İslam ile ahlaki bağlamına kavuşan kurban ibadeti
Yasin Aktay, kurbanın İslam dışı inançlardaki kökenlerini incelediği yazısında tahrif edilmiş metinlerin kurbanın mahiyetine verdiği zararı inceliyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Kurbanı murdar eden sırlar
Kurban, insanlık tarihinde dinlerin neredeyse hepsinde ortak bir ritüel, bir tarihsel anlatı ve bu anlatıdan günümüze aktarılan bir temsil olarak göze çarpar. Ancak dinlerin hepsinde ortak olması dinlerin hepsinde aynı şekilde anlaşıldığı anlamına gelmiyor. Denilebilir ki, kurban ritüelinin şekillenişi, ritüelin gerçekleştirimindeki temsil, anlatımındaki bütün detaylar aynı zamanda dinlerin nasıl farklılaştığını da gösterir.
Kurban’ı kızgın ve öfkesinden insana her türlü zararı vermeye hazır bir tanrıyı yatıştırmaya çalışan, ondan çalınmış bir malın, mülkün telafisi olarak gören yaklaşımlar veya insanoğlu ile tanrı arasındaki bir egemenlik paylaşımında bir alışverişin bir parçası olarak gören yaklaşımlar. İnsana karşı öfkeli, kıskanç, rakip tanrı inançları tarih boyunca kurban kavramının şekillenmesine etki etmiştir. O kadar ki, bugün kurban her söz konusu olduğunda birçok insanın zihninin bir köşesinde böylesi bir tanrı anlayışı canlanabiliyor.
İslami kelamda hiçbir şekilde yeri ve karşılığı olmayan bir anlayış tabii ama Müslümanların zihnine de belki başka dinlerden yayılan etkileriyle bulaşabiliyor, belki de tam da bir imtihan olması dolayısıyla kurban hadisesine insanın verebildiği olağan tepkilerden biri olarak. Bir şekilde kızdırılmış olduğu, öfkelenmiş olduğu için yatıştırılması gereken, bunun için de kan dökmeye ihtiyaç duyan bir tanrı… İslam’ın kurban anlayışıyla uzaktan yakından alakası olmayan bir anlayış olduğunu her seferinde söylemek zorunda kalabiliyoruz. İslam’da insana öfkelenen, bu öfkenin yatıştırılması için kan dökülmesine “ihtiyaç duyan” bir Allah yok. Her şeyden önce bir şeye “ihtiyaç duyan” bir tanrı olamaz. Allah hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. İhtiyaç ve tanrı İslam’ın Allah inancında bir araya gelemeyecek şeylerdir.
Birbirinden çok farklı tanrı anlayışlarına rağmen kurbanın yine de hepsinde ortak bir tema olması dinlerin hepsinin kaynağının aynı olmasının bir başka delili. Kaynak aynı ama zamanla bu kaynaktan uzaklaştıkça dinler neredeyse radikal anlamda farklılaşabildiği gibi kurban anlayışları da aynı ölçüde farklılaşabiliyor.
Tarih, her şeyden önce tevhid davasıyla gelen dinlerin kısa süre içinde varoluş sebeplerinin tam tersi bir istikamete doğru tahrif olduğuna dair sayısız örnekler sunuyor. İnsanlar kendilerine gelen eşitlikçi ve adalete vurgu yapan mesajları bile kısa süre içinde başka insanlara karşı bir imtiyaz aracı haline getirme istidadına sahipler. Bütün insanlar eşitse de “bazı insanların daha eşit olması” fikrinin aşırı cazip ve ayartıcı kapısından kendi üstünlüklerine yol ve alan açabilir insanlar.
Bir ırkın, bir ulusun, bir sınıfın, bir zümrenin veya bir din grubunun üstünlüğü fikrinin temel aracına dönüşen sahih dinler böylece her türlü tahrife maruz kalabilirler. Günün sonunda, belki bir iki nesil sonrasında ilk gönderildiği amaçtan da formdan da alabildiğine uzaklaşmış bir din çıkabilir karşımıza.
Bu hikâyeyi aslında başka dinler üzerinden değil bizzat İslam üzerinden bile izlemek mümkün. İslami mesajın özü olan tevhid inancından alabildiğine uzaklaşmış, inancına her türlü şirki bulaştırmış, Allah’ın yanında ve dışında kendi kültlerine, mehdilerine, hocaefendilerine açtıkları alanı daha da geniş tutan fırkalarla dolu İslam tarihi. Bu alanda kendilerine diğer insanlar üzerinde bir üstünlük, bir imtiyaz, bir özellik vehmetmek alabildiğine kolaylaşır. Burada kurbanın da ne hale gelebileceğini varın siz hesap edin. Kurban kimin kime yaklaşmasıdır? Kimin kime ödediği bir diyettir? Hangi imtihanın, hangi Allah-kul ilişkisinin bir konum bildirimidir?
