1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. İslam Düşünce Gelenekleri (Kitap Kritik)
İslam Düşünce Gelenekleri                      (Kitap Kritik)

İslam Düşünce Gelenekleri (Kitap Kritik)

Enes Yıldız, geçtiğimiz ağustos ayında Ketebe Yayınları'ndan çıkan İslam Düşünce Gelenekleri kitabını inceliyor. Ömer Türker'e ait olan çalışma İslam düşüncesini inşa eden gelenekleri genel hatlarıyla okuyucuya sunan bir muhteva barındırıyor.

10 Ekim 2020 Cumartesi 12:05A+A-

Enes YILDIZ / HAKSÖZ HABER

İslam Düşünce Gelenekleri: Kelam – Felsefe – Tasavvuf

Hakikat iddiasına sahip olan Müslümanlar için tarihin her döneminde vahiy-akıl ilişkisini sağlam temellere oturtmak ve bu doğrultuda hayatı tanzim ve inşa etmek iddialarının varoluşsal bir gereğidir. Tarih boyunca teorik ve pratik anlamda bu ameliyeyi yerine getirmeye çalışan Müslümanlar, modern zamanlarda ilmi, siyasi, iktisadi, askeri, dini kısaca hayatın tüm boyutlarında derin bir krizle karşı karşıya gelmişlerdir. Hâlen daha devam eden bu süreci aşabilmek için önemli noktalardan biri Müslümanların tevarüs ettiği geleneği tahkik etmeleri, imkân ve zaaflarını değerlendirmeleridir. 

Ömer Türker, “İslam düşünce geleneğinden hareketle çağdaş meseleleri nasıl ele alacağımız sorusu” bağlamında sırasıyla Kelam, Felsefe ve Tasavvuf düşünce geleneklerinin genel bir anlatısını sunuyor. Müellif, miladi onuncu yüzyıl ile on sekizinci yüzyıl arasında "İslam düşünce geleneğinin hâkim bilim ve düşünce geleneğini temsil ettiğini" ifade etmekle birlikte "en azından on altıncı yüzyıla kadar İslam'ın oluşturduğu bilim, düşünce ve sanat havzasından bağımsız bir bilimsel havza" olmadığı tespitinde bulunmaktadır. İslam düşünce geleneğinin hem tarihsel olarak oldukça önemli bir alanı kapsaması hem de bilimsel anlamda eşine az rastlanır bir birikim ortaya koymasına rağmen oryantalist bakış açısı nedeniyle düşünce tarihi çalışmalarında hak ettiği değeri görmemesi ise bahsi diğer bir mevzu.

Kitabın giriş bölümünde "Akıl - vahiy ilişkisi" tartışılmaktadır. Yazara göre "çağdaş meseleleri İslam düşünce geleneğinden ele almak" problemi en temelde vahiy-akıl ilişkisiyle ilgilidir. Akıl - vahiy ilişkisi terkibinde akıl kelimesinin anlam içeriği "belirli bir dönemde mevcutlara ilişkin bilimsel bilgiler bütünü"ne karşılık gelmektedir. Yazar kitap boyunca "akıl"ın yani dönemin bilimsel bilgi birikiminin İslam düşünce geleneği içerisindeki seyrini açıklamaya çalışmaktadır.

Müslümanlar tarafından teşekkül edilen ilk “bilimsel akıl” olan kelamla, çeviri hareketleriyle kadim bilimsel bilginin İslam dünyasına intikali ile oluşan felsefe, nazar ve istidlal metodunu benimserken, tasavvuf riyazet ve mücâhede yöntemini tercih etmiştir. Yazara göre kelamcılar ile filozoflar arasında bazı ihtilaflar olsa da her iki gelenek de aynı yöntemi benimsemiştir, yalnızca araştırılan konuya göre kıyasın veya istidlâlin öncülleri değişmektedir. İbn Sina ile en yüksek konumuna ulaşan felsefeye Gazzâli’nin çok boyutlu eleştirileri sonrasında, Fahreddin Râzî’yle birlikte felsefenin zorunlu-mümkün ve varlık-mahiyet gibi kavramları kelama girerek felsefi öğretiler kelamın bir parçası haline gelmiştir. Böylelikle “felsefe geleneğinin verileriyle kelam geleneği yenilenmiştir.” Yine İbn Sina felsefesinin önemli kavramlarından biri olan sudur teorisi de İbnü’l-Arabi ve Sadreddin Konevi kanalıyla tasavvufa intikal etmiştir. Böylelikle “vahdet-i vücud” denilen yeni bir tasavvuf metafiziği inşa edilmiştir. Yukarıda anlatıldığı üzere İslam düşünce tarihi boyunca Kelam, Felsefe ve Tasavvuf düşünce gelenekleri birbiriyle sürekli bir etkileşim içinde olmuştur.

