Musul’da Sünni halkın Maliki zulmüne karşı ayaklanması ile başlayan kıyam süreci IŞİD’in basiretsizliği yüzünden tehdit altında.

Barzani güçlerinin hakimiyetindeki bölgelere yönelik askeri operasyonlara girişen IŞİD hedef, mantık, insaf gözetmeyen tutumuyla Maliki diktatörlüğünü güçlendiriyor. Oysa Sünnilerin yoğun baskı ve zulüm altında yaşadıkları Anbar, Ninova, Selahaddin eyaletlerinde başlayan kıyamın öncelikle Maliki diktatörlüğünün merkezi olan Bağdat’ı hedef alması bekleniyordu.  

Musul’un ele geçirilmesinden sonra adını İslam Devleti olarak kısaltan IŞİD, uyguladığı taktiklerle kitleleri adeta İslami devlet anlayışından uzaklaştırma politikası güdüyor. Hakimiyet kurduğu bölgeleri büyütme mantığıyla hareket eden IŞİD ittifak edebileceği, birlikte hareket edebileceği kesimleri düşmanlaştıran uygulamalara imza atıyor.

Hiçbir önceliği olmamasına rağmen türbe yıkımlarına girişerek Şiilerin “türbelerimiz tehdit altında” propagandasını haklı çıkartan eylemlerden sonra, şimdi de Hıristiyan ve Ezidilere yönelik söylemleriyle İslami hareketlere yönelik kalıplaşmış bir itham olan “gayrı Müslimleri hedef alıyor” tezini haklı çıkartıyor.

Irak’ta Sünni Arapların ve Kürtlerin birlikte hareket etmesi her açıdan bir zorunluluk, çok basit bir akıl yürütmeyle her iki kesimin de birbiriyle ittifak etmek zorunda oldukları açık. Buna rağmen IŞİD’in Kürtleri düşmanlaştıran bir politika izlemesi Irak’ta sadece ABD destekli İran imparatorluğuna hizmet etmeyi getiriyor. Kitlesel tabanının bulunmadığı yerlerde IŞİD’in askeri hakimiyet peşinde koşması bu bölgelerde yaşayan insanları laik-milliyetçi hareketlere yakınlaştırırken, uzun vadede İslami hareketin muhatap kitle zeminini daraltıyor.

IŞİD nasıl bir strateji izliyor, neyi hedefliyor bilmiyoruz ama zoru başardığı ortada! Düne kadar birbirlerine düşman olan Maliki yönetimiyle Barzani’yi yakınlaştırdığı gibi, selden kütük kapma hesabı içindeki Rojava fırsatçısı PKK-PYD’yi de KDP’nin ve Kürtlerin hamisi, koruyucusu konumuna oturttu. Bu kadar basiretsiz bir tutum ancak stratejik bir akıl ile mümkün olsa gerek!

Oysa biraz insafla, basiretle her şey başka türlü olabilirdi. Binlerce insanın büyük fedakarlıklarla, müthiş bir azimle, cesaretle her şeyi göze alarak ve Allah için her şeylerini feda ederek ortaya koydukları çabalar çok daha sahih, salim ve sağlıklı bir zeminin inşasına katkı sağlayabilirdi. Ne yazık ki, ne Suriye’de işlenen hatalardan ders alındığına, ne de Irak’ta daha kuşatıcı olunacağına dair bir görüntü mevcut, bilakis yanlışlar tekrarlanıyor, çoğaltılıyor. 

Tebliğle, davetle kalpleri tevhidi mesaja ısındırılması gereken insanların sanki abartılı, şedid tutumlar yüzünden içine yuvarlandıkları şirk ve hurafe batağına daha fazla saplanmalarına yol açacak eylemler sergileniyor. Üstelik hem küresel, hem bölgesel düzeyde korkunç bir propaganda kampanyasının yürütüldüğü, İslam düşmanlarının kurguladığı yalanların adeta nehir olup aktığı bir vasatta bu hatalar, bu vahim hatalar yapılıyor. Yalan, iftira sağanağının Müslümanları dahi etkisi altına aldığı bir zeminde zalim, kafir güçlere malzeme veriliyor. Ortaya öyle bir manzara çıkıyor ki, IŞİD’in artık Kabe’yi yıkacağına, Kuran’ı değiştireceğine dair seviyesiz yalanlar dahi inandırıcı bulunabiliyor. Aynı şekilde elde tek bir delil dahi olmasa çoluk çocuk demeden insanları katlettiğine, kadınları kaçırdığına dair iftiralar etkili oluyor.

Sonuçta, İslam’ın insanı, hayatı, kainatı kuşatan rahmet mesajı yerine şekilciliği; hikmet ve basiret ölçüsü yerine, naslara yönelik yüzeysel yaklaşımı; kazanmayı sadece askeri zemine hapsedip kalplere korku salmayı öne çıkartan bir yaklaşımın tıkandığı noktaya üzülerek şahitlik ediyoruz. Mazlum ve çaresiz insanların yaşadıkları acılara ilaveten İslam’ın sahih mesajının, basiretsiz Müslümanlar eliyle gölgelenmesi, kirlenmesi hüznümüzü derinleştiriyor.