İslamcılığın Siyaset ve Mücadele Anlayışı Değişti mi?
“Siyaset ve Mücadele Anlayışı: Cemaatten STK’ya, Devrimden Entegrasyona mı?” konulu program Bayrampaşa Belediyesi Kültür Salonu’nda gerçekleştirildi.
Özgür-Der tarafından, “Değişim, Tekâmül ve Kırılmalar Karşısında İslamcılık” üst başlıklı 2014-2015 dönemi aylık panellerinin ikincisi , “Siyaset ve Mücadele Anlayışı: Cemaatten STK’ya, Devrimden Entegrasyona mı?” konulu program Bayrampaşa Belediyesi Kültür Salonu’nda gerçekleştirildi.
Sıddık Beyazyüz’ün yöneticiliğini yaptığı, Nurcan Büyük ve Şefik Sevim’in konuşmacıları olduğu program, Beyazyüz’ün “İslamcılık üzerinde ittifak sağlanmış bir tanım olmamakla birlikte en temelde Kur’an ve Sünnete dönüş hareketidir. Gerçek anlamda öze dönüşü ifade eder. Sosyal ve siyasal taleplerini İslami referanslar üzerinden yapan her Müslüman İslamcıdır. İslam ilahidir, İslamcılık ise beşeri bir faaliyettir. Bu anlamda İslamcılığın iniş ve çıkışlar yaşaması çok doğal ve tabiidir. Zaaflar İslam’dan değil Müslümanların beşeri özelliklerinden kaynaklanmaktadır. 19. Yüzyılın sosyal-siyasal şartlarından etkilenerek ortaya çıkan İslamcılık tepkisel boyutlarından kaynaklanan bir takım eksikliklere sahip olmuştur. Bununla beraber sürekli kendini geliştirmeye çalışan, sorgulayan özelliğiyle yaşadığı sorunların üstesinden gelmeye çalışmıştır. Sistemle mücadelede siyasal tavırlar ve kullanılan araçlar genel olarak vahiyle açık ve sarih bir şekilde emredilmiş yahut yasaklanmış bir olgu olmadıkça içtihat alanı içerisinde tartışılabilecek meşru hususlardır. Bu meseleler tartışılırken Peygamber’den almış oldukları terbiyeyle bütün İslam alimlerinin doğruysa Allah’tan, yanlışsa nefsimden ve şeytandandır ilkesi gereğince davrandığı gibi geniş bir müsamaha içinde olmak gerekir.” sözleriyle başladı. Beyazyüz daha sonra konuşmasını yapmak üzere sözü Nurcan Büyük’e verdi.
Nurcan Büyük, tek partili sürecin Müslümanlar üzerinde oluşturduğu travmalara Özal, Refah ve Ak Parti dönemlerinin Müslümanların siyaset ve mücadele anlayışlarında meydana getirdiği kırılmalara değinerek sözlerine başladı. İslamcıların entegrasyona uğradığı iddialarının birtakım Müslümanlar ve sol kesim tarafından sıkça dillendirildiğini ifade eden Büyük, bu iddiaların arka planlarını irdeledi.
Müslümanların Entegrasyona Uğradığı İddiaları
Kültürel bir karamsarlık alanı oluşturmak maksadıyla Cihan Tuğal’ın Antonio Gramsci’nin “pasif devrim” kavramını kullanarak İslamcıların dönüştüğünü iddia ettiğini ifade etti. Ak Parti’nin toplumsal bir rıza üreterek ve kurumsallaştırma yoluyla İslamcıları dönüştürdüğü tezini savunan bu iddiayı eleştirdi. “Neredeyse tüm İslamcılar MÜSİAD’ın muhafazakar çizgisine kaydı.” savını aktararak Tuğal’ın İslamcılık hakkındaki bilgisinin boyutlarını ortaya koyan Büyük, değişim eleştirilerinin siyasal düzlemlerden bağımsız ele alınamayacağını vurguladı. Mümtazer Türköne’nin İbn Haldun’un bedevilik ve hadarilik arasındaki rekabete dayandırdığı siyasi değişim nazariyesini Müslümanların entegrasyonunu örneklendirmek için kullandığından bahsetti. Mücahit Bilici’nin plebisiter diktatörlük (seçilmiş diktatör) kavramını, davam-kavgam anolojisiyle benzeştirip İslamcıların Nazi düşüncesinden etkilendiği iddiasının hiçbir gerçekliğinin olmadığını ortaya koydu.
