İslam Dünyasının yeniden doğuşu için entelektüel sancılar
Yasin Aktay, İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerinde Müslümanların ahvali ve kurtuluş reçeteleri hakkında çalışma yürüten kişi ve kurumları inceliyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
İslam Dünyasının yeniden doğuşu için entelektüel sancılar
İslam dünyası sadece Müslümanlar için değil bütün dünya için daha adil, daha yaşanabilir bir düzenin tesisi için yeterince dertli. İlahi sünnet yeryüzünde ezilenleri, zayıf bırakılmış olanları zalimlere galip kılmak üzere sürekli bir tedavül halindedir. Dileyen bunu sosyolojik kural olarak da okuyabilir tabii. Ancak konu sadece dünyada bir Hegelyan efendi-köle diyalektiği şeklinde işlemiyor. Çoğu kez (sınıf mücadelelerinde veya etnik-milliyetçi kavgalarda) kölenin efendilik konumuna yükseldikten sonra dünyaya özendiği efendinin zulmünden başka bir şey sunmadığı da görülür.
Oysa mevcut dünya düzeninin en az iki yüzyıldır madunları olan Müslümanların adalet talebi sadece kendileri için değil, bütün insanlar içindir. Amaç sadece zalimi değiştirmek değil, iktidar konumunu bütün insanlar için adalet tesis ve tevzi edecek bir nizamı temin etmektir. Müslümanlar bunu geçmişte yaptılar. Belli etnik, ırksal veya coğrafi yaşam koşullarından kaynaklanan özellikleriyle değil, sadece Mizan içeren Kitab’a tabi oldukları için bunu yapabildiler.
İslam’la şereflenen kavimler, önceden ne olurlarsa olsunlar, İslam kendilerine önemli meziyetler kazandırdı. Kimse İslam’ı şereflendirmedi, ne Arap ne Acem ne Türk ne Kürt ne Hint ne başkası. Hepsi de Müslüman olmakla, İslam’la şereflendi ve bunu tam da öylece bildikleri için, öyle bildikleri ölçüde, Kur’an’da zikredilen Bedeviler gibi Allah’ın Resulü’ne ve dinine minnet borcu yükleme cehaletine düşmedikleri için yüceldiler. İnsanlığın medeniyet birikimine bu sayede tarihi katkılarda bulundular.
Asırlarca dünyaya kültürel açıklığın, medeniyetin, ama aynı zamanda kültürel ve dinsel bir arada yaşamanın, dinsel özgürlüğün benzersiz modelini defalarca, her yerde ortaya koydular. Bu model bir defalığına uygulanmış istisnai bir model değil, Kudüs’ten Kahire’ye, Şam’dan Antakya’ya, Bağdat’tan İstanbul’a, Üsküp’ten Saraybosna’ya, Haydarabad’dan Lahor’a, Semerkand’a kadar her yerde aynı şekilde tekrarlamış olması onun sağlam dini referansları olduğunu yeterince gösterir.
Bu modelleri uygulayan Müslüman nesiller ile bugünün Müslüman nesillerinin çok farklı koşullarda olduğu söylenebilir. Vakıa da öyledir. O modelleri başarılı bir biçimde uygulamış nesillere kıyasla bugün Müslümanlar her şeyden önce istisnai olarak bir Halife-sonrası şartlarda yaşamaktadırlar.
Bu lafın gelişi söylenen bir söz değil elbet. Halife-sonrası şartlar Müslümanlar için başsızlık, odaksızlık, siyasi temsil yoksunluğu, muğlak ve rastgele mensubiyetler, sömürge, kendini sömürgeleştirme, İslam’dan en iyi ihtimalle hüda-i nabit bir beslenme biçimi gibi durumlara denk geliyor. Böyle bir oluşuma bir “dünya”, yani “İslam Dünyası” demek bile tartışılabilir bir şey (Bu vesileyle değerli düşünür ve uluslararası akademisyenimiz Cemil Aydın’ın yakınlarda Türkçe’ye çevrilen “İslam Dünyası Fikri” isimli çalışmasını da bütün takdirlerimizle ve bu tartışmaların daha iyi yürütülmesine vesile olması temennilerimizle zikredelim). Ama bir yandan da 2 milyara yaklaşan nüfuslarıyla, şu veya bu ölçüde aynı Kitap’tan beslenen, aynı kıbleye dönen, aynı ibadetleri aynı şekil ve muhtevayla yerine getiren ve en asgari halleriyle bir “dünya”nın bütün şartlarını, dertlerini, sıkıntılarını ve tabii ki avantajlarını da yaşayan insanlar var.
