İslam Hukukunda Nafaka: Usûl, Fürû ve Yan Hısımlar
Hayrettin Karaman, İslam hukukunda nafaka konusunu usûl, fürû ve yan hısımlar şeklinde üç grupta incelerken, maaşların zekatı ile alakalı önemli hususlara değiniyor.
Yeni Şafak / Hayrettin Karaman
Nafaka alacaklıları ve maaşların zekâtı
Vasıf ve şartları önceki yazılarda açıklanan nafaka alacaklılarının, daha önce hakkını yazdığımız zevce dışında kalanlarını, usûl, fürû ve yan hısımlar olmak üzere üç gruba ayırmak mümkündür:
1. Fürû (çocuklar, onların çocukları)
İlgili âyet (mesela el-Bakara: 2/233) ve hadisler, çocuğun nafakasının babaya ait olduğunu açık ve kesin bir şekilde ortaya koyduğu için bu konuda görüş farkı yoktur. Baba kazanacak durumda fakat fakir olursa nafakayı, sırada ondan sonra gelen akraba temin eder ve babadan alacaklı olur.
Çocukların küçük, yahut büyük, oğul, yahut kız olmaları bazı farklı hükümleri gerektirmektedir.
a) Küçük oğul
Yaşıtları çalışıp kazanır hale gelinceye kadar nafakaları babalara aittir. Tahsilde, mecburi askerlikte olmak da -kazanamayacak kadar- küçük olmak gibi nafakaya hak kazandırır.
b) Büyük oğul
Oğul ergenlik çağına, çalışıp kazanabilecek hale gelince nafaka hakkı sona erer. Ahmed b. Hanbel, muhtaç olduğu müddetçe oğlun nafakasının babaya ait olduğu görüşündedir.
c) Kız çocuğu
Kız çocuğu büyük de olsa evleninceye kadar nafakası babaya, evlendikten sonra da kocaya aittir. Kızın, mirasta, oğula nispetle daha az pay almasında, nafaka hak ve borcunun da etkisi vardır: Böylece külfetle nimet paylaştırılmış, denge sağlanmıştır. Evlenmemiş kız, kendine uygun bir iş bulur ve yeterli gelir sağlarsa babasının nafaka borcu düşmektedir.
d) Torunlar
İmam Mâlik dışındaki fukahâya göre şahsın çocukları gibi torunları da nafaka hakkına sahiptirler. Torunların oğul, yahut kızdan olmaları, vâris olup olmamaları bu hükmü değiştirmez. Sıra dedeye geldiğinde torunların nafakalarını temin eder.
2. Usûl (ana, baba ve bunların usûlü)
Kâfir bile olsalar ana-babaya iyi davranmayı emreden âyetler (Lukmân: 31/15) ve bu manayı teyit eden hadisler ile ilk asır uygulamaları ana, baba ve bunların usûlünün nafaka alacaklısı oldukları konusunda tereddüt bırakmamaktadır. Bütün fukahâya göre, muhtaç oldukları takdirde ana ve babanın nafakası evlada aittir. Çoğunluk dede, nine gibi usûlün de aynı hükümde olduklarını ileri sürerken İmam Mâlik bu konuda muhâlif kalmıştır.
3. Yan hısımlar
Akrabaya hakkını vermeyi (el-İsrâ: 17/26), onlara iyilik ve ihsanda bulunmayı (en-Nisâ: 4/36) emreden âyetler ile yakından uzağa akrabayı gözetmeyi, onlarla ilgilenmeyi (sıla-i rahimi), yardıma ve iyiliğe önce akrabadan başlamayı emir ve tavsiye eden hadisler (Şevkânî, Neyl, VI, 364 vd.) akraba nafakasının hukuki kaynaklarıdır. Bu nasları değerlendirme ve uygulamada müctehidlerin üç gruba ayrıldıklarını görüyoruz:
a) Hanefîlere göre kan hısımı olup, aralarında evlenme caiz olmayan akraba, şartlar gerçekleşince karşılıklı olarak nafaka alacaklısı ve borçlusu olmaktadırlar; amca, dayı, yeğen, hala, teyze bu kabildendir.
