İşkence Elbirliğiyle Nasıl Örtülür?
Yıldıray Oğur Türkiye’nin kronik ‘hukuk devleti olamama sorunu’nu birebir yansıtan bir davaya, Van’ın Gevaş ilçesinde yaşanan işkence vakası ile ilgili davada yaşanan hukuk garabetine değiniyor.
Yıldıray Oğur’un Karar’da yayımlanan konuyla alakalı yazısı (29 Nisan 2019) şöyle:
Adaletten Kötü Muamele Görmek…
Üzerinden iki yıl geçmiş bir işkence davası geçen hafta verilen beraat kararıyla sessizce kapandı. Karar istinaf mahkemesinin önünde.
Ama iki yıl boyunca bu davada olan bitenler, Türkiye’de devletin hikmet-i hükümetinden sual olunmayacak bir varlığa dönüşmekte olduğu hükmünü vermek için yeterli.
İki yıl öncesine gidelim.
9 Haziran 2017 günü akşamı Van Gevaş’ta İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün bahçesinde yaklaşık bin kişinin katıldığı bir toplu iftar verilmekteydi.
Saat: 19.34’de bir araçtan Emniyet binasına doğru iki roket fırlatıldı. Roketlerden biri binaya isabet etti, diğeri ise havadayken patladı.
Allah’tan bir iftar sofrasına yönelik bu terörist saldırı maddi hasarla, kimsenin burnu kanamadan atlatılmıştı.
Polis aynı araçla kaçan teröristleri bulmak için operasyon başlattı.
Üç saat sonra Van Valiliği resmi bir açıklama yaparak teröristlerin yakalandığını açıkladı.
Halen Van Valiliği’nin internet sitesinde yer alan duyuruyu bir kere daha hatırlayalım:
“İlimiz Gevaş ilçesinde, 09.06.2017 günü saat 19:34'te ilçe emniyet amirliğine yönelik silahlı saldırıda BTÖ mensuplarınca 2 adet roket atılmış, ilçe emniyet amirliği ile aynı bölgede düzenlenen toplu iftar programı sırasında gerçekleşen saldırıda, herhangi bir can kaybı veya yaralanma olmamıştır.
Şahısların yakalanması amacıyla yapılan çalışmalarda ilçenin Selimiye Mahallesi Bediüzzaman Camii yakınlarında içerisinde bulundukları 56 XX XXX plakalı araçta 3 şahıs yakalanmış, yapılan ilk sorgulamada saldırıyı gerçekleştirdiklerini itiraf etmişlerdir.”
http://www.van.gov.tr/gevas-ilcemizde-iftar-vakti-gerceklestirilen-roketatarli-saldirinin-failleri-yakalanmistir
Tuhaflıklar valiliğin açıklamasıyla başlamıştı.
Valiliğin teröristlerin araçları içinde yakalandığını duyurduğu Selimiye Mahallesi Bediüzzaman Camii, roketli saldırının yapıldığı İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne arabayla 10 dakika mesafede, şehir içinde bir yerdi.
Dört saat önce ilçe emniyet müdürlüğüne roketli saldırı yapmış teröristlerin aynı araç içinde Emniyet’e 10 dakika mesafesinde yakalanmış olmaları tuhaftı.
Tabii yapılan sorgularında saldırıyı yaptıklarını hemen itiraf etmiş olmaları da...
Valiliğin açıklamasından kısa bir süre sonra o “sorgu”nun fotoğrafları sosyal medyada yayılmaya başladı.
İlk olarak tvlerde görünen terör uzmanlarının da takip ettiği isimsiz bir hesaptan yayılan fotoğraflarda, ikisi yaşlı biri genç üç kişi yüzleri kan ve morluklar içinde görülmekteydi. Başka bir fotoğrafta ise beyaz bir zeminde başı duvara sıkıştırılmış bir kişinin üzerinde bir polisin eli vardı.
https://twitter.com/onlardiridir/status/873272519901548544?s=20
Gevaş İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün nezarethanesinde çekildiği anlaşılan fotoğraflarla birlikte teröristleri araç içinde gösteren MOBESE fotoğrafı da servis edilmişti. Fotoğrafta dikkat çeken ayrıntılardan biri önde oturan kişinin başındaki dikkat çekici basit beyaz şapkaydı.
O gece sosyal medyada yüzleri dağılmış haldeki “terörist”lerin fotoğrafları “ellerinize sağlık”lı mesajlar ve işkence övgüleriyle dolaştırıldı.
