Islah Partisi, IŞİD ve Peygamber’e ihanet
Her alanda ağır baskıların yaşandığı diktatörlük döneminde o da yüzlerce arkadaşı gibi cezaevine atılmış ve uzun yıllar cezaevinde kaldıktan sonra özgürlüğüne kavuşmuş. Özgür olduktan sonra da bu sefer ev hapsi günleri başlamış. Fakat herşeye rağmen mücadele azmini, Müslümanların ve ülkesinin geleceğine dair umutlarını hiç kaybetmemiş. Diktatörlük yıkılınca yurtdışından dönen ve cezaevlerinden çıkanların yoğun gayretleriyle yeniden örgütlenmeye başlamışlar. İlk seçimlere bağımsız adaylarla girseler de Nahda’nın başını çektiği hükümetin kurulmasıyla birlikte partileşme talepleri de kabul edilmiş. Ve böylece Islah Cephesi Mart 2012’de Islah Partisi’ne dönüşmüş.
Tunus’un başkenti Tunus’un, hayatın bütün canlılığı ve renkliliği ile aktığı bir bölgesinde buluşmuştuk Islah Partisi’nin Lideri olan Muhammed Hoca ile... 2015 yılıydı ve sanırım aylardan da temmuz ayıydı. Islah Partisi’nin genel merkez olarak kullandığı binanın mütevazılığı hemen dikkatimi çekmişti. Türk kökenli bir Tunuslu olan Muhammed Hoca ve çevresindekiler Selefi olduklarını saklamıyorlardı. Fakat kendilerinin terörden uzak duran Selefiler olduklarını belirtme mecburiyeti hissediyorlardı. Bunun sebebi ise IŞİD’in işlediği vahşi cinayetlerle birlikte sık sık Selefilerin de gündeme gelmesiydi.
Tunus genelinde yaptıkları dâvet, yardım ve siyasî çalışmalarla bilinen Islah Partisi’nin lideri konuşmaya başlarken biz de söylediklerini kayda alıyorduk: “Evet, İslâm’da cihad var; fakat bizim dinimizdeki cihadın kendine göre bazı kuralları da vardır. Cihad birçok şartı, yolu olan bir ibadettir. Hem Laihale illallah Muhammedurrasulullah diyeceksin hem de mazlumları, sivilleri öldüreceksin. Bu nasıl bir cihad? Hem Allahuekber diye bağıracaksın hem de Müslümanları katledeceksin. Bu nasıl bir İslâm? Biz bu tür grupları şiddetle reddediyoruz. Bir takım istihbarat örgütleri tarafından yönlendirilen IŞİD gibi gruplar üzerinden İslâm hakkında kötü bir imaj oluşturulmak isteniyor. Biz insanları barış yoluyla, güzellik yoluyla İslâm’a çağırıyoruz. Kendimize ‘Onları Rabbine güzel bir şekilde çağır ve onlarla hikmetle mücadele et’ ayetini ilke edinmiş bir partiyiz. Bu tür aşırı gruplar Selefî Salihin’in yolunda değiller. Onlar hem Peygamberimize hem de İslâm’a ihanet içerisindeler.”
Muhammed Hoca çarpıcı cümleler kuruyor, IŞİD’i sert bir şekilde eleştiriyordu. Çünkü IŞİD işlediği cinayetlerle en büyük zararı önce Müslümanlara sonra da Selefilere veriyor, Selefi oldukları halde IŞİD’in eylemlerini doğru bulmayan insanlar tüm itirazlarına rağmen IŞİDci olmakla suçlanırken gerçek bambaşkaydı. Selefiliğin IŞİD gibi bir versiyonu olduğu gibi tıpkı Islah Partisi mensupları gibi oldukça mutedil selefiler de vardı. Veya şirkin en berbat uygulamalarına imza atan tasavvufi gruplar gördüğüm gibi son derece düzgün, tasavvufu Kuran ve Sünnet’in çizdiği çerçeveden ayrılmadan ahlaklı bir yaşam kurma olarak gören Sufi gruplarla da karşılaşmıştım. Yaptığım seyahatler esnasında İslam dünyasını anlamak, içinde barındırdığı düşünce akımlarını daha iyi kavramak için ilk olarak asla toptancı yaklaşmamam gerektiğini öğrenmiştim. Ayrıca farklı coğrafyalarda karşılaştığım fraksiyonlar kitaplarda okuduğum teorik çerçevenin dışına çıkıyor, beni sık sık şaşırtıyordu. Şimdi de Tunus’da Türkiye’de bilinenin aksine siyasetin içinde olan, tekfirci veya dışlayıcı bir söylemden ziyade son derece kucaklayıcı ve nazik bir söyleme sahip Selefi bir grupla karşı karşıyaydım.