Bu dünya içine kapalı bir dünya da değil, başka dünyalarla içiçe, komşu, karşı, dolayısıyla sürekli bir etkileşim içinde.
Böyle bir dünyanın bugün bir liderlikten yoksun olması, bir halife sonrası durum. Ancak sürekli bir liderlik arayışı içinde olması da aynı durumun bir başka yüzü. Darmadağınık organlar baş istiyor çünkü.
Bugün Müslümanların dünyaya bir şeyler söyleyebilecek hale gelebilmeleri için önce kendi içlerinde toparlanmaları lazım. Bu toparlanma için de yürütülen arayışların makul bir siyasi programa dönüşmesi lazım. Ciddi entelektüeller tarafından beslenmesi ve desteklenmesi gerekiyor. Cemil Aydın’ın itinalı, tarihi analizlerle desteklenmiş çalışması bu kapsamda önemli bir katkı. Prof. Salman Sayyid’in daha önce zikrettiğimiz Halifeliği Hatırlamak ve Fundamentalizm Korkusu gibi çalışmaları, Sharq Forum’uyla Wadah Khanfar, Sabahattin Zaim Üniversitesi’ndeki CIGA’sıyla Prof. Sami al-Arian, önemli çalışmalarıyla Prof. Muhtar el-Şankıti ve Prof. Mehmet Görmez’in İslam Düşünce Enstitüsü’ndeki makasıt çalışmaları önemli bir entelektüel birikimin ve üretimin adresleri olarak temayüz ediyor.
Tabii tüm çalışmalar bundan ibaret değil. Geçtiğimiz günlerde 6.’sı İstanbul’da toplanan Kuala Lumpur Zirvesi de bu doğrultuda kaydedilmesi gereken önemli bir platform. Özellikle son toplantıda Cezayir’deki Silm Hareketinin siyasi partisinin şimdiki genel başkanı, Zirvenin de başkanlığını yürüten Abdürrezzak Meqri bu Zirve için özel olarak “Medeniyet Seferberliği ve Geçişin Zorlukları” başlıklı 266 sayfalık bir rapor-kitap yazmış. Bu kitap başlı başına bu alanda yapılacak tartışmalar için referans olacak kitaplardan biri. İnşallah zamanla o kitabı burada ele alırız. Bir an önce Türkçe’ye çevrilmesi ve Türk okuyucusuna da sunulması gerekiyor. Aynı zamanda Kuveyt’te uzun yıllar Al-Mujtama dergisinin genel yayın yönetmenliğini yürütmüş olan Muhammed el-Raşid’in başkanlığını yürüttüğü İslam Dünyası Stratejik Düşünce Platformu da aynı dertlerle mustarip olarak düzenli toplantılarını İstanbul’da yapıyor. Bütün bu çalışmaları “İslam Dünyası’nın yeniden doğuşu için entelektüel sancılar” başlığı altında toplayabiliriz. Ancak bütün bu çalışmaların merkezinin İstanbul olması da üzerinde ayrıca durmayı hak ediyor.
Tam da bu noktada Mağripli değerli düşünür ve yazarlardan Dr. Kemal el-Kasir’in geçtiğimiz Kasım ve Aralık aylarında Kuds el-Arabi’de iki ilginç makalesi yayınlandı. Makaleler “Kapalı Kültürel Paradgimaların Çöküşü: Türkiye İçin Nasıl Bir Rol?” ile “İslam Dünyasının Türkiye’ye Ne İhtiyacı Var?” başlıklarını taşıyordu. İkisinde de İslam Dünyası’nın bugünün dünyasına, medeniyet birikimine tarihi katkısını yapabilmesi için öncelikle kendi içinde bir toparlanma yaşaması gerektiği fikri işlendikten sonra bunu yapabilmek için gerekli şartları kimin haiz olduğu tartışılıyor.
El-Kasir, genel olarak aynı dertlerden mustarip ve hiçbir milliyetçi-kavmiyetçi endişe taşımaksızın Müslümanlar adına yeni bir medeniyetin inşası veya mevcut medeniyet birikimine Müslümanlar adına öncü bir katkı yapacak adres olarak Türkiye’yi ve İstanbul’u işaret ediyor.
HABERE YORUM KAT