Nurcan Büyük, her fırsatta Müslümanların sisteme entegre olduğunu dillendirenlerin, insanların hayatlarını vahyi referans alarak sürdürmelerini hedefleyen yahut toplumsal bir dönüşümü arzulayan kişiler olmadığının altını çizdi. Ak Parti’nin İslamcıları dönüştürdüğü iddialarına karşı Büyük, “Ak Parti’den önce Müslümanlar toplumsal bir şahitlik sergiliyordu da Ak Parti’den sonra mı bu son buldu?” sorusunu sordu. Bugün İslamcıları eleştirenlerin dün Kemalizm, anadil ve başörtüsü meseleleri gibi sorunlar yaşanırken nerede durduklarını sorguladı.
STK Tartışmaları ve Sıkıntıları
Sistem içi araçlar, insan hakları, özgürlükler ve STK’lar ile ilgili tartışmalarının yeni ortaya çıkmadığını, bu konuların 80’li ve 90’lı yıllarda da çokça konuşulduğunu hatırlattı. Dönem şartlarının Müslümanlara nefes alacak alan açma zorunluluğunu doğurduğunu vurgulayan Büyük, STK’ların Müslümanların meşruiyet sorunlarını aşmak için kullandıkları bir araç olduğunu, amaca dönüşmemesi gerektiğini ifade etti.
STK’ların hedef ve faaliyet sahalarının belirsiz olduğunu, modernizmin kuşatıcılığına cevap verebilecek kardeşlik, ünsiyet ve merhamet gibi duyguları içerisinde barındırmadığını ifade etti. STK’ların taşıdığı profesyonellik takıntısından bahseden Büyük, yapıların kurumsallaştıkça içeriğinin boşaldığını söyledi. STK’ların proje üreten, rapor hazırlayan, anket yayınlayan bürokratik bir işleyişe dönüşebileceğini ifade etti. Süreklilik sağlayabilecek motivasyonlar kısa sürede tüketildiği için maymun iştahlılığa dönüşebildiğini aktardı. STK’ların genellikle birey merkezli yapılar olduğunu, süreklilik arz etmeyen ve hesap verilebilirliği olmayan yapılar olduğunu bu bağlamda da STK’ların cemaat olma özelliği taşıyamayacağını vurguladıktan sonra nasıl bir cemaat sorusunun yanıtlarını verdi.
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”(Ali İmran/104) ayetinden hareketle bir cemaatin usuli anlamda netliğe sahip, vahyin dilini konuşmaktan çekinmeyen, şahitlik bilincine sahip bir yapı olması gerektiğini ifade etti. Sağlıklı bir tarih, toplum, sistem bilgisine sahip, kültür üretebilen, açık ve şeffaf bir kimlikle var olan, pragmatist ve oportünist kaygılardan uzak ve istişari mekanizmayı gözetmesi gerektiğini ekledikten sonra “Ey iman edenler! Size ne oldu ki, Allah yolunda savaşa çıkın! denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır.” ayetini hatırlattı.
Şefik Sevim de sözlerine “Tarihsel süreç içerisinde değişen şartlar karşısında insanların, değişim ve dönüşüme muhatap olması mukadderdir. Burada dikkat edilmesi gereken değişimin nasıl bir niteliksel zeminde gerçekleştiği konusudur. Nitekim İslam düşüncesindeki dinamik fıkıh anlayışının beslendiği hakikat, değişimin kaçınılmazlığı konusundan kaynaklanır. Bu dinamik fıkıh anlayışı, değişimin sabitesiz, kaidesiz bir şekilde değil de bir usul bir ihtiyaç ve değerler çerçevesinde olması gerektiğinin kurumsallaşmış tezahürüdür. Değişim vahyin sosyalleştirmesini merkeze alan çabaların altına bedenimizi koyarak cesur içtihatların geliştirilmesidir.” diyerek başladı.
“Müslümanların davet, tebliğ gibi sosyal şahitliğe dair bazı imkan ve araçları değerlendirebilmeye yönelik çabalar teslimiyetçilik olarak görülmemelidir.” Hatırlatmasında bulunan Sevim, “Müslümanlar İslam’ın kendi özünde barındırdığı disiplin ve değerlerden hareketle bir dernek, vakıf veya sendikal işleyiş dahil cemaatsel forma yakın bir ruhu yakalayabilir. Kimi STK’ların arkasında cemaat formatında bir işleyişin olduğu zaten bilinen bir gerçektir.” sözlerini ekledi. “Meşru amaçlar için meşru araçlar kullanılarak, halkın vicdanı, soluğu ve ümidi olunabilir. Ancak ses alan, ses veren, projesi olan kişi ve kurumlarla, örgütlü yapılarla bu örgütlü kirlilik ve kötülük def edilebilir. Hikmeti ıskalamadan direnerek değişim, ayak uydurmaktan çok el koymaktır, müdahil olmaktır. Hikmetli el koyuşlar gelecek adına bir kazanıma da dönüşebilir.” sözleriyle hikmetli davranarak hadiseleri lehe çevirebilmenin mümkünlüğünü vurguladı.
Sistemi Topyekûn Değiştirme İddiasına Ne Oldu?
“Her savrulma sebebini yeni gelişmelere, yeni söylem ve araçların kullanımına bağlamak hakkaniyete aykırıdır. Her farklı söylemin gelişmesini mahkum etmek, sorumluluklarımızı ifada farklı alanlar üzerinde yoğunlaşma hassasiyetine ilkelere halel getiriyoruz endişesiyle yaklaşmak, katı dar-statükocu bir zemini besleyecektir. Bir değişim ki bizi sahada tutuyorsa, daha fazla sorumluluk getiriyorsa, önümüzü açmaya yarıyorsa bu durum sistemle entegre olmak olarak görülmemelidir. Hayat bir imtihandır ve hayatta tembelliğe ve rehavete yer yoktur. Hayat cehd ve imandan ibarettir. İman ve cehd Medine-i Fazıla’da bile yoksa yozlaşma kaçınılmaz olur.” sözleriyle değişim iddialarına açıklık getirdi.
“Belki de STK tipi örgütlenmenin en büyük açmazı, bizatihi ve sadece kendisiyle yetinen bir örgütlenme olarak görülmesidir. Kuşkusuz Türkiye’de STK tipi faaliyetler cemaat formuna karşılık gelmez. Özellikle başarısız tecrübelerle duyguları ve endişeleri aşınan, zayıflayan küçümsenemeyecek bir potansiyel, sadece STK’ların rutin işleyişiyle arzulanan şahitliği gösterebilecekleri beklenemez. Sadece sistemin arzuladığı, hedeflediği bir tarzda Müslümanların STK’larla bir ünsiyet geliştirmeleri hayırdan çok şer getireceği bilinmelidir.”, “1990 öncesi yapılanmalarda kimlik, aidiyet ve fedakarlık çok daha ileri boyutta iken, STK tipi örgütlenmelerde bu konu hakkında ciddi bir zafiyetin olduğu inkar edilemez.” sözleriyle STK modeli örgütlenmelerin açmazlarını ifade eden Sevim, STK’ların kolaylık ve rahatlığı beraberinde getirmesine bağlı olarak ciddi bir aidiyet ve kimlik sorunu getirdiğinin altını bir kez daha çizdi. “STK’lar varlıkları itibariyle örgütlü bir yapı olmasına karşın, İslami mücadelenin taşıyıcı kolonları olacak bir özelliğe sahip olamazlar. Ancak bu mücadelenin verdiği örgütsel yapıya hizmet edecek çağdaş bir enstrüman işlevine sahiptirler. Fakat her şeye rağmen sistem içi araçların riskine karşılık Müslümanların kurumsal altyapılarını mutlaka güçlendirmeleri gerekir.” sözlerinden sonra konuşmasının sonuç kısmına geçti.
Sevim, konuşmasını “Müslümanlar, Kur’an’daki delaleti açık nasslardan, başta peygamberimiz olmak üzere tüm resullerin mücadele yöntemlerinden ve ıslah hareketlerinin eski ve yeni tecrübi birikimlerinden yararlanarak, yeni şartlar karşısında metodolojik içtihatlarını yeniden gözden geçirip yenileyebilmelidirler.” cümleleriyle tamamladı.
Soru-cevap bölümüyle devam eden panel, Beyazyüz’ün “İslam toplumsal teorisini sosyal düzeni gerçekleştirmek üzerine kurar. Bu amaç için Hz. Muhammed’i inzivadayken Hira mağarasından indirip topluma gönderen, toplumu dönüştürmek için cemaat kurduran ve siyasi mücadele yaptıran, bireysel ve toplumsal arınma için eğitim faaliyetlerine yönlendiren Allah’tır. İslami toplum yapısı batılı anlamda bir siyasi parti, bilimsel bir kuruluş, bir sendika, kooperatif veya ticari bir birliktelik değildir. İslam toplumu, faaliyetlerini hayatın belirli bir bölümüyle sınırlandığı taktirde İslami olma niteliğini kaybedecektir. Bu durumda toplum üyelerine ekonomik sosyal kültürel veya siyasi çıkarları sağlamak isteyen bir tür kulübe dönüşecektir. Din mi siyasileşmeli siyaset mi dinleşmeli bağlamında İslam’ın araçsallaşması değil araçların İslamileştirmesi oldukça önemlidir. STK’ları da bağımsızlık, özgünlük ve özgürlüğümüzden vazgeçmeden bu bakış açısıyla değerlendirmek gerekir. İyiliği emretme, kötülükten alıkoyma ilkesi gereğince sahip olduğumuz imkan ve fırsatları sonuna kadar kullanarak yolumuza devam etmek boynumuzun borcudur.” sözleriyle son buldu.
Haber: Erkam Beyazyüz
Foto: Afgani Türkmen
HABERE YORUM KAT