İslamcı Nedvî, siyaset ve cemâatler
Nedvî siyasi düzenin değişmesini ıslahat planının merkezine almıyor, bunu öncelemiyor; aksine siyasi değişimi, iman ve ahlak alanlarında yapılacak ıslahatın tabii sonucu olarak görüyordu. Bu sebepledir ki, Mevdûdî'nin özellikle "el-Mustalah'tu'l-erba'a" isimli kitabında yaptığı ve şehid Seyyid Kutub'u da etkileyen "siyasi ıslahatı merkeze alma" yaklaşımını tenkit etmiş, "İslam'ın Siyasi Yorumu..." adını taşıyan kitabını bu maksatla kaleme almıştı. Bu kitap Mevdûdî'nin tabilerini öfkelendirmiş, reddiyeler yazmalarına sebep olmuşsa da Nedv'î'nin dostu Mevdûdî'yi öfkelendirmek şöyle dursun memnun etmiş, aralarında onlara yakışan yazışmalar olmuştu.
Mevdûdî yepyeni bir İslamî Devlet kurmayı hedefleyen Hindistanlı Müslümanların başında Pakistan'ın kuruluşuna katılmış, Nedvî ise kalabalık da olsalar Hindulara nispetle azınlıkta oldukları için Müslümanların, siyasi olarak ülkeye hakim olmaları mümkün olmadığı halde Hindistan'da kalmayı tercih etmişti. Her iki liderin ıslahat yaklaşımlarındaki farkı, ictihad farkı olarak değerlendirmek gerekiyor.
Nedvî'nin ıslahında öncelik verdiği "iman"dan maksadı yalnızca bir zihnî kabulden ve vicdandaki kanaatten ibaret değildir; onun imanı, düşünce, duygu ve eğilimleri içine alan bir alandır. Bu sebepledir ki, kitaplarında İslam'a zıt düşünce, eğilim ve hareketlere; bu meyanda Batıcılık, Kadıyanîlik ve ırkçılığa karşı çıkmış ve bunu "imanda ıslahat"ın kısımları olarak değerlendirmiştir.
Nedvî fikirde, ictimai, siyasi düzende, eğitim ve öğretimde.. ıslahatı cemiyet, cemaat, parti kurarak gerçekleştirmek isteyenlere karşı çıkmamakla beraber bu yolu tercih etmemiştir. El-İhvanu'l-muslimûn, el-Cemâ'atu'l-islamiyye, Cemâ'atu't-teblîğ gibi kuruluşlarda bir zaman çalışmış, her zaman onlara dostça davranmış, gerektiğinde tenkit etmiş, ancak İslâmî hizmet için bu yolun, bu yöntemin zaruri ve farz olduğunu kabul etmemiştir.
Nedvî, "Menhecun Efdal..." isimli kitabında kendi tercih ettiği ıslah ve tecdid yöntemini, İmam-ı Rabbânî örneğinde şöyle dile getirmektedir:
Hindistan'da Mogol İmparatorluğunu kuran Babür'ün oğlu Hümayun'un oğlu Celaleddin Ekber İslam'a ve Peygamberimize karşı düşmanca düşünce ve duygular içinde yetişmiş bir hükümdar idi, Brahmanlara karşı da sempatisi ve yakınlığı vardı. Bir ülkeye İslam yeni girmiş ise İslam öncesi topluluk bu yeni dini tanıyınca sahih dini tanımış olur. Buna karşı müslüman bir ülkenin hükümdarı dinden döner ve ona karşı tavır alırsa durum, İslam ile yeni tanışan ülkeye nispetle daha zor, daha problemli bir hal almaktadır. Hükümdar Ekber zeki, asabi, kapılgan bir tabiata sahip idi ve yeterli bilgisi, ilmî alt yapısı olmadığı halde dinleri araştırma ve tanıma merakına kapılmıştı. Sarayına ehl-i sünnet, şî'a, bazı sapkın mezhep mensupları, Budist, Brahman, Hristiyan, Mecusi din alimlerini topladı ve huzurunda, ortaya attığı bazı dini konuları tartışmalarını istedi. Bu alimler birbirine giriyor, horozlar, tekeler, boğalar gibi çarpışıyorlar, hükümdar da bundan zevk alıyor, eğleniyordu. Giderek İslam'dan soğudu ve sonunda irtidad etti (dinden çıktı). Bu kötü gelişmede dinini dünya menfaatine değişen sözde alimlerin de büyük etkisi oldu.
Önce Müslüman iken, İslamî bir ortamda yaşamış iken çeşitli sebeplerle din ve kültür değiştiren insanların, baştan beri dini farklı olanlara nisbetle İslam'a ve Müslümanlara karşı daha kötü duygu ve davranış içine girdikleri bilinmektedir. Ekber de böyle idi. Ahmed ve Muhammed isimlerine karşı allerjisi vardı, bu isimleri yasakladı, sığır kesimini yasakladı, domuz yemeyi, şarap içmeyi serbest bıraktı...
Hindistan gibi İslam'ın yerleştiği, büyük insanların gelip geçtiği bir ülkenin halkı da İslam'ı terk mi edeceklerdi? Tabii bu mümkün değildi, ama bu dava bir önder gerektiriyordu. Onu da kamil manada buldu (İmam-ı Rabbânî).
(Gelecek yazıda Nedvî'nin İmam-ı Rabbânî örneği)
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT