İslamcılığın ne olduğundan ziyade ne olmadığını anlamak gerek!
İsmail Kılıçarslan, İslamcılık üzerine yapılan derinlikten yoksun tartışmaları değerlendiriyor.
İsmail Kılıçarslan / Yeni Şafak
Bu yazıyı iki yılda bir mecburen yazıyorum
Bildiniz. Mesele yine İslamcılık. Hani şu hakkında “ağzı olanın konuştuğu”, bilumum sağcıyı, muhafazakarı, devletçiyi falan İslamcı sayan cahil cühelanın “nokta atışı tespit” diyerek diğer cahil cühela eliyle alkışlandığı, körlerin fili tarifinden bile berbat tariflerle karnımıza ağrıların girdiği İslamcılık. Yahu öyle bir hale geldi ki mesele, bırakınız AK Parti’yi bir yana, Süleymancıları bile İslamcı sayan ve alkışlayan var yahu.
Valla açık söyleyeyim. Yerlisiydi, millisiydi, şarjlısıydı, pillisiydi bilmem. İslamcılık, tarihi de, tarifi de çok açık, çok berrak bir politik/ideolojik yönelim olarak iki yüz yaşını devirmiş durumda ve bu uzun sayılabilecek tarihin hiçbir döneminde “tanımlanırken” son yıllarda Türkiye’de maruz kaldığı zulme maruz kalmadı. Evet, Türkiye’deki seküler-Kamalistlerin, ırkçı pisliklerin, hatta muhafazakarların yanında Graham Fuller denen nesebi gayrı sahih herifin bile daha tutarlı bir “İslamcılık” tanımı var.
O halde, ortalama iki yılda bir yaptığımı yapıp “İslamcılığa giriş 101 dersimize hoş geldiniz” diyorum. Kursiyer arkadaşlara başarılar.
Efendiler. Bir kere İslamcılık, İslam dünyasının son mihveri Osmanlı’nın zayıflaması ve kolonyalist Batı tecrübesinin dünyayı çevrelemesi neticesinde “ne yapsak, nasıl yapsak?” diyerek dünyanın farklı coğrafyalarındaki Müslüman aydınların ortaklaşa akıl yürütüp aşağısını yukarısını belirledikleri, biraz kırık dökük, biraz yarım yamalak bir defansa çekilme hamlesidir. Müslümanların üzerine çekirge sürüsü gibi üşüşen Batıyı önce durdurmanın, sonra Batı ile İslam dünyası arasında açılan makas farkını eşitlemenin, en sonunda da Batıyı yenmenin hesaplarını yapan bir politik hamle biçimidir.
Bir politik/ideolojik yönelim olarak İslamcılığın şartı üçtür:
1.Dünya Müslümanlarının kendi kararlarını kendileri verebilecek şerefli ve izzetli insanlar olduğunu düşünen bir antiemperyalist çizgiye inanmak. Bu antiemperyalist çizginin içinde tüm sömürgeciler vardır. Öyle ABD’yi Rusya’dan, İngiltere’yi Çin’den ayırmaz İslamcılar.
2.Ortak pazar, ortak ordu, ortak para, ortak aksiyon, ortak kültürel hareketlenmeler de dahil olmak üzere tüm Müslümanların “düşman ve müstekbir Batı”ya karşı birlikte hareket edebilecekleri bir dünya hayali için çalışmak, gayret etmek, dayanışmak.
3.Küresel faiz sistemine ve küresel finans düzenine alternatif olacak şekilde faizsiz ve adaletli bir finansal düzenek kurmak için çabalamak.
Dikkat isterim. Bu üç şartın herhangi birine inanmak birini İslamcı yapmaz. İslamcılık, her üç şarta da inanarak yola devam etmekle gerçekleşen bir yönelimdir.