Dönem dönem Nahda’ya eleştirilerde bulunan Islah Partisi mensupları, seçimlere girmedikleri yerlerde veya sıkıntılı dönemlerde Nahda’ya destek veriyorlardı. Tunuslu mutedil Selefiler, diğer İslami grupların teori ve pratikte katılmadıkları bazı yönleri olsa da Müslümanların iyiliği yayma, kötülüğü engelleme ideali için birbirleriyle dayanışma içinde olması gerektiğini savunuyorlardı.
Son derece sakin, insana güven veren bir ses tonuna sahip olan Muhammed Hoca tekrar konuşmaya başlarken söz dönüp dolaşıp yine IŞİD’e geldi. Islah Partisi’nin lideri bir taraftan IŞİD gibi grupların niçin İslam’ın genel mantığının dışında olduklarını anlatıyor diğer taraftan da terörün bir başka yönüne dikkat çekiyordu: “Dinimiz İslâm bizlere farklı din ve düşüncelere saygı göstermemizi emrediyor. Siz insanları sırf farklı din veya düşünceden diye öldüremezsiniz. İslâm şirki, zulmü, haksızlık, adaletsizlik ve vahşeti sona erdirmek için gelmiş bir dindir. Zulüm karşıtlığı üzerine kurulmuş bir dinin mensupları insanlara zulüm yapabilirler mi? Fakat IŞİD gibi grupların işledikleri suçlar nedeniyle de başkaları suçlanmamalı. Çünkü hiç kimse bir başkasının günahından sorumlu değildir. Biz metod olarak siyasî ve barışçıl yolu benimsemiş bir partiyiz. Hak ve özgürlükler için mücadele ediyoruz. Çünkü bizim dinimiz İslâm insanları tevhide, adalete, kardeşliğe, özgürlüğe ve toplumdaki fertlerin birbirleriyle dayanışma içinde olmasına çağırmaktadır. IŞİD gibi aşırı gruplar en çok İslâm’a ve Müslümanlara zarar veriyor. Bu tür gruplar nedeniyle tüm Müslümanlar suçlanıyor. Bu da zulmün, terörün bir başka çeşididir.”
İslam dünyası Irak ve Suriye’den sonra şimdi de Afganistan’da tekfirci zihniyetin, insanlığa öfkeden, kan ve gözyaşından başka sunacakları hiçbir şeyi olmayan IŞİD gibi grupların saldırı ve tehditleriyle karşı karşıyayken aklıma tekrar Islah Partisi’nin liderinin söyledikleri geldi. İşgal güçlerine karşı yıllar süren ve büyük fedakârlıklarla yürütülen bir bağımsızlık savaşının ardından bu sefer de Müslüman Afgan halkı IŞİD’in ne İslam’a ne de insanlığa sığacak olan katliamlarıyla karşı karşıya. Kendini Horasan IŞİD’i olarak isimlendiren tekfirci örgüt, Taliban hükümetinin başarılı olmasının, ülkede güvenliği sağlamasının önündeki en büyük engellerden biri olacağının sinyallerini daha şimdiden vermeye başladı. Camileri bombalayan, ibadet yapan insanları acımasızca katleden bu hastalıklı zihniyet bir kez daha Müslümanlara zarar vermeye; yeryüzüne insanlığı, ahlakı, merhameti öğreten Peygamberimize ihanet etmeye devam ediyor. Bu ihanetin her anlamda en büyük mağduru ise ne yazık ki yine Müslümanlar ve İslam oluyor.
YAZIYA YORUM KAT