İsimler
Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretti" (2/Bakara, 31). "İsimler" nelerdir? İlk akla gelen ihtimal tabii ki "varlık bilgisi"dir. İsim, bir nesnenin işaretlenmesi, dağlanması demektir.
Hayvanı dağlamak veya bir tepeye bayrak dikmek, hayvanın veya tepenin kime ait olduğunu gösterir. Dolayısıyla isimlendirme aynı zamanda bir temellük ilişkisidir. Ancak kök anlam bir yana, en kısa ifadesiyle isim varlıklara ad olan kelimedir. Varlık aleminde olanlar, hakikatte "Allah'ın isimleri"nin varlık alanına çıkması, varlık bulması demek olduğundan, Adem'in bizzarure Allah'ın isimlerini de öğrenmiş olması gerekmektedir. Eflatun'un terimlerini kullanmak gerekirse, Allah'ın isimleri varlıkların arketipleri (a'yan-ı sabiteleri)dir. Kök, tohum, potansiyel madde isimlerdir; bunların tezahürü, kuvveden fiile geçmesi, varlık sahasına intikali varlığı ve varlık alemindeki her şeyi meydana getirir. Adem'in üç ayrı bilgiye sahip olduğunu söyleyebiliriz:
a) Allah'ın isimlerinin (Esmau'l-hüsna) ve bu çerçevede sıfatların ve fiillerin bilgisi. İnsan kendisine bahşedilen bu kabiliyet sayesinde Allah'ın isimlerini bilir; b) İsimlerin varlık alanına çıkmış bulunan formları olan maddi ve maddi olmayan bilumum nesneler, fenomenler ve mertebeler; eşyanın sıfatları, özellikleri, fonksiyonu, değeri ve mahiyetiyle ilgili bilgi; c) Bu iki bilgiye bağlı olarak (doğru veya yanlış, yararlı veya zararlı, isabetli veya isabetsiz) varlıklara isim koyma yeteneği. Dil, dil bilgisi, dili konuşma, oluşturma, kavramsal modeller geliştirme, soyutlama yapma yeteneği vs..
Bazı bilginler Hakikat'in akılla, dilin ise öğrenme ile bilinebileceğini söylemişlerdir ki, bu ayet "Ta'lim-i esma"dan bahseder. İnsan dünyaya hem potansiyel bilgilerle, hem yeni bilgiler edinme, bilgilerini geliştirme, biriktirme ve yeni bilgilere dönüştürerek kendisinden sonraki nesillere intikal ettirme yeteneğiyle gelir.
Bu çerçevede "isimlendirme"ye tanımlama, semantik yeniden inşa etme çabası diyebiliriz. İnsan bunu yapar, yani isimlendirmek suretiyle tanımlar, müdahale eder. Kelimenin kök anlamının işaret ettiği üzere burada bir temellük söz konusudur. Yani siz bir hayvanı dağladığınız zaman kendi logonuzu, bir tepeye bayrak diktiğiniz zaman kendinize ait bir işareti koymuş olursunuz; böylece hayvan veya tepeyi temellük etmiş olursunuz. Hayvan veya tepe sanki artık sizindir. Ancak bir hakikati göz ardı ederek gaflete düşmemek gerekir: Size isimlendirme, tanımlama yetisini veren Allah'tır; dağladığınız, bayrak diktiğiniz nesnelerin hakiki sahibi/maliki siz değilsiniz. Sahip ve malik Allah'tır. Sizin yapabileceğiniz şey, Ta'lim-i esma'nın size kazandırdığı imkanları kullanarak doğru bir biçimde tanımlar, yani semantik bir müdahalede bulunursunuz.
Biz isimleri ve bilgiyi elde etmiş değiliz, bunlar bize öğretilmiştir, öğreten Allah'tır. Yunanlılar bilgiyi tanrılardan/Zeus'tan çalmak zorunda kaldılar, bu yüzden her zaman tanrılarla çatıştılar. İslam'a göre Allah bize bilgiyi öğretti, nihayetinde bütün varlık alemi ilahi isimlerin varlık alanına çıkmasından ibarettir. İlahi isimleri (Ma'rifetullahı) ve varlıkların isimlerini (Ma'rifetulhalk) öğrendik, geride Marifetunnefs kaldı.
Bütün varlık aleminde, Allah'ın müdahil olmadığı topluiğne ucu kadar özerk bir alan yoktur; yani "din-dışı alan"a karşılık olabilecek laik veya seküler alan mevcut değildir, insan bunu sadece kendi zihninde bir vehim olarak kurgulamıştır. Hakikat bu iken, kendimizi ve varlığı nasıl isimlerden tecrit ederek özerkleştirebiliriz ki!
Bir başka açıdan beşeri kültürel hayatta mademki isimlendirme yetisine sahibiz, o halde Ta'lim-i esma (öğretilmiş bilgi) ve Nübüvvet bilgisi (indirilmiş bilgi)nin imkanlarından hareketle, yani vahyi kök bilgi-kurucu fikir kabul ederek isimlendirebilir, dış dünyadan bize gelen kavramları semantik müdahaleye tabi tutabiliriz. Bu, bizim Müslümanlar olarak hiçbir yabancı kültürden korkup içimize kapanmamızı gerektirecek bir durum olmadığını açıkça göstermektedir. Sadece sağ ayağımız kendi asli mihverimiz üzerinde bulunsun, arza sapasağlam bassın, yeter.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT