorsunuz?
Evet oturdu. Bu da neyle oldu HDP’nin Türkiyelileşme projesi PKK’ın Temmuz Ayı sonrasındaki hareketinden sonra olmaya başladı. Aslında AK Parti’ye oyu veren kitleler tarafından böyle algılanıyordu zaten.
Yerli ve Milli İslâmcılığın mimarı Erdoğan mı?
Evet Erdoğan belirleyicisi oldu. Erdoğan olmasaydı 7 Haziran’dan sonra Türkiye nasıl bir şekil alabilirdi? 1 Kasım seçimleri olabilir miydi? 1 Kasım seçimleri olmazsa Türkiye’de İslâmcılığın yönü nereye evrilirdi?
''Devletin temel direkleri trene bindi''
Yine aynı bölümde çarpıcı cümlelerden bir tanesi de Erdoğan önce sol liberalleri, sonra Gülen Hareketi’ni ihanet eden başka unsurları trenden indirmeyi trene devletin temel direklerini almayı başarmıştı” diyorsunuz. Kim bu temel direkler? Türk Silahlı Kuvvetleri mi?
Asker de var bunun içinde devletin güvenlik kurumlarını anlamak gerekiyor. Burada söylemek istediğim şu devletle millet arasındaki bağı Recep Tayyip Erdoğan kurmuştu. Bu anlamda Erdoğansız bir devlet ve millet hayatının kargaşaya gireceği konusunda devlet sistemi hem fikir. Dolayısıyla burada kimse ahengi bozma meraklısı değil. Şimdi bir Balyoz Ergenekon süreci yaşadık mı itham altındaki askerlerin hepsi beraat etti aklandı. İslâmcıların 2013 eşiği de 2015 eşiği de devlete araçsal bakmalarının tamamen kırıldığı bir eşik oldu. Artık devlet ile İslâmcılar arasındaki bağ birbirini kullanmanın ötesine geçti, varoluş tarzına girdi. 1980’li yıllarda aynı tezleri savunduğunuz Kürt hareketine karşı bugün operasyonların kayıtsız şartsız devam edilmesini savunuyorsunuz dolayısıyla iş bu raddeye geldi. İslâmi anlamda da İslâmcılık anlamında da tezlerinizle devlette var olmayı başarabilecek misiniz? 2015 eşiği bunu gösterdi ki bu başarıldı. Bu da neyle oldu İstiklal Marşı ile bayrak ile barışarak oldu. Devletin güvenlik bürokrasisi İslâmcıların haricinde başka bir siyasi yapının Türkiye’yi domine edemeyeceğini gördü. AK Parti iktidarı gidebilir ama bir sonraki aşama yine İslâmcı tezleri barındıran başka bir siyasi hareket olabilir. Bunun haricinde bir şey olamaz. Denediler merkez siyaset ülkeyi domine edemedi. Devletin güvenlik bürokrasisin temel dinamiklerde pür İslâmi bir şey mümkün değil ama genel kanaat olarak İslâmcıların olmadığı bir Türkiye’nin çok da yol alamayacağı aşikâr. Onlarla ortada buluşuldu. Ulusalcı olamayan milli ve yerli hassasiyet askerlerle İslâmcıları bir araya getirdi.
Peki bu İslâmcılığın hedefleri ne?
Ben buna Türk İslâmcılığı demeyi benimsiyorum. 27 Mayıs’tan sonra içi boş bir ümmetçilik İslâmcılarda savunulmaya başlandı. Yani Anadolu toprakları olsa da olur olmasa da olur tarzında içi boş bir ümmetçilik kavramı etrafında milli ve yerlilik mevzusu geriye atıldı. Hâlbuki Mehmet Akif şunu söylerdi önce İstanbul’u kurtaralım eğer İstanbul elden giderse İslâm elden gider diyor. 2013 ve 2015 eşikleri tam olarak Anadolu merkezli bir İslâmcılık düşüncesinin yerli yerine oturduğunu gösterdi. Türkiye’deki İslâmcılar buna geldi. Bu anlayış şu an iktidar. Recep Tayyip Erdoğan bunun siyasal anlamda en görünen yüzü. Bu anlayış devletlû oldu. Önce Türkiye’nin güçlenmesi büyümesi ve bununla beraber de diğer Müslüman ülkelere bir koruyuculuk hâmilik. Neoliberal İslâmcılar 2011 e kadar içi boş bir ümmetçilik kavramı içinde çırpınıyorlardı.
''AK Parti kuruluşunda neoliberal İslâmcılar etkindi''
Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde yeni bir İslâmcılık tanımlıyorsunuz oysa biliyoruz ki haklarında 600 sayfa kitap yazdığınız Neoliberal İslâmcılar AK Parti’nin kuruluşunda etkiliydiler değil mi?
