İslam, Demokrasi ve Medine Vesikası
Hayrettin Karaman, bugün ki yazısında İslam, Demokrasi ve Medine Vesikası konularını incelemiş.
Hayrettin Karaman Yeni Şafak'taki köşesinde demokrasi ve islam ilişkisini ele almış ve Medine Vesikası üzerinden geliştirilmeye çalışılan farklı kimliklerden topluluklarla Müslümanların birlikte bir toplumsal-idari yapı oluşturabilecekleri tezini değerlendirmiş.
İslam, Demokrasi ve Medine Vesikası
Hayrettin KARAMAN
Kimi insanlar İslâm'a söz gelmesin diye İslâm ile demokrasiyi aynılaştırmaya çabalamakta, bunların birbirleriyle bağdaştığını iddia etmektedirler. Bu yüzden de demokrasiyi; bir mekanizma, bir teknik, bir siyasi otoritenin ve iktidarın elde edilişini ve kullanılışını sağlayan bir araç olarak ele alırlar. Bunların karşılığı olarak da hilafeti, imameti, bey'atı ve şurayı öne çıkarıp kullanarak bunların demokrasi ile bağdaştığını savunurlar. Halbuki demokrasinin bir üzerine oturduğu zihniyet, bir de bunu yürüten mekanizma, yani pratiği vardır. Demokrasinin oturduğu zihniyette, felsefi temelde beşerin Yaratan'a denkliği, üstünlüğü veya bağımsızlığı vardır. Burada insan Allah'tan bağımsızdır. Demokrasinin esası budur ve bunun İslâm ile katiyetle bağdaşmayacağı kanaatindeyim. Eğer bu noktada anlaşıyorsak, bütünüyle (felsefesi ve tekniği ile) demokrasi Müslümanların siyasi sistemi olamaz. Ancak demokratik mekanizma, İslâm ve siyaset teorisinin ilkeleri doğrultusunda -daha iyisini buluncaya kadar- kullanılabilir.
Sırf mekanizma ve işleyişi bakımından değerlendirmek gerekirse, İslâm ile demokrasi arasında bazı benzeşmeler ve hatta bizler için elverişli pratikler bulunabilmektedir. Asıl problem, demokrasinin kökeninde beşeriyetin bulunması değil, Allah'ı işe karıştırmaması, hâkimiyetin doğrudan ve kaynak olarak halka ait olduğunu ilke olarak kabul etmesidir. Ayrıca demokrasiyi savunanlar, laiklik ve çoğulculuğun içinde barınamadığı bir demokrasinin de olmayacağını söylüyorlar. Demokrasilerde dinli dinsiz, eşcinsel olan ve olmayan, dini ahlak ve hükümlere riayet eden ve etmeyen her kişi; eşit değer, durum ve haklara sahip olarak bir arada yaşarlar. 'Eşit değer, durum ve haklar' da, Batı tipi demokrasinin İslâm ile bağdaşmaz oluşunun bir başka delilidir.
Çokça dile getirilen ve 'laik, liberal demokrasinin İslam'a uygunluğuna' delil gösterilen Medîne Vesikası üzerinde de kısaca durmamız gerekiyor.
Bu vesikanın oluşma şartlarını, serüvenini ve onu takip eden, onu kısmen yürürlükten kaldırıp yerini alan diğer sistemleri göz önüne almadan doğru bir değerlendirmeye ulaşılamaz. Medine Vesikası Peygamber Efendimiz'in (s.a.) Mekke'den Medine'ye hicret ettiği, ilk İslâm site devletinin oluştuğu, Müslümanların güçlü olmadıkları, önemli handikapların bulunduğu ve herkesi karşılarına almalarının mümkün olmadığı bir dönemde oluşmuş ve tam yürürlüğü ancak 9 ay sürmüştür.
Fakat bundan önce ve sonra 20 küsur sene boyunca Kur'an nazil olmuştur. Mümine, münafıka, fasıka, kafire ve müşrike karşı birtakım davranışlar sergilenmiş, hükümler konmuştur. O halde biz başka bir inanç ve hayat tarzını benimseyerek bizimle birlikte yaşamak isteyen gruplarla beraber olacaksak, ilişkilerimizin kurallarını yalnızca Medine Vesikası'na dayandıramayız. Bundan önceki 13 yılı ve ondan sonraki 10 yılı nazar-ı itibara almamız ve bunun tamamını sistemin kaynakları olarak kullanmamız gerekmektedir. Sadece Medine Vesikası'na baktığımızda bile hak ile batılın birbirine eşit olmadığını, Resulullah ile diğer topluluk liderlerinin, Resulullah'a tabi olanlarla diğerlerine tabi olanların eşit olmadıklarını ve iplerin Peygamberimiz'in elinde olduğunu, yani son sözün O'na ait bulunduğunu görüyoruz. Biz ancak bunları göz önünde bulundurarak 'özel bir çoğulculuk anlayışı'ndan bahsedebiliriz.
Hem Peygamberimiz zamanında, hem de sonraki İslâm devletlerinde her inanca mensup insan var olmuştur. Ayrıca Müslüman olup, gerek siyasi, gerekse itikadi açıdan cumhura uymayan, bu anlamda muhalif olan insanlar ve gruplar varlıklarını sürdürebilmiştir. Hakkı kötüye kullanma örneklerini hariçte tutarsak bunların tamamının din, vicdan ve düşünce hürriyetlerini ileri seviyede muhafaza ettiklerini görebilmekteyiz. Ancak İslâm toplumu, teşvik ve beklenti bakımından İslâm'a açık bir toplumdur, küfre açık bir toplum değildir. İslâm toplumunun bütün mekanizmaları küfrün ileride yeşermesi, güçlenmesi ve hakim olmasına değil, İslâm'ın güçlenmesine ve hakim olmasına ayarlanmıştır. Bu ayarların bozulduğu veya bozulma tehlikesi başgösterdiği yerde hangi vesikayı kullanırsanız kullanın yanlış yoldasınız demektir.
Yeni Şafak
HABERE YORUM KAT