Fotoğrafları ilk dolaşıma sokanlardan biri şöyle yazmıştı:
“Van Gevaş Emniyet Müdürlüğü'ne roket atan şahıs yakalandı. Bırakın kendimi öldüreyim diye ağlayıp kafasını duvarlara vururken görüyorsunuz.
https://twitter.com/fatihtezcan/status/873277074722697217?s=20
Fotoğraflar bazı gazete ve televizyonlarda da haber yapıldı.
https://twitter.com/Aksam/status/873427136920432640?s=20
Fakat fotoğraflarının dolaşıma girmesinden sonra bu kişileri tanıyanlardan, yerel gazetecilerden ve bazı HDP’li ve CHP’li siyasetçilerden itirazlar gelmeye başladı: “Bunlar terörist değil, dağa mantar toplamaya çıkmış esnaflar. Terörist diye yakalanıp işkence edilmiş.”
Eleştirilerin artması üzerine o günlerde TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı olan AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu sosyal medya hesabından bir açıklama yaptı:
https://twitter.com/myeneroglu/status/873848828901949441
“Van Gevaş Emniyet Müdürlüğünde cereyan ettiği iddia edilen olayın incelenmesi için @TBMMinshakkom
olarak suç duyurusunda bulunuyoruz.”
Ama Yeneroğlu’nun bu mesajı bile, çoğunluğu AK Parti seçmeni olduğu anlaşılan binlerce kişi tarafından linç edilmesine yetti.
Tehdit edenler, AK Partili vekilin ajan, terörist destekçisi olduğunu söyleyenler, geleneksel “Reis yalnız” edebiyatı yapanlar, 2019’da aday olursan AK Parti’ye oy yok diyenler...
Sosyal medyada lince dönen tepkilere karşı Yeneroğlu’na sürpriz bir destek veren MHP Osmaniye Milletvekili ve İnsan Hakları komisyonu üyesi Doç. Dr. Ruhi Ersoy da kendi partililerinin tepkisini çekti, partisi tarafından da uyarıldı.
Ama her iki vekilin haklılığı beş gün sonra ortaya çıktı.
Valiliğin “suçlarını itiraf eden teröristler” dediği, dövülmüş fotoğrafları medyaya servis edilen mağdurlar mahkeme tarafından adli kontrolle serbest bırakıldılar.
Gerçek ifadelerle ortaya çıkmıştı.
Aslında her şey Van’da esnaflık yapan 32 yaşındaki Abdülselam Aslan’ın 9 Haziran günü mantar toplamak için ünlü Artos Dağı’na çıkmak üzere arkadaşından arabasını almasıyla başlamıştı.
Aslan, mantar toplamaya giderken 53 yaşındaki dayısı Cemal Aslan, 48 yaşındaki akrabası Halil Aslan ile 29 yaşındaki kayınbiraderi Nejdet Beysüm’ü de davet etmişti.
Dört akraba, Artos Dağı’nın arka tarafındaki yaylada mantar topladıktan sonra öğlen 12.00’de geri dönmek için yola çıktılar.
Bu sırada aracın önünü iki silahlı PKK’lı kesti. Araçtan indirilen dört akraba 500 metre yürütüldükten sonra kimliklerine ve cep telefonlarına el konarak bir mağara götürüldü. Başlarına silahlı bir terörist kondu ve dokuz saat boyunca burada tutuldular.
Hava kararınca mağaradan çıkarıldılar, teröristler “yolu takip edin, yolda arabanızı görürsünüz” diyerek onları serbest bırakmıştı.
Terörist bir saldırıya karıştığından habersiz arabalarına bindiler ve şehre doğru yola koyuldular.
Gevaş’a geldiklerinde önce Nejdet Beysüm’ü evine bıraktılar. Ardından başlarına geleni anlatmak üzere Gevaş Emniyeti’ne doğru gitmeye başladılar. Emniyet’e 10 dakikalık mesafede arabaları durduruldu. Esnaf olduklarını ve başlarından geçeni anlatmak üzere emniyete gittiklerini anlattılar ama kimse onları dinlemedi.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/terorist-diye-dovulen-o-koyluler-mantar-topluyormus-40494778
Gözaltına alınırken yaşadıklarını, savcının sokaktaki MOBESE kamerasından izleyerek iddianamesine yazdıklarından okuyalım:
“Araçtan inen 3 şahıstan 1 numaralı şahsın kollarını havaya kaldırmış biçimde yürüdüğü, 2 ve 3 numaraları şahısların ise yerde uzanır vaziyette üstlerine güvenlik görevlilerince oturulmuş biçimde görüldükleri, bir şahsın 1 numaralı şahsa gelerek önce tekme atarak yere düşürdüğü, sonrasında yerdeyken tekme ve yumruk attığı, 2 numaralı şahsın üzerinde yer alan bir şahsın, 2 numaralı şahsa yumruk attığı, 2 numaralı şahsa, şahsın yanında duran bir şahsın ayağı ile vurduğu ve üzerine bastığı, 3 numaralı şahsa yanına gelen bir şahsın tekme attığı, 3 numaralı şahsa üzerinde oturan bir şahsın yumruk attığı, 2 numaralı şahsın yerden kaldırılıp, bulunduğu yere yatırıldığı bu şahsa tekme ve yumruk vurulduğu...”
