İslam Dininin Hızlı Yayılmasında Dünya Ticaret Yollarının Etkisi
Giriş:
Akla gelen sorulardan bir tanesi de Hz. Muhammed'in niçin Arabistan yarımadasında doğduğu ve burada risaletle görevlendirildiğidir. Yeryüzü üzerinde milyonlarca yer varken Hz. Muhammed’in, Arabistan'da doğup burada resul'lükle vazifelendirilmesi; muhakkak ki Allah'ın böyle olmasını takdir etmesiyle olmuştur. Ancak her şeyin sebeplere dayandığı evrende bunun sebebini araştırmak ve öğrenmek arzusu insan aklının dayanılmaz isteklerinden biri olacağı da aşikârdır. Bu yazımızda son Vahyin iniş merkezi, Hz. Muhammed’in resullükle görevlendirildiği coğrafyanın önemi ve İslam dininin hızlı yayılmasında dünya ticaret yollarının etkisini özet olarak inceleyeceğiz.
Arabistan'ın Konumu:
"Ceziret'ül Arap" diye isimlendirilen Arabistan, üç tarafı sular ile çevrili bir yarımadadır. Arabistan yarımadasının topraklarının büyük bir kısmı çöldür ve az bir nüfus yapısına sahiptir. Son yüzyılda petrolün keşfedilmesine kadar sahip olduğu en önemli değer; Hz. İbrahim/Hz. İsmail döneminde yapılan manevi değere sahip, Kâbe gibi kutsal bir yapıdır.
Resulullah'ın doğduğu dönemdeki dünya coğrafyasının siyasi yapısına bakıldığında; yarımadanın batı ve kuzey batısında ilk insan medeniyetlerinin beşiği olarak kabul edilen Mısır ve Akdeniz çevresindeki Hıristiyan dinine mensup Roma–Bizans devleti ve tabiiyeti altındaki devletçiklerle çevrelenmişti.
Arabistan'ın kuzey doğusunda, dünya medeniyetinin bir diğer beşiği olarak kabul edilen Med-Pers imparatorluğu ve hâkimiyeti altına aldığı; Babil ve Asur krallığı kalıntısı Mezopotamya kabileleri veya site devletleri yer almaktaydı.
Doğusunda Hint uygarlığı, güney batısında ise Habeşistan gibi Afrika kıtasının Hıristiyan dinine mensup kadim Habeş krallığı mevcuttu.
Arabistan yarımadası, Doğu ve Batı, Kuzey ve Güney medeniyetleri arasında; bu medeniyetlerin ticari ve dini kültür köprüsü konumundaydı. Yarımadaya siyasi ve iktisadi önem sağlayan; bu medeniyetler arasındaki ticaret ve Kâbe vesilesi ile dini ziyaret ve buna bağlı ticaret ortamının oluşturduğu ekonomik hareketlilikti.
Medeniyetler Arasındaki Ticaret Yolu:
Çok eski çağlarda başlayan doğudaki Çin-Hint, batıdaki Roma-Bizans Uygarlığı arasındaki ticari ve kültürel ilişki "İpek Yolu" denilen 6400 km uzunluğundaki bilinen en eski ticaret yolunu oluşturmuştu.
Karayolu ile yapılan bu uzun yolculuk Çin'in Xi'san kentinden başlayıp, Suriye’ye ve Lübnan limanlarına kadar uzanıyordu. Çin'den gelen ticaret malları daha sonra, Lübnan ve Mısır limanlarından, deniz ticareti yoluyla Afrika kıtasının ve Akdeniz'in en uç noktalarına kadar ulaşıyordu. Ulaşılan bu noktalardan mübadele edilen mallar "İpek yolu" vasıtasıyla Hindistan, Çin ve diğer Uzakdoğu ülkelerine kadar iletiliyordu.
Bilinen en eski kara yolu olan İpek yolundan başka ; "Deniz İpek Yolu" adı verilen deniz ticaret yolu da vardı. Çok eski çağlara dayanan deniz ticareti, Araplar ile doğu medeniyetleri arasındaki teması sağlayan direk bir yoldu.
Mesudî, Muruc el-zeheb adlı eserinde Çin’li tüccarların ticari mallarını yelkenlilerle, güneydoğu Arabistan'a kadar getirdikleri, Umman limanlarını ziyaret ettikleri ve Basra’ya kadar mallarını yükleyip taşıdıklarını kaydetmektedir. Celâleddin Suyutî’nin Câmiü’s-Sağîr adlı hadisi kitabında yer alan ve Hz. peygambere atfedilen “İlim Çin’de de olsa alınız” hadisinin coğrafi arka planında, Arapların bu deniz ipek yolu ticaretlerinde edindikleri kültürel birikim yatıyor olsa gerek.
