1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. İslamcı olmayı belirli bir retoriğe indirgeyerek mahkum etme
İslamcı olmayı belirli bir retoriğe indirgeyerek mahkum etme

İslamcı olmayı belirli bir retoriğe indirgeyerek mahkum etme

Sümeyye Sakarya, İslamcılık üzerine yapılan tartışmalarda sürekli olarak "İslamcılığın öldüğü" argümanını ileri sürmenin sebeplerini inceliyor.

10 Eylül 2024 Salı 17:00A+A-

Sümeyye Sakarya / Tezkire

İslamcılar zombi mi? İrade ve Değişim

1990’lardan beri her fırsatta ve ısrarla İslamcılığın sonunun iddia edilmesinin akıllara getirdiği sorulardan birinin de “bu İslamcılar zombi mi, nasıl tekrar ölebiliyorlar?” olduğunu dile getirmiştim. Aslında, bana kalırsa, post-İslamcılık iddialarını, daha doğru bir ifadeyle bu iddiaların başarısızlığını iki şekilde değerlendirmek mümkün: Kör seyirciler ve/ya İslamcı zombiler. İlk seçenekten kastım, bu iddialarda bulunanların İslamcılığın ne olduğunu göremeyen veya görmeyi tercih etmeyen kör seyirciler oluşu. Bu körlüğün arka planı, şartları, gerekçeleri, sebepleri, hatta bazen kaçınılmazlığı başka yazıların konusu olarak kalsın. Bu seride, bazı bakımlardan birincisiyle de bağlantılı olan ikinci seçeneği ele alacağım: İslamcıların zombi olduğu gerçeği. Her ne kadar entelektüel veya akademik alanın dışında, fantastik bir tartışmanın parçası gibi görünse de, İslamcılığın sonu argümanlarında ve bunlar üzerinden üretilen politikalarda, mesela Teröre Karşı Savaş’ta, İslamcıların çeşitli yollarla zombileştirildiğini söyleyebiliriz. Bu açıdan da post-İslamcılık tartışmalarının çıkmazını ve bu çıkmazda sıkışıp kalan İslamcıların serüvenini zombi metaforuyla okuyabiliriz.

İlgili yazında İslamcıların zombileştirilmesi, büyük ölçüde, zombilerin bazı özelliklerinin İslamcılara atfedilmesiyle gerçekleştirilmekte ve buna referansla geliştirilen politikalar sonucunda da İslamcılar yazın-ötesi hayatlarında da zombi muamelesi görmektedir. Zombileştirmenin ilk hali, mezkûr tartışmaların, İslamcılığı bazı tarihsel tezahürlerine indirgeyerek sabitlemesi ve böylece İslamcıların geçmişlerinin muhasebesini yapamayacaklarını ve dolayısıyla da değişemeyeceklerini iddia etmesinde kendini açık eder. İslamcılığı, hâlâ, İslam devleti kurma amacı üzerinden tanımlanmaları ise bunun en veciz ifadelerindendir. Mesela, İslamcıları, “bir tür ‘İslami düzen’ kurmaya çabalayanlar” olarak niteleyen Asef Bayat, “devletle ilişki(nin) bu İslamcı siyasetin temel bir özelliği” olduğunu ileri sürer.[1] Bu tanımlamadan dolayı da, o vakte kadar İslamcı addedilenlerin retoriğinde veya uygulamasında “İslam devleti”nin yokluğu, İslamcılığın sonunu ilan etmek için yeter koşul haline gelir. Benzer bir indirgemecilik İslamcıların laiklik, Avrupa, demokrasi, din gibi kavramlarla olan ilişkilerine dair yaklaşımlarda da mevcuttur. İslamcılar vaktiyle demokrasiye ve laikliğe karşı olduklarını söylemişlerdir; yani ilişkilerini negatif bir şekilde kurmuşlardır. Bu sebeple de, İslamcı olmanın tek yolu, bu verili ilişkiler ağındaki sabit konumu korumaktır: İslamcı olmak için laiklik karşıtı, demokrasi karşıtı ve İslam devleti yanlısı olmak gerekli şarttır.

İslamcılığın bu statik ve kendi içine kapalı okuması, herhangi bir değişimi, en önemlisi de failliği engeller, dolayısıyla da “insan” olmayı engeller. Bu okumaya göre İslamcılar, amaçlarını, stratejilerini ya da retoriklerini yeniden değerlendiremez veya değiştiremezler. Dondurulmuş kimlikler olarak, düşünme, eyleme geçme veya dönüşme için gereken iradeye sahip değillerdir. 1970’lerde demokrasiye ve laikliğe karşı oldukları için, 2020’lerde de böyle olmaları gerekir. Vaktiyle İslam devleti talep ettiklerine göre, hâlâ “İslamcı” olarak adlandırılabilmeleri için, şimdi de aynı talepleri, aynı retorikle ve kavramlarla dile getirmelidirler.  

İslamcı olmayı belirli bir retoriğe indirgemelerinin yanı sıra, bu post-İslamcılık okumalarında İslamcılarla ilgili pek çok “neden” sorusu da cevapsız bırakılır: İslamcılar kullandıkları kavramları (demokrasi, İslam devleti, ümmet, şeriat) neden yeniden gözden geçiremezler, neden böyle bir muhasebe sonucu onlarla farklı ilişkiler kuramazlar, neden onları daha işlevsel olanlarla değiştiremezler veya neden onları stratejik açıdan yorumlayıp kullanamazlar? Mesela “şura” kavramıyla savundukları şeyi, vaktiyle karşı oldukları “demokrasi” kavramıyla muhataplarına daha iyi anlatacaklarını düşünmüş olabilirler. Bu durum şura ve demokrasi hakkında fikirlerinin değişmesini de gerektirmez; ki değişmiş de olabilir, belki demokrasi kavramını “yanlış” yorumladıkları veya dertlerini anlatmak adına “Müslümanca” bir yorumunu yapabilecekleri kanaatine varmışladır. Nitekim demokrasi üzerine yapılan İslamcı tartışmalarda bu seçeneklere, hatta daha da fazlasına şahit oluruz. Benzer şekilde, artık “şeriat” kelimesini eskisi kadar kullanmamaları, bu kavramla kastettikleri şeyden vazgeçtikleri anlamına gelmez. “İyi yöneti(şi)m” (good governance) kavramının yapmaya çalıştıklarını daha iyi açıkladığına ve kendileri için daha güvenli bir alan oluşturduğuna pekala ikna olmuş olabilirler. Sonuçta, dili muhatabınınkinden farklı olanların, dilleri hegemonik olmayanların, daha da önemlisi dillerinin konuşulması “suç” ilan edilenlerin, anlaşmak, hatta var olmak için çoğu zaman muhatabın dilini konuşmaktan başka şansı da yoktur. Her ne kadar pek çok çeviride bir anlam kayması söz konusu olsa da, meramını anlatmak, daha çok insana ulaşmak, anlaşarak ortak bir yaşam kurmak, azınlık kabul edilen dilini öğretmek ve kendi dillerinin yasak olduğu durumlarda hayatta kalmak adına, çeviri iyi bir seçenek oluşturur.

Fakat, İslamcılığın sonu okumaları, İslamcıların bunların hiçbirini yapmadığı ve yapamadığı iddiası üzerine inşa edilmiştir. Bu iddia ise, İslamcıların zombileştirilmesinin ilk yolu diyebileceğim, İslamcıların bu eylemleri gerçekleştirecek ve yeni bir retorik üretebilecek iradelerinin ve kabiliyetlerinin olmadığı varsayımıdır. Bu durumu zombi metaforuyla okuyabiliriz zira zombilerin de düşünme, değişme, strateji oluşturma gibi yetileri yoktur. Faillikten ve iradeden yoksundurlar. Tıpkı “İslam devleti” ve “şeriat” demeye programlanmış olması gereken İslamcılar gibi, bilinçsiz bir şekilde insan eti yemeye programlanmışlardır. Dolayısıyla da, nasıl ki İslamcılığın gerekli şartlarından birisi, hatta en temel olanı İslam devleti istemek ise, zombiliğin de gerekli şartı insan eti yemektir. İnsan’dan farklı olarak, bağlam bağımlı ve inşa edilmiş değil, verilmiş ve sabit bir kimlikleri vardır. Burada, haklı olarak kimliğin sürekliliği ve bu sürekliliği sağlayanın ne olduğu sorusu gündeme gelebilir. Daha açık bir deyişle, eğer İslam devleti talep etmek veya insan eti yemek değilse, İslamcılığın veya zombiliğin gerek şartı nedir? Efradını cami ağyarını mâni birer tanımları yok mudur? Bu konu daha ziyade “kör seyirciler” tartışmasıyla ilgili olduğu için ayrıntıya girmeden değinecek olursam, Wittgenstein’ın “aile benzerliği” üzerinden, hiçbir geçici tezahürüne indirgemeden veya sabitlemeden Varlıkların tanımlarını yapmak mümkündür. Bu minvalde de İslamcılığı, Salman Sayyid’e referansla, İslam’ın sosyal-siyasal düzenin merkezi olmasını isteyen siyasal bir söylem olarak tanımlayabiliriz. Ancak burada, İslamcılıkla alakasız görünmesine rağmen daha ilginç olan zombinin tanımıdır. Zira bir Haiti miti olan “zombi” aslında yamyam bir figür değildir. Aksine, efsaneye göre, bir vudu büyücüsü henüz ölmüş birinin bedeninden büyüyle ruhunu alıp bir şeye hapseder ve zombi denilen bu ruhu sahibine hizmet etmek üzere satar. Bir nevi Alaaddin’in Cininin Karayipler versiyonu diyebileceğimiz zombi, Haitili orijinalinde ne yamyamdır ne de iradesiz. Ancak tıpkı topraklarını sömürgeleştirdikleri gibi, Batılılar Haitililerin mitlerini de sömürgeleştirir ve 1970’lerde sinema aracılığıyla yarattıkları yürüyen yamyam ölülere “zombi” adını vermeyi uygun görürler. Böylece de şu anki zombi figürü ortaya çıkar. Kimliğin sürekliliği sorusuna bağlayacak olursak, ne zombilerin ne de İslamcıların serüveninde, “işte bu” diyebileceğimiz sabit bir form, eylem, talep, retorik, genel olarak “varlık” (Heidegger’in ontik-ontolojik ayırımına referansla küçük “v” ile varlık) veya tezahür mevcut değildir. İkisinin de Varlığı, şartlara ve sürekli devinim halinde olan ve beklenmeyeni yapabilen İnsan’a bağlı olduğu için, tezahürleri de değişecektir ve değişmiştir. Post-İslamcılık okumalarının varsaydığı değişmeyen, yani İnsan değil modern anlamda zombi olan iradesiz ve İslam devleti istemeye programlanmış İslamcı figürü de, bu okumaların İslamcıları anlamasının önündeki en büyük engellerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak, bu yaklaşım, ilgili literatürde İslamcıların zombileştirilmesinin yollarından sadece birisidir. Gelecek yazılarda diğer yollara da değineceğim…

HABERE YORUM KAT

2 Yorum