1. YAZARLAR

  2. BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

  3. "İslamcı"ların Dünyevileşmesi Üzerine
BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

Yazarın Tüm Yazıları >

"İslamcı"ların Dünyevileşmesi Üzerine

28 Ağustos 2007 Salı 08:08A+A-

"Türkiye Cumhuriyeti" projesi, Ulus devletin İslam dünyasında ihdas ettirilmesi için uygulanmış en önemli pilot bölgeydi. Emperyalistler İslam dünyasının lideri ve kültürel merkezi konumunda olan Osmanlı'dan işe başlamışlar, Müslümanların beynini iğdiş ederek uluslaştırma/laikleştirme/batılılaştırmayı öncelikle bir model olarak Anadolu'dan başlatmışlardı. Osmanlı ne kadar Müslümanlar'ın beynini temsil diyorsa Genç Atatürk Türkiyesi de bu beynin travmasını, delirmesini temsil ediyordu. Hasta Adam'ın mirasçısı olarak seçilen Genç Cumhuriyet hastalıklardan kurtulmuş bir İslami olgunluk yerine bambaşka bir insanı/batılı insanı model alıyordu. Bu pilot bölge uygulaması öylesine sistemli bir biçimde uygulanmıştı ki eğitim kurumlarından, askerlik sistemine, iktisadi değişime kadar kapsamlı bir uygulama alanına sahipti. Bu uygulama alanı sadece fikirsel bazda kalmayan topyekûn bir yaşam tarzını ifade ediyordu. 

Türkiye'de oluşan dindar muhalefet bu "yaşam tarzı projesi"nden ne kadar bağımsız kalabildi? Sorusu bu noktada önem kazanıyor. Sadece sözde kalan bir "İslam" özlemine karşılık laik kirlenmeden ne kadar etkilenmiştir? Elbette bunun bir çok sebebi var. Bu satırların sahibi başta olmak üzere çoğumuz eğitim kurumlarıyla, kültürel atmosferiyle ve ulus devletin tektipleştirici aygıtlarının etkisine maruz kaldık. Acaba bu etki sosyolojik olarak "İslamcılık" olarak tanımlanan olguya ne kadar etki etti. İslamcılıkla Müslümanlık arasında ve İslamcılıkla sekülerlik arasında ne gibi yakınlık ve uzaklıklar var?

Örneklerle somutlaştıracak olursak Müslümanlığın/İslam'ın öncelikleriyle ve şartlarıyla İslamcılığın öncelikleri ve şartlarının tam bir paralellik arzetmediğini görüyoruz. Örneğin İslam'ın geliştirdiği insanlar arası ilişkiler hukukunun belirleyenleri "Sahih İman-Salih Amel" merkezinde şekillenmektedir.aynı şekilde İslam'a göre Müslümanlar kendi aralarında "emril ma'ruf nehyil anil Munker"  yapmakla sorumludurlar. İslam kişilerin değer ve meşrûiyet ölçütünü ibadet ve ahlak hayatındaki tutarlılığa göre belirler.  Oysa durum İslamcılık'ta hiç te böyle değildir. Gelenekçi, yenilenmeci (tecdid yanlısı) ayrımı yapmadan söyleyebiliriz ki İslami camiada yazı yazan, konuşma yapan, sözü dinlenen, örnek kişi olarak gösterilen çoğu kişi için böylesi kriterler gözetilmemekte, sadece "yazılanlar" ve "söylenenler", "karizmatik duruş"lar, "herhangi bir mevkîde oluş"lar vb. seküler kriterler gözetilmektedir.

Sıradan bir Müslüman'ı diğer Müslümanlar arasında değerlendirme kriteri olan en temel hususlar bile örneklik konumuna yerleştirilen çoğu kişilik için önem arzetmiyor maalesef. Namazına dikkat etmeyen hatta namaz kılmayan(!) ama mangalda da kül bırakmayan yazarlardan/gazetecilerden tutun da, hayatını sadece ruhsatlar üzerine binâ etmiş ediplere de rastlayabilirsiniz camiâmızda…

Örneğin bazı şairlerimizin tekebbür ediyor oluşu, kendilerini beğeniyor oluşları "artistik" "karizmatik" kılıyor onları… Herhangi usuli bir alt yapısı olmadan her konuda ahkam kesen ve bu ahkamlarını Batılı referanslar dayandırdığından aydından sayılan bir çok kalem var. Herhangi birine delilleriyle bir uyarıda bulunduğunuzda "özel hayatıma karışma!" gibi gayet modern bir tepkiyle karşılaşabilirsiniz.

İslam'a bağlılığı "İslâmî Kimlik" ile ifade eden küçük ama tutarlı kişi ve yapılar da yok değil elbet. Ancak genele baktığımızda bu hassasiyetten uzaklaşıldığını görüyorsunuz. Örneğin bir Müslümanın kendine sorması gereken yegane soru şu olmalı: "Yaptığım/yaptığın şey İslam'a uygun mudur?" İslam'a uygunluk ise yapılan şeyin İslami nasslara dayanıp dayanmadığı ile orantılıdır. Ancak üzülerek görülmektedir ki bu soru "basit bir şeriatçılık" "ham softa yobazlık" ya da "Ahlak Polisliği" olarak değerlendirilmektedir. İslam tüm hayatımızı şekillendiren bir hayat tarzıdır derken bunun pratiklerini hayatımızda görmemiz gerekiyor. Şayet bu gerçeği kabul ettiğimize şahitlik ediyorsak İslam'ın koyduğu tüm kurallara uymakla mükellefiz. Bu mükellefiyet hiçbir Müslümanı ulusalcı, feminist, hümanist ya da mezhepçi kimliklerle sentezciliği kabule etmez. Ancak gelin görün ki camiamızda kendine birilerinin "İslamcı" dediği pekçok Müslüman, İslam'ın yanına, arkasına, önüne bu kimlikleri ekleyebilmektedir. Hatta o kadar ileri gidilmekte ki bazı sivil toplum kuruluşları kendilerini açıkça İslâmi kimlikten azade olduklarını ilan etmekte, avrupai referansları ölçüt almakta ve hümanizmi kimlik edinmektedir.

Peki dünyevileşmenin sebepleri nelerdir? Bizce bunun iki temel sebebi ya da tarihsel/düşünsel kökeni bulunmaktadır:

1-     Geleneksel kültür

2-     Modernist Projenin başarısı

Geleneksel kültürümüzde Kur'an'ın ve sünnetin çizmiş olduğu iman-amel bütünlüğü bozulmuştur. Bu bozulmanın sebepleri saltanat düzenlerinin dayatmaları vb sebeplere dayandırılabilir ancak özellikle Abbasilerin son dönemlerinden bu yana "Mürcie" anlayışı hakim olmuş kişi fasık dahi olsa Müslüman kabul edildiğinden Allah'a ve Müslümanlar'a karşı oluşan hukuku gözardı edilmiştir. Büyük günah işleyip günahı kendilerini kuşatanların (Kur'an 2/82), başta seçkinler olmak üzere salih amel işleyen sadık Müminlerle aynı değerde kabul edilmeleri Müslüman algısını büyük ölçüde yaralamıştır. İşte bu arka planla baktığımızda Müslümanlara örneklik teşkil eden kişi ya da kurumların bu örnekliğe haiz olmayan haraketler ortaya koymaları çok ta önemsenmemiş başka kriterler devreye girer olmuştur. Oysa Kur'an ve sahih Sünnet açıkça her Müslümanın toplumda gereken saygınlığını kazanması için sahih iman/salih amel üzere olmasını vaaz etmiştir. Bunun da ötesinde örneklik/öncülük (sabiqûn) iddiasıyla öne çıkan kişilere de ayrıca sorumluluklar yüklemiştir. Bu gerçekten hareketle kanaat önderlerinin, yazarların, şairlerin yaşam tarzlarına baktığımızda maalesef genel tablonun sabiqûn olmaktan çok uzakta olduğunu görmekteyiz.