Yine dikkat isterim: İslamcılığın şartları arasında hadis inkarcısı olmak, tasavvuf erbabı olmak, tarihselci olmak, gelenekselci olmak, mealci olmak, Ehl-i Sünnetin savunucusu olmak gibi şartlar yoktur. Bu tercihler, İslamcılığın politik ajandası bakımından “önemsizdir.” Yani şu: Erken dönem İslamcılığın kurucu babalarından biri saydığım Mevlana Halidi Bağdadi’nin tecdid ettiği Nakşi-Halidi tasavvuf erbabı da İslamcı olabilir, hadislerin naklini sorunlu bulan modernistler de. Kendilerine “Halidiyiz” diyenler de İslamcılık dairesinin dışında kalabilir, “bizden âlâ tarihselci yok” diyenler de. Dahasını da söyleyeceğim. Bir politik/ideolojik yönelim olarak İslamcılığın şartları arasında “aşırı dindarlık” dahi yoktur. Öyle olsaydı Namık Kemal’in yahut Necip Fazıl’ın İslamcılığını tartışmaya açmak zorunda kalırdık. Oysa ikisinin de İslamcılığı “sonuçları bakımından” tartışmasızdır.
Buraya kadar okuduğunuzu anladıysanız bazı ekler yapmak isterim meseleye.
Süleymancılar, FETÖ, irili ufaklı pek çok gelenekli ya da modern cemaat, Mustafa İslamoğlu, Cübbeli Ahmet, İhsan Eliaçık falan İslamcı değillerdir. Zaten her birine sorarsanız size ana akım İslamcılık tanımının çok dışında tuhaf bir İslamcılık tanımı yapıp İslamcı olmadıklarını beyan edeceklerdir.
Evet, AK Parti, Türkiye nüfusuna yüzdesel oranları yüzde üç civarında olan İslamcıların yarısından fazlasını temsil etmektedir. Bazı politik yönelimleri de İslamcı politik yönelimler ile örtüşmektedir ancak AK Parti’ye “İslamcı” demek hem AK Parti’ye hem de İslamcılığa haksızlık olur. AK Parti “dini ve milli hassasiyetleri yüksek” bir kitlenin ekonomide küresel/liberal, gündelik politikada “milli” bir temsilcisidir. Ekonomide de “milli” bir viraj almaya çalışmış, başarılı olamamıştır ne yazık ki. Bütün kalbimle isterdim başarıya ulaşmasını.
“Ana akım İslamcılık” demişken ekleyeyim. Bazı mecbur kalınan örnekler hariç olmak üzere silahlı hareketlere değil, toplumsal ve politik ajandalara inanan İhvan-ı Müslimin, İslamcılığın ana akımının merkezini temsil etmekteydi yakın zamana kadar. Tunus’ta Nahda, Pakistan ve Bangladeş’te Cemaat-i İslami, Cezayir’de İslami Selamet Cephesi, Türkiye’de Milli Görüş, Mısır, Suriye, Ürdün gibi coğrafyalarda İhvan, Filistin’de Hamas, Bosna’da Aliya’nın SDA’sı bu politik çizginin çeşitli renkleriydi. Fakat kendisine İslam cumhuriyeti diyen iki ülkeyi, yani Suud ve İran’ı “en küçük tehdit unsuru” olarak görmeyen emperyalistler, Sünni İslamcılığı yani İhvan düşüncesini “büyük tehdit” olarak tanımlayıp neredeyse her cephede yenilgiye uğrattılar. Gördüğümüz kadarıyla Hamas Filistin’de, Cemaat-i İslami de Bangladeş’te direnmeye çabalıyor. Hepsi o.
“Şimdi ve bu saatten sonra İslamcılık, büyük ajandasını yürütecek enerjiyi kendisinde bulabilir mi?” sorusu kıymetli ve cevabı çok zor bir sorudur. DAEŞ üzerinden İslam dünyasının üzerine atılan “terörist siyasal İslamcı” algısını yenmek bir taraftan, Filistin meselesini bir şekilde halletmek derdi bir taraftan derken zor, çok zor bir süreç beklemektedir İslamcıları.
Yazıyı bitirmeden bir de üzücü bir haber vereyim Kamalistlere. İslamcılar, Kurtuluş Savaşı’mızın en önemli insan kaynaklarından birini teşkil etmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte kazıklanıp ötekileştirilmeleri ise bir başka yazının konusudur.
HABERE YORUM KAT