İslâm kardeşliği ve realiteler -1
Aynı maddî malzemeden yaratılan her bir insan, İlâhî bir mucize olarak, diğerlerinden farklıdır; bu farklılık DNA'lara, saç kıllarına, parmak izlerine, sîmalara kadar söz konusu olduğu gibi, tercihler, mizaçlar, zevkler, karakterler, kapasite ve kabiliyetler için de söz konusudur.
Bu farklılıklar, hem insanları birbirine muhtaç ve birbirinin eksiğini giderir hale getirir ve dolayısıyla mesleklerin de kaynağı olarak, onları bir arada yaşamaya ve yardımlaşmaya mecbur eder, hem de ilmî ve fikrî tekâmülün de en önemli dinamiğidir. Dolayısıyla bu farklılıklar, ayrışma değil, kaynaşmanın sebebidir. Buna karşılık, insanlar arasındaki çatışmalar ve savaşlara varan ihtilâfların ana sebebi veya sebepleri olan kıskançlık, menfî rekabet, hırs, menfaatperestlik ve nihayet başkalarının hakkına tecavüz, yani "bağy" ise nefis kaynaklıdır. Öyleyse, ancak bir nefis terbiyesiyle, bir de gerekli hukukî düzenlemelerle bu ihtilâflar giderilebilir. Nefis terbiyesinin gerçek dinamiği, mektebi, medresesi İlâhî Din olduğu gibi, ilgili hukukî prensiplerin asıl kaynağı da, "Yaratan bilmez mi?" fehvasınca yine İlâhî Din'dir.
İslâm, müntesipleri arasında birlik ve kardeşliği sağlamak için gerekli bütün dinamikleri haizdir; fakat bu dinamiklerin işlerliği, müntesiplerinin İslâm'la olan irtibatının nisbetine, derecesine bağlıdır. İslâm'la irtibattaki her ârıza, ihtilâflar için de bir zemindir. Dolayısıyla, bir yandan bu ârızaları gidermek, diğer yandan, onları ihtilâf zemini olmaktan çıkarmak, her Müslüman'ın karşısına ayrı ve en önemli bir vazife olarak çıkar. Yani, İslâm kardeşliğinin, bir yandan İslâm ile irtibata bakan "tabiî" bir yanı varsa, diğer yandan da iradeye bakan bir emir, bir farz-ı ayın olma yanı vardır. Bu köşede daha önce nakledilen bir hadis-i şerifte de açıkça beyan buyrulduğu üzere, İslâm ümmetinin ana problemi ve en zayıf noktası, dolayısıyla da her Müslüman için en kritik imtihan sebebi, her zaman birliği muhafaza ve ona zarar verecek her türlü hal, söz ve davranıştan kaçınmak olmuştur ve kaçınmaktır.
İslâm, bu gerçekler sebebiyledir ki, ayrıca insanî terbiyenin de gereği olarak, bir yandan insanlar arasında menfî ihtilâflara sebep olabilecek yönelişleri hayra, güzelliğe kanalize etme, diğer yandan onların problem haline gelmesini önleme adına gerekli zemini hazırlamış, gerekli alanı açmış, gerekli kaideleri koymuş ve alınması gereken tedbirleri almıştır. Meselâ, insanlar arasındaki kapasite ve kabiliyet farklılıkları, Allah'la münasebet ve İslâm ile irtibat dereceleri, imanî hakikatleri idrak ve tecrübe etmede, sözgelimi, ma'rifetullah yolculuğunda evliyânın müşahedeleri arasında farklılıklara sebep olur. İşte, bu farklılıkları tefrika sebebi yapmamak için, imanî meselelerde herkesi bağlayıcı ve aşılamaz sınırlar, çizilmiş çerçeveler vardır. Bunlar da, Şeriat'ın, konu çerçevesinde bilhassa kafa-kalb izdivacına, ilimle velâyeti birleştirmeye muvaffak olmuş asfiyâ seviyesindeki Kelâm âlimlerinin Kur'an ve Sünnet'ten çıkardıkları ana kaidelerdir. Bu kaideleri aşmamak kaydıyla her ma'rifet yolcusunun müşahedesi ve müşahedesini seslendirmesi, insanlar arasında yaratılışa ait mizaç ve kapasite farklılıklarına hürmetin ve İslâm'ın evrenselliğinin gereğidir, dolayısıyla asla tefrika sebebi olamaz ve olmamalıdır. Eş'arîlerle Maturidîler arasındaki bazı farklılıklara da bu açıdan bakılmalıdır.
Diğer yandan, insanların maddî hastalıkları gibi, kalbî/manevî hastalıkları da hem mahiyet ve keyfiyet, hem de derece olarak farklı farklıdır. Dolayısıyla, böylesi farklılıklar, tıpta farklı uzmanlıklar gibi, nefis terbiyesi adına farklı meşreplerin varlığını gerektirir. Farklı tarikatların varlığı buna örnektir ve yine İslâm'ın evrenselliğinin gereğidir. Bu gerçeğin tefrika sebebi olmaması da, her meşrep sahibi ve mensubunun kendi meşrebinin, kendi yolunun muhabbetiyle yaşayıp, başkalarını tenkit etmemesi, "Yolum haktır, güzeldir" deyip, "Hak ve güzel olan yol, benim yolumdur" demekten kaçınmasına bağlıdır.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT