1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. KİTAP

  4. IŞİD “Piyasasında” Aliya’yı “Harcamak!”
IŞİD “Piyasasında” Aliya’yı “Harcamak!”

IŞİD “Piyasasında” Aliya’yı “Harcamak!”

Türkçede IŞİD hakkında yayımlanan son kitap bu ay yayımlanan Jürgen Elsasser imzalı Batılı Gizli Servislerden IŞİD’e Giden Yol adını taşıyor.

24 Ağustos 2015 Pazartesi 19:05A+A-

Asım Öz / Dünya Bülteni

Yayın dünyası öteden beri aktüel konular etrafında ajitasyona dayanan kitaplar yayımlamayı ön planda tutar. İnceleme, araştırma, biyografi, hatırat, sözlü tarih çalışmaları ve elbet gazeteci kitapları aktüel olan konuların konuşulma sürecini etkileyen hatta yönlendiren bir boyuta sahip olduğu bilinir. Son aylarda hakkında bilgi üretiminin arttığı konular arasında 2014 yazında paldır küldür ortaya çıkarak yüz günlük bir sürede Ortadoğu siyasetini kökten değiştiren Irak Şam İslâm Devleti (IŞİD/DAİŞ) ön plana çıkmaktadır. Yayın dünyasının temayüllerinden anlaşıldığı kadarıyla dünyanın bir numaralı düşmanı ilan edilen örgüte dair bu çeşit kitapların sayısı artmaya devam edecektir. (Tıpkı 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından yayımlanan pek çok kitap gibi.) İnsanları kendi “yegâne” ‘yorum’una itaat ettirmekte acımasız davranan IŞİD, mürtet ve müşrik diye tanımladığı/yaftaladığı ya da kendi egemenliğine karşı olan kim varsa ya öldürdü ya da göç etmeye zorladı. Kırk yıl öncesinin Kamboçya’sındaki Kızıl Kmerlerini hatırlatırcasına açık şiddet kullanan yapı aynı zamanda bir söylenti bombardımanını da beraberinde getirdi.

Buna mukabil, şaşırtıcı olmayan bir şekilde solun/ ve bir kısım liberallerin IŞİD barbarlığı karşısında sürekli bir biçimde uygar değerlerin propagandasını yapmanın ötesinde olgusal olarak bu yapıyı izah edebilen örgüt sosyolojisi türü çalışmalar yapmaya vakti ve mecali olmadığından üretimi görece kolay olan popüler kitaplarına mahkûm olduğu da başka bir gerçek. Meselenin sadece bununla da sınırlı kalmadığını belirtmemiz gerekir. Çok geçmeden bu yapı üzerinden okurları salak ile avanak arası bir konuma yerleştirme pahasına şu ya da bu ölçüde adı İslâmcılıkla anılan düşünürlerin IŞİD çuvalına doldurulduğuna şahit olduk, oluyoruz. İroniktir ki bunlardan birinin yazılış tarihi 2005’ti yani daha ortada IŞİD türü bir yapılanmadan eser olmadığı tarihte yazılan kitaba yazılan güncel girişin kitabın, IŞİD adını öne çıkartacak şekilde yayımlanması için yeterli zannedilmişti.

OPERASYONEL BİR KİTAP VE HEP AYNI NAKARAT

Takip edebildiğim kadarıyla IŞİD konusunda Türkçede yayımlanan ilk kitap Patric Cockburn’ünİslâm Devletinin Yükselişi: IŞİD ve Yeni Sünni Ayaklanması(2014) eseriydi. Görece analitik olan kitap, ilk başta kuzey Suriye ve Irak’ta el-Kaide’ye benzer hareketlerin gücünün büyümesini Batılı siyasetçilere, medya mensuplarına ve kamuoyuna anlatmak maksadıyla tasarlanmış. IŞİD hakkında yayımlanan son kitap ise bu ay yayımlanan Jürgen Elsasser imzalı Batılı Gizli Servislerden IŞİD’e Giden Yol adını taşıyor. Yazarın on yıllık gazetecilik çalışmasının ve Balkanlarda birçok bölgenin ziyaretini içeren araştırmalarının sonucu olarak ortaya çıkan kitap, 2005 yılında yayımlanmış. Kitabın IŞİD adını öne çıkaracak şekilde yayımlanmasını mazur gösteren tek şey girişinde yer alan birkaç sayfalık kısım. Herhalde bir de 1990’larda Aliya’nın “prensip olarak feodal bir İslâm devleti kurmak arzusunda” olduğu şeklindeki suçlama etkili olmuştur! Genel olarak kitap, anti-İslâmcı tezvirata katkı sunmanın ötesinde kayda değer bir analiz içermiyor.

Ana hatlarıyla kitabın tezi nedir, diye sorduğumuzda karşımıza çıkan tek şey “Köktendincilik Tükeniyor” oluyor. 1990’larda Balkanlar’da yaşanan savaş ve bombalama olaylarında Sırpları aklayan, Müslümanları tek suçlu olarak gösteren bütün ahlaki ölçüleri geçersiz kılacak derecede operasyonel bir kitapla karşı karşıyayız. Yayınevini de nazarı itibara alırsak hep CIA nakaratını tekrarlayan fakat bunu sadece İslâmî hareketler için yapan cepheye ciddi ölçüde mühimmat taşıyor. Tabir caizse Sırp saldırganlığının suçsuz ve silahsız kurbanlarını mahkûm etmeye matuf bir çalışma yapmış yazar! Bu yüzden, Bosnalı Müslümanlara karşı işlenen en kötü suçlardan bir kısmı, bilinenin tersine Sırplar tarafından değil, tüm dünya kamuoyunu Sırpların aleyhine çevirmek isteyen özel mücahit birliklerince işlendiğini iddia ediyor. Öncesinde ise özellikle Balkanlar’da “faşist bir kültür” içerisinde yetişen Aliya İzzetbegoviç’in “dinci ve gerici” bir kişilik olarak ne kadar tehlikeli olduğunun sayfalarca anlatımı. Dahası, propaganda malzemesi olarak kullanılan infaz videolarında İzzetbegoviç’in de rolünün olduğunu ispatlama gayreti.

Dahası yazar bu konuda daha da ileri gidiyor: Radovan Karaciç’in Srebrenitsa’dan dolayı Lahey’deki BM mahkemesinde yargılandığı gibi Aliya’nın da bu tür suçlardan dolayı yargılanması gerektiğini ama öldüğü 2003 yılına kadar hiçbir suçlamayla karşı karşıya kalmamış olmasının eleştiriyor. Ona göre bunun altında yatan yegâne sebep, Aliya’nın ardındaki Batı desteği. Bu yüzden kitabın giriş kısmından sonraki sayfalarda yer alan anlatım stratejileri ve tekniklerine kısaca göz atmakta yarar vardır. Keza Jürgen Elsasser, İvo Andriç’in Ömer Paşa romanından hareketle, Balkanlar’da Müslüman olanların, aslında Müslüman fatihlerin baskısıyla Müslüman olmuş Slav-Ortodoks üst tabakaya mensup olduklarını ispata yelteniyor. Öyle ki, bu tabakaya mensup olanların, bey ve ağa sıfatlarını alarak feodal ayrıcalıklarını koruyarak yeni egemenin hizmetinde alt tabakaların derilerini daha iyi yüzdüklerine kadar vardırıyor iddialarını. Müslümanların özellikle yirminci yüzyılda büyük güçlerin emrinde olduklarını ve bunun 80’lerin ortasında başlayıp 90’ların başlarında yaşanan çeşitli gelişmelerle nihayete eren Yugoslavya’nın çöküşü sürecinde de görüldüğünü söylüyor. Sırp tarafgirliğini yansıtan şu satırlara bakalım:

“Çok sayıda Sırp ülkenin bütünlüğünü tehdit eden Müslüman tehlikesi konusunda erken uyarılarda bulunmuştu. 80’li yıllarda Tito’nun ölümünden sonra Kosova’da huzursuzlukların çıktığı ve Bosna’da Aliya İzzetbegoviç ve çevresindeki gerici takımı yeniden seslerini çıkarmaya başladığı için özellikle alarm durumundaydılar. (…)

Benzer şekilde çatışmalar 90’lı yıllarda da çıktı. Aslında hem Bosna-Hersek’te hem de Kosova’da Yugoslavya’ya karşı ayaklananlar temelde Müslüman asilerdi. Müslüman asiler, yabancı mücahitlerin tüm desteğine rağmen her iki durumda da Batı’dan muazzam yardım gördükten sonra başarılı olabildiler: 1994-1995’te, Bosna’da İzzetbegoviç’in askerlerine ABD aracılığıyla gizlice silahlar yollanmış ve bu birliklere iki hafta boyunca hava desteği sağlanmıştır.”