Deniz İpek Yolu; Japonya, Çin, Malezya, Vietnam, Kamboçya gibi Çin hindi kıyılarını takip ederek Hindistan kıyılarından Yemen ve Umman limanlarına ulaşıyordu. Tabi aynı ters istikametle; Yemen ve Umman kıyılarından; Hint, Çin, Japon ve diğer uzak doğu topraklarına ticaret seferleri tertip ediliyordu.
Arabistan yarımadası Yemen, Lübnan, Şam ve Mısır arasındaki kara ve deniz ipek yolları üzerinden gelen malların ticaretinin yapılmasında büyük bir rol oynuyordu. Arap tacirler Yemen limanlarından aldıkları malları; Mısır, Şam ve Lübnan'a veya diğer istikametlerdeki bölgelere iletiyor veya Lübnan ve Şam gibi merkezlerden aldıkları veya mübadele ettikleri malları Yemen’e, Habeşistan’a ve Afrika'nın içlerine doğru olan yerleşim bölgelerine ulaştırarak ticaretlerini gerçekleştiriyorlardı.
Cahiliyye döneminde Arapların yapmış oldukları ticaret üzerine Kur'an'ı Kerim'de Kureyş Suresi'nde değinilir. ''Kureyş'liler, kış ve yaz yolculuklarını emniyetle yapmalarını sağlayarak onları açlıktan kurtaran ve her türlü tehlikeden koruyan Kabe'nin Rabb'ine kulluk etsinler .'' (Kureyş Suresi106/ 1-4.)
Surede bahsedilen kış ve yaz seferlerinden kış seferi; güneyde Yemen’e, yaz seferi ise kuzey'de Suriye, Lübnan, İskenderiye taraflarına kervanlar yolu ile ticaret seferleri düzenlenmekteydi.
Düzenlenen bu seferler esnasında deniz ticareti "Deniz İpek Yolu" ile Yemen limanlarına gelen malların; kuzeye, Filistin, Suriye taraflarındaki Akabe, Sur, Sayda, Yafa gibi liman ve merkezlere götürülmekteydi.
“Kara İpek Yolu” ile Şam’a, Lübnan limanlarına gelen mallar buralardan alınarak Yemen’e, Habeşistan’a ve bura üzerinden Afrika içlerine iletilmekteydi.
Yeryüzünün bilinen en eski ticaret yolu olan bu yol Amerika kıtasını oluşturan Kuzey ve Latin Amerika kıtası haricinde dünyanın tüm ticaret merkezlerine ulaşıyordu. Amerika kıtasının keşfedilmesi ile birlikte bu yeni keşfedilen bölgelerde İpek Yol'larının uzantısı ticaret yollarına dâhil olmuşlardır.
Ticaret Kervanları:
Ticaret merkezleri arasındaki seferler kervanlar yoluyla yapılıyordu. Deve, at, eşek, katır gibi binek hayvanları yük taşımakta kullanılmaktaydı.
Kervanlarda bulunan insanlar vasıf itibariyle çeşitlilik arz etmekteydiler. Tacirler, malları yükleme indirme yapan, hayvanlara bakan ırgatlar, kervanın gittiği yöreye seyahat eden yolcular, seyyahlar, Misyoner din adamları, kervanı koruyan askerler, kervanın insan yapısını popülâsyonunu oluştururlardı.
Kervanların kalabalık oluşları hem tabiat koşullarına karşı birliktelik hem de hiçbir emniyetin olmadığı yollarda kervanlara karşı yapılacak gasp ve saldırılarda caydırıcılık amacı taşımaktaydı.
Her nevi binek, mal ve insanlardan oluşturulan kervanlar; günler, aylar hatta yıllar süren eziyetli ve tehlikeli yolculuklara çıkıyorlardı.
Çok çeşitli popülâsyona sahip ticaret kervanı; aynı zamanda bu toplulukların dini ve kültürel yapılarını kervanla beraber vardıkları yerlere ulaştırıyor; dinler ve kültürel arası münasebetleri de sağlıyorlardı.
Ticaret Merkezleri:
Ticaret kervanları öncelikle büyük ticaret merkezlerine ulaşıyorlardı. Bu merkezlerde çoğunlukla "Panayır " adı verilen geniş kapsamlı pazarlara katılıyorlardı. Böylece tacirler bu büyük alış veriş merkezlerinde mallarını rahatlıkla pazarlamaktaydılar.