Etkilediler tabii. O zaman dünya öyleydi. Onların AK Parti kuruluşunda etkisi oldu. Kabul ediyorum. Kitapta “Bir gazeteci hareketi olarak İslâmcılık” bölümü var. 1990’lı yıllarda Yeni Şafak gazetesi neoliberal İslâmcılık için bir kırılmadır Yeni Şafak üzerinden bir İslâmcılık okuyabilirsiniz. Orada İsmet Özel ile Ali Bulaç’ın karşılıklı atışmaları vardır. Barış içinde bir arada yaşama konusunda Ali Bulaç, Neoliberal İslâmi tezleri savunurken İsmet Özel karşı yazmıştır. İslâmcı düşünce 2000’li yıllara geldiğinde artık kendi aydınını yetiştirirken büyük oranda yurtdışında doktora yapmış orada dil öğrenmiş bir kaç yıl kalmış insanlar tercih edilmeye başlandı.
Siz bu yurtdışında eğitim görmüş AK Parti içinde yer almış bu İslâmcıları Neoliberal İslâmcı olarak tanımlayıp eleştiriyorsunuz. Nedir onların ortak özellikleri?
Bunlar neoliberal İslâmcılar. Yakın tarihi Zürcher’den dünyayı Metis, İletişim ve Ayrıntı Yayınlarından dan takip ederler. Ermenicilik ve Kürtçülük yayını yapan yayınlara da meftuniyet içerdikleri için anne babalarının ibadet, itikat ve imanlarına saygılı oldukları halde Türkiye’nin bundan uzaklaşmasını önerecek kadar topluma yabancılaştıkları için bunlar neoliberal İslâmcılar.
Ermeni açılımı, Kürt açılımı hep o neoliberal İslâmcı aydınların dili miydi?
Tabii tabii. Onlar neoliberal politikalardı. Ermeni tehciri konusundaki açılımlar, Kürt açılımları bunlar hep liberal tezlerdi.
Bunlar artık tasfiye mi oldu?
Sınırlarına geldiler. İşte bu aydınların yabancılığı bu meseleleri bilmemelerinden kaynaklanan bir şey.
''İslâmcılığın kanaat önderleri hâlâ bu neoliberal İslâmcılar''
Bu bahsettiğiniz kuşak başta AK Parti olmak üzere AK Parti’ye yakın medyada hâlâ etkin ama değil mi?
İslâmcılığın kanaat önderleri hâlâ bu neoliberal İslâmcılar. Hayrettin Karaman, Ahmet Taşgetiren gibi isimler köşe yazarlığı anlamında varlıklarını devam ettirseler bile güncel aktüel olaylara fikirleri ile altlık hazırlama gayretindeki aydınlar hâlâ neoliberal İslâmcılar ve etkililer. Artık Neoliberal İslâmcılığın sınırlarına gelindi. Yeni bir aşamaya geçmesi gerekiyor.
O zaman şu anda AK Parti çevresinde İslâmcılık konusunda iki anlayış tarifliyorsunuz. Bir kısım dönüşüp yerli ve millileşiyor bir kısmı da neoliberal tezleri savunarak İslâmcılık yapıyor diyebilir miyiz?
Evet diyebiliriz. Neoliberallikte ısrar edenler bunun bir çıkış olduğunu 90’lı yıllardaki düşüncelerin Türkiye’de bir imkânı olduğunu düşünüyorlar ama yerli ve millilik konusuna yelken açan ciddi bir çoğunluk var. Kürt meselesi bunun kırılma noktası oldu. Bunu Erdoğan da söyledi: Benden sadece olağanüstü halin kaldırılmasını istediler ben daha da fazlasını verdim. Dil konusu olsun diğer açılımlar olsun ama bunun sonu gelmedi. AK Parti içindeki tartışma da Türkiye’deki genel tartışmada aynı bunun ucu nereye gidecek? Neoliberal İslâmcılar şöyle düşünüyorlardı biz Kürt hareketine, Kürt milliyetçiliğine bu kadar yaklaşmışken onlar da AK Parti’ye yakınlaşacaklar ama öyle olmadı. Artık bir karar vermeleri gerekiyor. Ciddi bir kesim ikna oldu. 7 Haziran seçimlerinden sonra bana çok fazla İsmet Özel’e haksızlık yapmışız diyen çok kişi oldu. Bununla ilgili yazı yazdılar. 2011 yılında İsmet Özel’e çıldırmış diyenler şimdi onu kutsayan yazılar yazmaya başladılar.
HABERE YORUM KAT