Dayak ve kötü muamele Emniyet’e götürüldükten sonra da sürdü.
Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun yoğun takibi ve ısrarıyla İçişleri Bakanlığı’nın açtığı idari soruşturmasında ifadesi alınan mağdurlardan Abdusselam Aslan o saatleri şöyle anlattı:
“İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne getirdiler. Araçtan indirdiklerinde, sağlı sollu koridor yapmışlardı. Koridordan geçerken hakaret edip vurdular. Lavabonun yanında fayansın üzerine bastırarak, kafamı dizlerimin arasına soktular. Ne kadar polis varsa vurup gitti. Tanıyan bir polis, beni nezarethaneye götürdü. ‘Niyetli misin’ dedi. ‘Evet’ dedim. Bir bardak su verdi, içtim. Gelen polisler beni nezarethane demirlerine çekip yüzümü yanaştırmamı istiyordu. Yanaşınca yüzüme yumruk atıyorlardı. Başkomiserin odasına götürdüler. Kafamı kaldırmama izin vermediler. Başkomiser başımı yere çöktürmüş, kafama vuruyordu. Parmak izimi alıp nezarete attılar. Birkaç resmi polis nezarethaneye gelerek resim gösterdi. ‘Ben tanımıyorum’ dedim. Tekme tokat döverek, ‘Bu sensin’ dediler. Lavaboya götürdüler. Bayan doktor ‘Ne oldu?’ diye sordu. Arkamda duran iki polis araçtan düştüğümü söyledi. Ben de ‘Hayır burada çalışan herkes beni dövdü’ dedim. İki polis ‘Sen araçtan düştün’ diye beni zorladı. Yarım saat sonra bizi arabaya aldılar, yüzü koyun aracın içine koyup Bölge Hastanesi’ne götürdüler. Araçta dövmeye devam ettiler. Hastane koridorunda resmi polis bana hakaret ederek, kafama vurdu. Hastaneden Terörle Mücadele Şubesi’ne gelene kadar resmi bir polis beni dövmeye devam etti.”
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/mantar-toplarken-terorist-sanildilar-icisleri-bakanligi-mufettis-gonderdi-40525835
Bu arada arabadaki dördüncü kişi olan Nejdet Beysüm’ün evini basan polis, onu gözaltına alırken eve büyük zarar vermiş, camlarını kırmış, eşyalarını dağıtmış, Beysüm ve babasına hakaretler etmişti.
Beş mağdur polislerden şikayetçi oldular.
Peki şikayetçi oldukları polisler ya da güvenlik görevlileri kimdi?
Elde ilk gözaltı sırasında çekilmiş MOBESE görüntüleri ve Emniyet nezarethanesinde çekilmiş güvenlik kamerası görüntüleri vardı.
Sosyal medyada aydınlık ve net fotoğrafların çekildiği Emniyet nezarethanesindeki güvenlik kamerası görüntülerini inceleyen emniyet ve savcılık “ortamın karanlık oluşuna bağlı olarak elverişli bir kayıt yapılamadığı” sonucuna vardı.
Hem MOBESE hem de nezarethane görüntülerinin gönderildiği Jandarma Kriminal de “kameraların açıları, şahısların uzaklığı, ışığın yetersizliği, görüntülerdeki bozulmalar ve yüz detayı elde etmenin teknik olarak mümkün olmaması” nedeniyle teşhiste bulunamadı.
Görüntüleri bir kere de İçişleri Bakanlığı’nın açtığı idari soruşturma kapsamında Van Olay Yeri İnceleme inceledi ama sonuç değişmedi; “Görüntü kalitesi, şahısların kameraya uzaklığı, ışığın yetersizliği” yüzünden polislerin teşhisi mümkün değildi.