Aynı şekilde geri dönüp geldikleri kendi yerleşim bölgelerinde satabilecekleri malları da satın alıp kervanlarına yüklemekteydiler. Böylece dolu gelip boş gitmek gibi bir durumdan kurtulmakta, çifte ticaret yapmaktaydılar. Hem satıp kazanıyorlar ve hem de alıp tekrar satarak kazanıyorlardı.
Bu panayırlarda her türden insanlar alış verişe gelmekteydiler. Mallarını pazarlayan tüccarlar, ihtiyaçlarını karşılamak üzere alış verişe gelen müşteriler, her dinin din adamları – Papaz, Haham, Kâhin, Büyücü - insanlara eserlerini iletmek arzusunda olan edebiyatçılar; şairler, kıssacılar ve her dinin tebliğcileri misyonerler bu topluluğu oluşturmaktaydılar.
Böylece panayırlarda mübadele edilen, satın alınan, satılan mallar yanında; dinler, kültürler, inançlar da birbirlerinden alışverişte bulunuyorlardı.
Cahiliyye döneminde Mekke ve Medine yakınlarında kurulan meşhur panayırlar vardı. Ukaz, Zülmecaz, Dumetü'l–Cendel, Hubaşe, Mina bunlar arasında sayılan belli başlı panayırlardır.
Hz. İbrahim tarafından inşa edilen ve yeryüzünde Allah'ın evi olarak bilinen Kâbe’nin bulunduğu Mekke şehri; Kâbe’ye yapılan dini ziyaretler dolayısı ile insan yoğunluğu çok fazla olan bir yerdi. Bu insan yoğunluğu hem yerleşik insanların hem de Hac ziyaretçilerinin ticaret ihtiyaçlarını doğurmaktaydı.
Bundan dolayı Mekke ve Medine'nin de içinde bulunduğu, Hicaz adı verilen bu bölgede büyük pazarlar kurulur, yoğun bir ticaret yapılır ve bunun yanı sıra dinler ve kültürler birbirlerinden alışverişlerde bulunurlardı.
Bilinen en eski yol olan "İpek yolu" üzerindeki Mekke ve Medine şehri, dini, ticari, edebi ve fikri yoğunluğunun en üst düzeyde yaşandığı bir bölgeydi.
Sonuç:
Ticaret yolları üzerinde bulunan ve insanların dini olarak ziyaret ettikleri ve merak saikı ile de olsa gelip dolaştıkları; yoğun bir ticaret ve insan popülâsyonuna sahip Mekke coğrafyasına inen İslam dini ve orada yaşayan elçisi Hz. Muhammed; Allah’ın bahşettiği bu coğrafi özellik sayesinde çok çabuk tanınmış ve tüm dünyaya hızla yayılmıştır.
İslam dinini kabul eden tacir Araplar yaptıkları ticari seferler esnasında dinlerini en uzak toplum ve bölgelere kadar ve süratle ulaştırmışlar ve bu vesile ile o topluluklarında hızla İslamlaşmasını sağlamışlardır. İslam dininin diğer toplumlara çok çabuk haberdar edilmesi, tüm dünyaya iletilmesi ticaret yolları ve Müslüman tacirler tarafından süratle gerçekleştirilmiştir.
İslam dininin ruhban sınıfının olmaması ve her Müslüman'ın İslam dinini tebliğ etmekle mükellef olması; dinin hızla yayılmasında en büyük unsurlardan olmuştur. Böylece İslam dinini kabul eden tacirler ve ticaret kervanları yoluyla seyahat eden Müslümanlar; gittikleri coğrafya ve toplumlara ticaret yollarının yavaş giden canlı vasıtalarıyla da olsa heyecan ve iştiyakla Hindistan'dan Çin 'e; Afrika’nın içlerine Avrupa'ya İslam dinini ulaştırmışlardır.
Görülüyor ki, her ne kadar verimsiz toprağa, az bir nüfusa sahip olmuş olsa da önemli bir ticaret merkezi olan bir beldede doğan ve risaletle görevlendirilen Hz. Peygamber'in yaşadığı bu bölgenin coğrafik konumu; Allah tarafından özellikle ihsan edilmiş ve bu konumun ortaya çıkardığı sosyal ve ekonomik hareketliliğin getirdiği ticaret olgusu İslam dininin hızlı yayılmasında en önemli etkenlerden biri olmuştur.
YAZIYA YORUM KAT