İslam Devleti Olmadan Cihad Olur mu?
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlar, yüce Allah’a hamd, resulüne selam ederim. Cihad konusunu irdelemeye inşallah devam edeceğiz. Bu çerçevede cihad ile ilgili çeşitli sorulara cevap bulmaya çalışarak konunun anlaşılmasına katkı sunmaya çalışacağız. Rabbimizden ilmimizi artırmasını ve bizleri anlaşılır kılmasını niyaz ediyoruz.
Cihad, İslam Devleti ve Ulul Emrin İzni Olmadan Yapılabilir mi?
Kur’an'da cihadın hangi sebepler ve hangi koşullar altında yapılacağına ilişkin açıklamalara baktığımızda, cihadın yapılması için İslam devleti şartının konulduğuna ilişkin açık bir hükme rastlayamayız. Bilindiği gibi devlet kavramı, zaten daha sonraki tarihlerde oluşan bir kavramdır ve hangi şartlarda devletin varlığından bahsedilebilineceği de tartışma konusudur. İnsanlığın bildiğimiz anlamdaki ulus devlet modeliyle çok yakın bir geçmişte tanıştığı ise bilinen bir vakıadır. Dolayısıyla cihadın meşruluğu için, İslam devletinin varlığı şartını koşmak isabetli olmayacaktır. Ancak cihadın meşruluğu için ulul emrin izninin gerektiğini söylemek ise doğru bir tespit olacaktır. Zira müslüman toplumun iradesini yansıtan ortak bir karar olmadan her hangi bir Müslüman grup veya şahsın o şart ve zeminlerde cihadın zorunlu olduğuna dair hükmetme yetkisi yoktur. Müslümanların iradeleri de, Müslümanların yetkili kıldığı temsilcileri olan ulul emrin (emir sahiplerinin) içtihadıyla ortaya çıkacaktır. Bu noktada bu emir sahiplerinin, halife/başkan veya şura/meclis olmasının bir önemi yoktur.
Bu noktada bizi bu kanaate götüren hususlar şunlardır:
a-) Ulul Emre İtaate Dönük Ayet ve Hadisler:
“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e itaat edin ve sizden olan ulu'l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” (4/59)
“Kendilerine güvenlik (barış) veya korku (savaş) ile ilgili bir haber geldiğinde onu yayarlar. Hâlbuki onu peygambere ve içlerinden yetki sahibi kimselere götürselerdi, elbette bunlardan, onu değerlendirip sonuç (hüküm) çıkarabilecek nitelikte olanları onu anlayıp bilirlerdi. Allah'ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak şeytana uyardınız.” (4/83)
“Eğer üzerinize Habeşi ve burnu, kulağı kesik bir köle emir tayin edilse, sizi Allah’ın Kitabı ile sevk ve idare ettiği sürece, onun emirlerini dinleyiniz ve itaat ediniz.” (İbn Mace, Cihad, 39; Buhari, Ahkam, 4)
Müslim’in kaydettiği bir rivayette, Ebu Zerr; “Halilim (Hz. Peygamber) bana: “Kolları kesik bir köle bile olsa Emir’i dinleyip itaat etmemi tavsiye etti.” demektedir.
b-)Resulullah’ın (a.s.) Sünneti:
Resul (a.s.) vahyin rehberliğinde cihadın gerekip gerekmediğini belirliyor, kimlere karşı, ne zaman cihadın yapılması gerektiğini somutlaştırıyor ve pratiğe döküyordu. Nitekim Mekkeli Müşriklerin müttefiki Beni Bekir kavminin, Hz. Peygamberin müttefiki Huza’lılara saldırdığı haberini işitince, Resulullah (a.s.) “Size yardım etmezsem yardımsız kalayım.” diyerek, hemen Mekkeli müşriklere ültimatom vermiş ve sebep oldukları zararı tazmin etmelerini istemişti. Bunun yapılmaması durumunda da kendilerine savaş ilan edeceği uyarısını yapmıştı. Akabinde bu uyarıyı dikkate almayan Mekkelilere dönük harekât düzenlenmiş ve bu seferin sonunda Mekke fethedilmiştir. Hudeybiye olayında ise ashabının baskılarına karşın, savaşmayı hikmetli bulmamış ve itirazlara rağmen Mekkeli müşriklerle anlaşma yoluna gitmişti. Açıktır ki Resulullah (a.s.) bütün bunları, resul kimliğinin yanında, ulul emr kimliğiyle de gerçekleştiriyordu. Zaten baba, komşu, eş, hâkim, devlet başkanıyken de, yaptığı diğer işlerde de Allah’ın elçisi olma kimliği kaybolmuyordu. Bu nedenle peygamberin Müslümanların emiri olma pozisyonunda yaptığı şeyler bağlayıcı ise, diğer Müslüman liderlerin içtihadlarının da bağlayıcı olacağı açıktır. (Yalnız şu fark gözden kaçırılmamalıdır; Allah’ın elçisi olduğu için Resulullaha itaatsizlik küfürken; Müslüman lidere yanlış içtihad ettiği inancıyla itaat etmemek, kişileri günahkâr durumuna sokacaktır.)