Teşhis için şikayetçi ve mağdur beş kişiye kendilerine bu muameleyi yapan görevlilerin eşkalleri çizdirildi, onlara verilen 100’e yakın görevli polis memurlarının resimlerinden teşhis yapmaları istendi.
İddianameye göre Cemal Aslan ve Halil Aslan, “yüzleri yere kapalı olduğu ve havanın karanlık olması” nedeniyle herhangi bir teşhiste bulunamadı. Oğlunun gözaltına alınması sırasında evine zarar veren ve kendilerine kötü davranan polisleri teşhis eden baba Nevzat Beysüm ise savcılıkta ifadesini değiştirdi. Polisleri görmediğini söyledi, sadece kendilerine hakaret eden bir polisi teşhis etti ama ondan da şikayetçi olmadı.
Mağdurlardan Abdüsselam Aslan, kendilerine kötü muamelede bulunan beş polisi teşhis etti. Fakat, bu polislerden dördünün onun “fiziki tarifine uymadığı, olay tespit tutanağında imzaları olmadığından olay anında orada olmadıkları” sonucuna varıldı ve haklarında kovuşturmaya gerek yoktur kararı verildi.
Mağdur Aslan’ın teşhisinde tarif ettiği fiziki özelliklere uyan ve olay anında orada bulunduğu resmen ispatlanabilen tek bir polis vardı: O.Ş.
Soruşturma sırasında mağdurların avukatı Servet Haznedar ilk gözaltı sırasında ve nezarethanede çekilen görüntüleri savcılıktan talep etti ama ne tuhaftır ki onun talebinden dakikalar sonra soruşturma için gizlilik kararı verildi.
Sonunda iddianame yazıldı. Beş mağdurun ve onlarca polisin adının geçtiği olayda tek mağdur Abdüsselam Aslan, tek şüpheli ise onun teşhis ettiği polis memuru O.Ş.’ydi.
Savcı, O.Ş. için “kasten yaralama’ ve “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması”ndan bir buçuk yıldan dört buçuk yıla kadar hapis ceza istedi.
Ama iddianamesinde sık sık yaralanmaların basit ayakta tedavi edilebilecek yaralanmalar olduğunun, güvenlik güçlerine verilen güç kullanma yetkisinin altını çizdi, şüpheliye suçlamaları yöneltmeden önceki cümlelerinde “müştekinin çeşitli tarih ve aşamalarda verdiği ifadelerin kendi içerisinde çelişkiler barındırdığını” vurguladı, “yargılaması yapılarak ve çelişkiler değerlendirilerek” karar verileceğinin altını çizdi.
İddianamenin mahkeme tarafından kabul edilmesi ve bütün delillerin üzerindeki gizliliğin kalkmasından sonra yaşanan bir olay ise hukuk tarihine geçebilecek türden.
Mağdurların avukatı Servet Haznedar davaya bakan Gevaş Asliye Ceza Mahkemesi’ne başvurarak soruşturmanın en önemli delilleri olan gözaltı sırasındaki MOBESE görüntülerinin ve nezarethanedeki güvenlik kamerası kayıtlarının bir örneğini talep etti.
Yeni mezun genç bir hakim olan mahkeme başkanı ise bu talebe şöyle cevap verdi: “Müşteki vekilin talebi CMK’nın 234. Maddesinin b bendinde belirtilen yetkilerinin sınırını aştığı ve talep ettiği kayıtların dosyanın delili olmasından dolayı talebin reddine.”
Yani bir hakim, bir avukata müvekkillerinin yargılandığı davanın en önemli delillerini, üstelik “bunlar dosyanın delili” gibi tuhaf bir gerekçe göstererek vermedi.
Mahkemenin geçen hafta karar duruşması vardı. Beklenen oldu.
Mahkeme “müştekinin olay yerinde bulunmayan polisleri dahi teşhis edişi ile sanık hakkında teşhisinin de sağlıklı olmadığına”, “kamera kayıtlarında teşhise elverişli veri tespit edilememesine” deyip, Türkiye’de hakimlerin mahkemelerde uzun süredir unuttuğu “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine dayanarak davanın tek sanığı polis memuru O.Ş.’nin beraatına karar verdi.
Karar istinaf için Erzurum’daki Bölge Mahkemesi’nin önünde.
Bakalım kenar-ı Van Gölü’nde kurtların koyunları kapmasının hesabı nereden dönecek.
Mesele vatandaşın devlete değil de devletin vatandaşa hesap vermesi olduğunda yine ışıklar yetersiz, kişiler kameranın görüş mesafesinin dışında, şüphe de sanıktan yana olmaya devam mı edecek?
HABERE YORUM KAT