Müellif eserinde ele aldığı her bir düşünce geleneğinin varlık, bilgi, âlem ve tanrı anlayışlarını ele aldıktan sonra söz konusu geleneklerin gücü ve sınırlarını tartışıyor. Örneğin, kelam geleneğinin başarılarından biri önceden kabul edilmiş inançların savunusunu yapmak yerine aklın evrensel ve apaçık ilkelerinden hareketle muarızlarına cevap üretme çabasıdır. Ancak bu çaba zaman zaman “savunmacılık” ve “cedelcilik”le suçlanmıştır. Yine yazarın ifadesiyle, kelam geleneğinin imkânlarından biri henüz modern bilimsel birikimle yüzleşmeyi başaramamış Müslümanlar için birbirinden farklı bilimsel açıklamaların eşit derecede dini düşünce geleneğinde yer almasının mümkün olabileceğini göstermesidir.

Daha sonra Felsefe geleneğinin gücü ve sınırlarını tartışan yazara göre felsefe geleneğinin başarılarından biri kadim felsefi ve bilimsel gelenekle İslam düşüncesi arasında tutarlılık sağlamasıdır. Ancak İslam Felsefe geleneği oldukça önemli başarılarına rağmen çevre medeniyetlerden tevarüs edilen felsefi ve bilimsel geleneğin temel kabullerini sürdürmüştür. Aristoteles’in doğa ve fizik anlayışı, Batlamyus kozmolojisi gibi temel görüşler İslam felsefe geleneğinde büyük ölçüde değişmeden devam etmiştir. Modern bilimsel gelişmelerle birlikte söz konusu temel görüşler açıklama gücünü yitirmiştir. Newton’un fiziksel açıklamaları Aristoteles’in fizik anlayışını, Kant’ın nedensellik eleştirisi ise klasik felsefenin tek düze nedensellik anlayışını sarsmıştır. İslam felsefe geleneğinin modern bilimsel gelişmelerle açıklama gücünü yitirmesi sonucu ondan etkilenen Kelam ve Tasavvuf geleneklerini de olumsuz anlamda etkilemiştir.

Riyazet ve mücâhede yöntemini benimseyen Tasavvuf geleneği, Felsefe ve Kelam geleneklerinden farklı olarak hakikate ulaşmada istidlâl yönteminin tek başına yeterli olamayacağını iddia etmiştir. Tasavvuf geleneğine göre müminler ancak Hz. Peygamber’i taklit ederek ve dini pratikleri yerine getirerek Allah, insan ve âlem hakkında bir marifete ulaşabilir. Mümin dünyevi çıkarlardan arınarak ilahi feyze mazhar olur. Yani yazarın ifadesiyle, Tasavvuf için hakikat bilgisine ulaşmanın yöntemi “Nasların dil kuralları çerçevesinde yorumlanması yahut sebep – sonuç ilişkisi içinde nesnelerin türsel hakikatlerini kavramayı sağlayacak şekilde akıl yürütmelerin yapılması değil, Allah’a tam bir yönelişi mümkün kılan uygulamalardır.”.

Sonuç olarak sufiler hakikat araştırmasını bir “yaşam formuna” dönüştürmüşlerdir. Ömer Türker’e göre Tasavvuf geleneğinin zayıf noktalarından biri “tecrübenin mahrem yönüdür”. Dolayısıyla tasavvufi tecrübe genellikle öznellikle eleştirilmiştir. Tasavvuf geleneğinin tarihsel iddiasının bugün mutasavvıflar için ne kadar geçerli olduğu da ayrı bir tartışma konusudur.

Ağustos ayında Ketebe Yayınları’ndan çıkan “İslam Düşünce Gelenekleri – Kelam, Felsefe, Tasavvuf” adlı eser Ömer Türker’in daha önce Cins dergisinde “İslam Düşüncesi ve Çağdaş Sorunlar” üst başlığıyla müstakil bölümler halinde yayınlanan yazılarından oluşuyor. “Varlık hakkında külli bir araştırma yapmayı amaçlayan” İslam düşünce geleneklerini genel hatlarıyla ve açık bir üslupla anlatan eser: Kelam, Felsefe ve Tasavvuf geleneklerinin varlık, bilgi, insan, Tanrı ve âlem anlayışlarını ayrı ayrı konu başlıklarıyla, özlü bir şekilde ele alarak söz konusu geleneklerin gücü ve sınırlarını tartışıyor. Aynı zamanda bu geleneklerin tarihsel kırılma noktalarına da değinilen kitapta üslup ve konu bütünlüğü süreklilik arz etmektedir. Bu yönleriyle eser genel okuyucu kitlesine bütüncül bir perspektifle İslam düşünce geleneklerinin muhtasar bir anlatısını sunmaktadır.

HABERE YORUM KAT

2 Yorum