Kurban’daki farklılaşmayı dinler arasındaki farklılaşmayı ölçmenin bir yolu olarak da görebiliriz. Kurban hadisesini İbrahim’in Allah’la adeta bir düellosu gibi gören Yahudilik ve Hıristiyanlığın dayandığı Kitab-ı Mukaddes’teki anlatım İslam’a göre insan eli değmiş (tahrif edilmiş) bir anlatım olmak durumundadır.
Olayın birçok boyutu var tabii. Daha önce kurban edilenin İslam’dakinin aksine İshak olması tek ve daha önemli fark değildir. Neden öyle olduğu tabii ki çok daha önemlidir, zira İslam’a göre gerçekten İshak’ın kurban olması ile İsmail’in kurban olması arasında birinin faziletini diğerine nazaran daha fazla artıran hiçbir sebep yoktur. Ama kurban hadisesini nesline ırkçı bir üstünlük tasladığı İsmail’e yakıştıramayan Yahudi-Hıristiyan geleneğinin kurban meselesine bu yaklaşımı zincirleme başka ahlaki-teolojik facialara yol açar.
Facialardan biri Hz. İbrahim’in kendisine Allah’ın adeta bir ceza veya bir meydan okuma olarak oğlu İshak’ı kurban etmesini istemiş olması ve onun bunu hem annesinden (Sara’dan) hem de İshak’ın kendisinden gizlemiş olması. Üstelik İshak’ı kurban etmek üzere, kurbandan sonra da onu yakacak odunları da sırtlanmış olduğu halde, Moriya dağına doğru götürdüğünde İshak başına geleceklerden habersizdir. O masumlukla sorar: “Baba! [...) İşte ateşle odun, fakat yakmalık kurban [holocauste) için kuzu nerede?” İbrahim yanıtlar: “Oğlum, kuzuyu Tanrı kendi tedarik edecek” (22:7-8).
Burada Kitab-ı Mukaddes’in anlatımında İbrahim açıkça oğluna yalan söylemekte, onu aldatmaktadır. Üstelik oğlu babasının amacını öğrendiği ilk anda bunu kabullenemez ve babasının ayaklarına kapanıp onu kararından vazgeçirmeye çalışır. İbrahim’in kurban serüveni, nedenini ve amacını başkasına açamadığı bir “sır” olarak bütün Hıristiyan-Yahudi teolojisinde ciddi tartışmaların konusu olur. İbrahim’in Allah’a olan dinsel imanı ile, tabi olmak zorunda olduğu etik kurallar arasında böylece telafi edilemeyen çelişki, Yahudi-Hıristiyan ahlak geleneğinin de hiçbir zaman giderilemeyecek en önemli düğüm alanlarında biri olarak kalacaktır.
Oysa Kur’an’ın anlatımında Hz. İsmail Hz. İbrahim’in defalarca görmüş olduğu rüyanın kendisine ne söylediğine dair bir inancı vardır ve babası gibi o da tam bir teslimiyetle yapılması gerekeni yapmasını ister. Çünkü İsmail de babası da hayatın ve ölümün Allah’a ait olduğunu ve Allah için ölünmesi gerekiyorsa bu yolda zerre tereddüt edilmeyeceğini aynelyakin bilirler. Allah ölümü emretmişse ona karşı kimsenin bir saniye bile bunu ertelemesi, emretmemişse zaten bir saniye bile öne alması mümkün değildir. Allah’ı iyi tanıyan birinin Allah’la didişmesi, inatlaşması veya onun emrine rızada tereddüt etmesi mümkün değildir. Kaldı ki zaten Allah’ın uhdesindeki hayat dünya hayatından ibaret değildir.
Yahudi-Hıristiyan geleneğin muharref İshak okuması, onu bu temel bilinçten yoksun bir olarak resmederken, bir peygamber olarak öldürdüğünün belki farkında bile değildir. Ama soyundan geldikleri iddiasıyla kültleştirdikleri ve bu kült üzerinden bütün insanlara üstünlük tasladıkları İshak’a atfettikleri kurban anlatısında bile ona Allah hakkında tam bir cahiliye yazmış oluyor, vehmettikleri sırlarla kurbanlarını murdar etmiş oluyorlar.
HABERE YORUM KAT