Yazar 11 Eylül 2001 saldırılarının yoğun olarak konuşulup tartışıldığı bir iklimde kaleme aldığı kitabında Aliya İzzetbegoviç’in Batı medyasındaki olumlu imajını yıkmaya niyetlenmiş. Bu yüzden onu Usame bin Ladin’le çalışmış bir kişilik olarak sunuyor. İzzetbegoviç’in 1940’lı yıllarlarda partizanlara karşı mücadele eden Bosnalı Müslümanlar ve 1941 sonrasında Genç Müslümanlar(Mladi Müslümani) hareketi içerisinde yer almasını hatırlatıyor. Almanlarla Müslümanların ilişkisine değinerek, Müslümanların komünizme karşı Nazilerle birlikte hareket ettiklerini gündeme getiriyor.

Jürgen Elsasser, Aliya İzzetbegoviç’in 1946 yılında herhangi bir kanıt bulunamamasına rağmen “dini nefret ve şiddet çağrısı” yaptığı için üç yıl hapse mahkûm edildiğini kaydediyor. Ona göre, Aliya’nın üye olduğu Genç Müslümanlar hareketi Müslüman Kardeşler hareketiyle eş zamanlı kuruldu. Benna’nın gençlik teşkilatını İslâmî hareketin ön safhası olarak gördüğünü hatırlatan yazar, Genç Müslümanlar ile Müslüman Kardeşlerin “aynı dünya görüşüne sahip olduklarının” altını çiziyor. Bunu yapmasının sebebi çağdaş Müslüman öznelliğin hilafet sonrası şartlardaki arayışlarını anlamaya dönük bir zihniyet analizinden kaynaklanmadığı son derece açık. Çünkü yazara göre bu ideolojik kimlik, aynı zamanda günümüzdeki “İslâmî” terörizmin temellerini atmıştır. İzzetbegoviç’in, dönemin Kudüs Müftüsü Hacı Emin el Hüseyni'nin çağrısına uyarak, İslâm davası için komünistlere karşı direnme stratejisi hayata geçirmesi yazar tarafından kabul edilemez bulunuyor. Yine ona göre, Balkanları etkileyen bu hareketlerin çıktığı Ortadoğu’da 1950’lerde din, milliyetçilik sayesinde egemen konumunu kaybetmeye yüz tutmuştu. Ne var ki, yazara kulak verecek olursak, Batılılar Baasçılık ve milliyetçilikler karşısında İslâmcılığa yol açarak dinin günden güne etkili olmasına sebep oldular. Onun açıklamalarının izinden gidildiğinde, İslâmcılar ya iç savaş çıkartıyorlar, ya var olan devletleri yıkıyorlar ya da kendi din devletlerini kurmak için Batı’nın yardımına ihtiyaç duyan sürekli bir şekilde yönlendirmeye yatkın sözde öznelerdir. Ayrıca faşizmin sürekli saldırı potansiyeline sahip olmadıkları için zaman içinde körelen bir yaklaşıma sahiptirler. Zaten hareket zeminleri farklı olsa da, günümüzde reel İslâmcılığın eleştirisi olarak ortaya konulan “anti-İslâmcı İslâmcı” tezlerin önemli ölçüde Baasçılık içermesi de bundan bağımsız olarak ele alınamaz.

ANTİ-İSLÂMCI TEZVİRATIN KULPLARI

Dünyanın bugününü açıklamak için dini ve idealist açıklamalardan sıyrılarak meselenin dünyevi nedenlerine bakılması gerektiğinin altını çizen yazar her nedense konu İslâmcılar olunca şirazesini kolaylıkla kaybediyor. Aliya ile Seyyid Kutup üzerinden tüm İslâmî hareketleri terörist olarak değerlendiren Elsasser, Kutup’un 1966 yılında Kahire’de idam edilmesinin ardımdan yaşanan gelişmeleri buna kanıt olarak ileri sürüyor. Muhammed Kutup’un Suudi Arabistan’a gelerek burada İhvan’ın düşüncelerini yansıtan yasak yayınları/kitapları yaymasının ardından, Seyyid Kutup’un el-Kaide’ye katılacak tüm grupların entelektüel kahramanına dönüştüğü şeklindeki kanaatleri aktarıyor. Müslüman Kardeşlerin içerisinden çıkacak olan Hamas, İslâmî Cihat gibi yapıların 1990’larda Balkanlara savaşçılar göndererek fikri ittifakı fiili ittifaka dönüştürdüğünü belirten yazar bir yandan Müslüman Kardeşlerle Genç Müslümanlar arasındaki fikrî benzerliği terörist bir bağ olarak ele alırken diğer yandan da, Genç Müslümanların, Naziler tarafından Partizan hareketine karşı kullanılan Hançer Birliğine dayandığını ileri sürüyor. Son kertede Müslüman Kardeşler yanında Genç Müslümanlar özellikle de Aliya İzzetbegoviç’e terörist kulpu takılıyor.

Tito’nun Partizanlarının zaferinin ardından Genç Müslümanlar hareketi üyelerinin birçoğunun ölüm cezasına çarptırıldığı biliniyor. Yazara göre, Aliya’nın bu süreçte üç yıl hapse mahkûm edilmesine sebep olan, 1945 öncesinde katıldığı eylemler değildir. Bu tarihten sonra kurulan ve Aliya’nın aynı zamanda redaktörlüğünü üstlendiği el-Mücahid gazetesinde yayımlanan ve cihat çağrısı yapan imzasız mektuba büyük önem atfeden yazar, 1990’larda olup biten pek çok şeyin bu mektupla izah edilebileceğini sanıyor. NATO’culuk ve Nazi yandaşlığı kulplarını birbirinin yedeği olarak işlevsel kılan yazar, gazetede yayımlanan mektuptan cihadı terörizmle özdeşleştirebilmek maksadıyla şu satırlara dikkat çekiyor:

“ Müslüman kardeşliği bizi birbirimize bağlıyor,

Ölümü küçümsüyoruz ve savaş meydanına çıkıyoruz,

Zaman geldi, kahramanlar öne çıkın,

Biz cihada gidiyoruz.”

1940’ların sonunda Tito yönetimindeki Yugoslavya’da, Genç Müslümanlar hareketi, dönemin şartlarından dolayı yeraltına inmiş, Arap ülkelerinden gelen öğrencilerle iletişim kurmuş, makaleler yayımlayarak çeşitli konular üzerine tartışmalar düzenlemişlerdir. Yazara göre, kardeşlik ve birlik sloganlarıyla kurulan Yugoslavya modelinin Doğu ile Batıyı birleştiren, çok dilliliğini ve kültürlülüğünü sabote edenler bu yıllarda yetişmişlerdir. Onun değerlendirmesini esas alırsak, Müslümanların kendilerini Yugoslav kimliğiyle tanımlamayıp, dini özel bir mesele görmeleri İkinci Dünya Savaşından sonra hızla artmıştır. 1970’lerin ortalarına kadar süren refah düzeyindeki artışlar da onların devlete bağlılığını arttırmış ve İslâmî köktencilik destek görmemiştir. Bununla birlikte birtakım önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Tito 1968’de Bosna’da, 1971’de ülke genelinde Müslümanları dinî bir grup olmaktan çıkararak anayasal ölçekte kurucu bir millet haline getirmiştir. Müslümanlar arasında köktendinci fikirlerin yayılmasına sebep olduğu düşünülen bu karara, Yugoslavya eski meclis başkanlarından Yahudi Moshe Pijade karşı çıkmıştır. Diğer taraftan yapılan çalışmalar 1970’te programa dönüşecek olan bir dizi fikri oluşuma zemin hazırlamıştır.İslâmî Deklarasyon’un ilk taslağı 1969’da tamamlanacak ve 1970’te Begoviç’in kendi yayını( samisdat)[1] olarak basılacaktır. Bu kitap hakkında ayrıntılı sayılabilecek bir değerlendirme yapan yazar, İzzetbegoviç’in köktendinci düşünürlerle bağlantısı üzerinde yoğun bir şekilde durmaktadır.

Önemli bir noktanın altını çizelim: Elsasser, uzlaşmaz ve barış olasılıklarını sürekli bir biçimde sekteye uğratan savaşçı olarak gördüğü Aliya İzzetbegoviç’in, İslâmî Deklarasyonu yazma sürecinde Seyyid Kutup’un 1973 yılında Belgrad’ta Dilema oko İslâma adıyla yayımlanan kitabından yararlandığına dikkat çekiyor. Oysa söz konusu kitap Seyyid Kutup’un değil, Muhammed Kutup’unİslâm’ın Etrafındaki Şüpheler adını taşıyan kitabıdır. Ardından da Kutup ve Aliya etkileşimi üzerinden anti-İslâmcı bir yaklaşımı donanımlı kılmak için elinden geleni ardına koymuyor. Bu çerçevede şu alıntıyı yapmakta fayda var:

“ Kutb’un eseri, Balkanlar’daki dostları üzerinde köktendinci bir etki yaratmıştır. İslâmi Deklarasyon’un temelinde ‘dinin ve politikanın birliği anlamına gelen İslâmi düzen prensibi’ bulunmaktadır. Dinin ve politikanın bu birliği İslâm cemaati için de hoşgörüsüzlük anlamına gelmektedir.(…) Aynı zamanda diğer cemaatlere karşı bir savaş ilanıdır.(…) İzzetbegoviç, Batı’nın zararlı etkisini ortadan kaldırmak için kamusal yaşamın köktendinci bir şekilde düzenlenmesini önermektedir.(…) İzzetbegoviç’in İsrail’e karşı nefret içeren sözlerinin artıyor olması bizi çok az şaşırtacaktır.(…)

İzzetbegoviç’in sözlerine benzer şeyleri kâğıda dökecek her yazar haklı bir şekilde Yahudi düşmanlığıyla suçlanırdı. Zaten İzzetbegoviç, İslâmi Deklarasyon nedeniyle Yugoslavya’da 1983 yılında 14 yıl hapis cezasına çarptırıldı.(İzzzetbegoviç, bu cezanın sadece 5 yılını çekti), ama bu ceza bile İzzetbegoviç’in Batı’daki şöhretine zarar vermedi. 1990 yılında Saraybosna’da İslâmi Deklarasyon’un yeni bir baskısı yapıldı ve hatta İngilizce olarak yayımlandı. Ancak ilginç bir şekilde hiçbir yabancı basın mensubu konuya ilgi göstermedi.”

Ortodoks İslâmcıların mücadelesine rağmen modern ve köktenci olmayan bir İslâm anlayışının yeşermesi ümidine methiyeler düzen yazar, Tito’nun Yugoslav idealini romantize eden bir yaklaşımla yaşanan olumsuzlukların sadece İslâmcılardan kaynaklandığını tekrar eden bir tutuma sahip. Öyle ki, 1990 yılında kurulan Demokratik Eylem Partisi (Stranka Demokratske Akcije-SDA) içindeki laiklik yanlısı Boşnak Müslümanların, daha en başından İzzetbegoviç’in çevresindeki gerici çevre tarafından baskı altına alındığını belirtecektir. Dahası bu gerici çevrenin üyelerinin, aslında II. Dünya Savaşı esnasında Genç Müslümanların Bosna kanadını oluşturan ve İslâmî Deklarasyon’u hazırlayan kadrodan oldukları iddia edilecektir. 1983’te İzzetbegoviç’le birlikte yargılanan beş kişinin partinin yürütme kadrosuna dâhil edilmesi de bu çerçevede yorumlanacaktır. Ayrıca yazar tüm komplocu İslâmî hareketler araştırmalarında olduğu üzere, Bosna’da Aliya’nın Müslüman Boşnak seçmenin çoğunluğunun desteğini almayı başarmasının Batı’nın özellikle de ABD’nin yardımı olmaksızın gerçekleşmesinin mümkün olmayacağını iddia ediyor.

Unutmamamız gereken nokta şu: İslâmi Deklarasyon’un hazırlanmasına katkı sunan İslâmcı “fanatik şebekenin” Bosna’yı ele geçirdikleri tezviratını yapan Jürgen Elsasser ile günümüzün pek çok yazarının yaklaşımları üç aşağı beş yukarı birbirine benziyor. Serinkanlılığını muhafaza ederek kitabı baştan sona okuyanlar, meselenin IŞİD’ten ziyade Bosna’da yaşanan olumsuzlukları Aliya İzzetbegoviç ve arkadaşlarının üstüne yıkacak şekilde kurgulandığını ve onların imajını büsbütün karalamaya matuf olduğunu rahatlıkla göreceklerdir. Kısaca değindiğim bütün bu etmenler, bu tür kitapları var olan gerçekler hakkında nesnel bilgiler edinebileceğimiz güvenilir kaynaklar olarak görmemizi zorlaştırır.

Jürgen Elsasser, Batılı Gizli Servislerden IŞİD’e Giden Yol, Kaynak Yayınları, 2015, 360 sayfa.

[1] Sovyetler Birliğinde ve reel sosyalist ülkelerde rejim karşıtı olarak görülen ve elle, teksirle veya fotokopi gibi yollarla çoğaltılarak yayımlanmış yayınlar “samisdat” olarak adlandırılmıştır.

 

HABERE YORUM KAT

3 Yorum