b) Hanbelî mezhebine göre, miras hukukunda açıklanan asabe ve belli hisse sahibi (ashâbu’l-feraiz) olarak vâris olanlar nafaka ilişkisi ile de birbirine bağlıdırlar.
c) İbn Teymiyye, İbn Kayyim gibi bazı müctehidlere göre evlenme mâniine de bakılmaksızın, sıra geldiğinde birbirine vâris olanlar gerektiğinde nafaka alacaklısı ve borçlusu da olurlar. Bu ictihad, nafaka alacaklılarının çerçevesini en geniş tutan, naslara ve İslâm’ın ruhuna da en uygun olan ictihaddır.
Nafaka borçlusu akraba birden fazla olursa -karı-koca, çocuk-baba arasındaki bazı durumlar müstesna- nafaka borcu, her şahsın mirasındaki payı ölçüsündedir.
Usûl, fürû ve zevcenin nafaka hakkı hâkimin hükmüne bağlı değildir; bunlar, hakları olan nafakayı, borçlunun rızasına ve hazır olmasına bakmaksızın alırlar. Ebû Süfyan’ın karısı Hind’in bir sorusu üzerine Rasûlullah (s.a.) “Sana ve çocuğuna yetecek kadarını al” buyurmuşlardır (Buhârî, Büyû’, 95; Nesâî, Kudât, 31.).
Diğer akrabanın nafakası, ya borçlunun rızası, yahut da hâkimin hükmü ile elde edilir.
Nafakaya muhtaç olup akrabası da bulunmayan şahısların geçimlerini devlet sağlar. Fıkıh kitapları beytü’l-malın (devlet hazinesinin) giderlerini sayarken bu gibi şahısların geçimlerini de giderlere dahil etmiştir. Rasûl-i Ekrem (s.a.), “Kim ölür de mal bırakırsa (bu mal) ailesine aittir, kim de bakılacak çoluk çocuk bırakırsa onlar bana aittir” buyurarak devletin bu vazifesini dile getirmiştir (Buhârî, Feraiz, 4. Nafakat, 15; Müslim, Feraiz, 14-17).
Soru
Evimize üç maaş girmektedir. Harcamalar sonrasında artan paranın zekatını veriyorum. Geriye kalan parayı da biriktiriyorum. Biriken paranın miktarı nisab miktarının üzerine çıkarsa -zekatını her ay verdiğim- bu paradan da yıl sonunda zekat vermem gerekir mi?
Cevap
Aylık, haftalık, üç aylık gibi fasılalarla ücret ve maaş alan işçi ve memurlar ile serbest çalışan doktor, mühendis, avukat, terzi, berber gibi meslek sahiplerine ait gelirlerin zekâtı mevzûunda birkaç görüş vardır: Umûmiyetle fukahâ, bunların da üzerinden bir yıl geçince nisabı dolduran miktarlarından kırkta bir zekât ödenir demişlerdir. Ben de bu görüşe katılıyorum.
Ancak bazı muâsır âlimler bu gelirleri, İbn Abbâs, İbn Mes’ûd, Muâviye, Ömer b. Abdulaziz gibi kadim müctehidlerin, yıllanmasını şart koşmadıkları “miras, bağış, mükâfat” gibi gelirlere (el–mâlu‘l–müstefâda) benzetmiş ve üzerlerinden yıl geçmeden -herbirinin husûsiyetine göre- zekâtlarının ödenmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Meselâ bir memurun maaşı normal ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra artıyor ve bu artanların yıllık toplamı nakit nisâbını dolduruyorsa, yıl sonu beklenmeden her ay maaşın zekâtı ödenecektir (İbn Hazm, el–Muhallâ, c. VI, s. 83 vd.; Ebû Ubeyd, el–Emvâl, s. 413. 436; Kardâvî, age., s. 489–420).
Bu ikinci görüşe göre de zekatı ödenen maaş ve benzerinin yıl sonunda bir daha zekatını ödemek gerekmiyor.
HABERE YORUM KAT