Ticaretinde kapitalist, söyleminde liberal/sol yaşamında ise konformist bir seyir izleyenlerin bıraktıkları sakallar taktıkları ipek başörtüler şekilden öteye gitmemekte, bu şekiller de gün geçtikçe erozyona uğramaktadır. "Türban Modası" denilen ucube giyim tarzı bu erozyonun en bariz göstergesi. Eylemini, giyimini, arkadaşlıklarını, siyasal katılımını/tercihini, kadın-erkek hukukunu ve diğer tüm amellerini İslam'a göre düzenlemesi gerekenler hududullahtan çok "kişisel gelişim" ve "piyasa ekonomisi"  "sosyal aktivite/aktivizm" gibi günün kriterlerine göre bu hukukları düzenlemekteler. Bundan dolayı Müslümanlığı anlatan Seyyid Kutub'lara, Mevdudilere üstten bakılır, aşın bunları dercesine ancak İslamcılıkla Müslmanlığın farklarını gösterdiklerindendir bu eserler ki rahatsız olunup raflardan gerilere doğru itilip saklanılmaya başlanan…

Bunun çözüm yolu da açık: hududullah'a kulaklarımızı açmak ve Kur'an'ın Ebuzerce okunuşuna kulak kabartmak, yoğunlaşmak. Sadeliği ve paylaşımı, takvayı ve ihlası yeniden gündemimize almak, günün kriterleriyle kendi yaşam tarzımızın ne kadar uyuşup uyuşmadığını tarttıktan sonra bu kriterlerden hicret etme azmini göstermek bunun için Kur'an'a ve onun pak örnekliği olan Sünnet'e tekrar tekrar yoğunlaşmak gavura gavur muamelesi yapmayı hatırlamak…

Örneğin özellikle büyükşehirlerdeki öncü/okur yazar "İslamcı" kesimi ele alalım. Kur'an topluma öncü olması gereken "sabiqun" sınıfını gece namazlarıyla, Kur'an çalışmalarıyla, itikaflarla, oruçlarla, en önce bedel ödemeye hazır olmayla, malından canından herşeyinden ihtiyaçtan fazlasını paylaşmayla, tevâzu ve sadelikle sorumlu tutuyor. Oysa sempozyumlarda güzel konuşmalar yapan/dinleyen, çeşitli vakıfların/derneklerin etkinliklerini hiç kaçırmayan pekçok seçkin okur yazar'ın hayatında bu gibi artı-sorumlulukların bilincinden ziyade nasıl "daha iyi konuşur daha iyi toplumda var olabilirim kariyer ve konum sahibi olurum" kaygıları yer etmiş durumda. Kadın erkek hukuku ölçüsüz bir laçkalığa savrulabilmekte, evlilik şartları ve eş seçimleri  takvaya değil ihtiyaç adı altında sıralanan arzu listelerine göre tercih edilmektedir. Öte yandan kimi evlililerimiz Kırk yaşındaki yol arkadaşını onsekiz yaşında bir bayanla yarı yolda bırakmanın izahı çokeşlilik ruhsatıyla yapılabilemektedir. Bu yüzden emekli İslamcı Ahmet Hakan'a ya da Metiner'e kızmadan önce halen profesyonel İslamcılıktan ekmek yiyen ve çıkarları laik olmayı gerektirmediğinden İslamcı kalem oyanatan kaç tane yazar, çizer var? Bunu merak ettik mi? "İslamcı" olarak tanımlanan kaç tane gazete ya da TV gerçekten bize ait?

Adam gibi adam olmak, muttakiliğe talip olmak önce sağlam Müslüman olmak ile "Profesyonel İslamcı"lığı yani bir meslek olarak, bir ekmek kapısı olarak, toplumsal bir konum alma olarak İslamcılık arasında tercih yapmamız gerekiyor. Çünkü ikisi bir arada yürümüyor. Akademisyen ile Alîm arasında, Mücahid ile savaşçı arasında, işadamıyla tüccar arasında, Propagandist ile Tebliğci arasında bir fark var çünkü…

Elbette batırdığımız çuvaldız kimilerimizin canını acıtabilir, ancak sözümüz herkese değil elbette bu amelleri yapanlaradır lakîn herkes kendini çok iyi bilir. Ne demiş şair:

İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir.

Sen kendini bilmez isen,

Bu nice okumaktır…

YAZIYA YORUM KAT

6 Yorum