c-)Müslüman toplumun idarecisiz olamayacağına dair, Ümmet alimlerinin icması. Açıktır ki bir toplumun idarecisinin kararı olmadan herhangi bir hususta karar verilemez. Bu karar cihad(savaş) gibi tüm toplumu etkileyecek çok ciddi bir hususta ise, o toplumun başkanının veya şurasının izninin öncelikle gerekeceği açıktır.
İslam Devleti Olmadan Ulul Emr’den Bahsedilebilir mi?
Kanaatimizce olabilir. Nitekim yukarıda, cihadın yapılabilinmesi için İslam devletinin varlığının şart olmadığını ifade etmiştik. Müslüman fertler için şart olan şey, devlet olamamışlarsa bile müslüman bir toplumu oluşturabilmeleri ve kendi içlerinde örgütlülüğü yakalayabilmeleridir.Böylesine örgütlü bir toplumda idareciler, o toplumun ulul emridirler ve onların kararıyla cihadın yapılması da mümkündür. Tıpkı bugün Suriye, Keşmir, Moro ve Çeçenistan'da olduğu gibi…
İslam Savaşı mı, Barışı mı Önceler?
İslam “dinde zorlama yoktur”(2/256) ilkesiyle, mensuplarına temel bir istikamet vermiştir. Ayrıca “Barış daha hayırlıdır” (4/128) diye buyurarak hayatın her boyutunda sulhun öncelenmesini emretmiş ve savaşı önlemek için hazırlık yapmayı emrettiğinde bile barışın öncelenmesinin altını çizmiştir. “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez. Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (8/60,61)
“Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır.” (2/193)
Barışı önceleme sadece Müslümanların zayıf olduğu durumlar için değil, onların tüm zaman ve durumları için geçerlidir. Nitekim Müslümanların en güçlü oldukları ve ahitlerine sadık kalmayan Müşriklere savaşın ilan edildiği dönemde bile, ahitlerine sadık kalanlara savaşın açılmaması emri, bu durumu net bir şekilde oraya koymaktadır. “Ancak Allah'a ortak koşanlardan, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, sonra da antlaşmalarında size karşı hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiç kimseye yardım etmemiş olanlar, bu hükmün dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayın. Şüphesiz Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever.” (9/4) ”Allah'a ortak koşanların Allah katında ve Resulü yanında bir ahdi nasıl olabilir? Ancak Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız başkadır. Bunlar size karşı dürüst davrandığı sürece, siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever.”(9/7)
İslam Savaşı Ne Zaman ve Niçin Emreder?
İslam barış yolunun tümüyle tıkandığı ve zalimlerin zorbalıklarından vazgeçmeye yanaşmadıkları zaman cihadı emreder. Açıktır ki bu savaş izni baskı, zulüm, sürgün ve katliamların, kısacası fitnelerin engellenmesine dönük bir izindir. “Kendilerine savaş açılan Müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Şüphe yok ki Allah'ın onlara yardım etmeğe gücü yeter.” (22/39)” Onlar, haksız yere, sırf, "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah'ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.”(22/40) “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve "Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver" diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” (4/75) “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.”(2/190) “Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası işte böyledir.”(2/191) ” Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır.” (2/193)
Sözlerimizin sonu Yüce Allah’a hamdır. Rabbimiz hatalarımız ve yanlışlıklarımızdan dolayı ancak senden bağışlanma dileriz…
YAZIYA YORUM KAT