1. YAZARLAR

  2. MUSTAFA SİEL

  3. IŞİD Bizi İşitir mi?
MUSTAFA SİEL

MUSTAFA SİEL

Yazarın Tüm Yazıları >

IŞİD Bizi İşitir mi?

28 Haziran 2014 Cumartesi 12:46A+A-

Nereden Çıktı Bu Işid?

Işid’in Suriye’deki olumsuz faaliyetlerinin ardından Irak’ta elde ettiği başarılar, komplo teorilerinin patlama yapmasına ve havada uçuşmaya başlamasına neden oldu. Üstelik bu uçuşan teoriler havada çarpışıyor, bir teorinin ak dediğine diğeri kara diyor.

Sanki her şey gizli gruplar, derin yada açık devletlerin elindeymiş ve bu yapılar her şeye kadiri mutlakmış gibi bakanlar, Işid gibi bir yapının ortaya çıkmasına ve başarılarına inanamıyor; kazın ayağının öyle olmadığını, işin içinde iş olduğunu, iplerin başkalarının elinde olduğunu yemin billah anlatmaya çalışıyorlar.

Elbette Işid’in Suriye ve Irak’ta yaptıkları yanlışları tasvip etmiyoruz. Işid’in bir takım faaliyetlerinin mazlumların ve Müslümanların aleyhine, zalimlerin ve kafirlerin faydasına olduğu da bir vakıadır. Lakin bu durum Işid’in kukla bir örgüt olması, birilerince kurulup yönlendirildiği anlamına gelmez kesinlikle. Eğer olayı böyle yorumlarsak, bu kuklalık ithamından bizzat bu ithamları yapanlar dahil hiçbir grup kurtulamaz, zaten kurtulamıyor da.

Işid Terör Örgütü mü?

Bilindiği gibi Hükümet Suriye’de rejime karşı savaşan El Kaide’nin Suriye yapılanması konumunda olan El Nusra’yı terör örgütleri kapsamına aldı. Daha önce El Nusra ile beraber iken daha sonradan ayrılan ve El Kaide tarafından dışlanan Işid’in önceden terör örgütleri kapsamına alındığı biliniyor.

Bu sütunda 20 Ekim 2013 tarihinde yayınlanan “Kim Terörist?” başlıklı yazımızda, terörist damgasının batının çıkarlarına karşı çıkanlar için kullanılırken, batının çıkarlarına çalışanların ise terörist değil kurtuluş hareketi vs. diye tanımlandığını belirtmiştik.

Bu nedenle Suriye’deki muhalif grupların El Nusra dahil terör örgütü değil direniş (ve cihat) grupları olduğunu, bu guruplardan faaliyetleri İslami savaş kuralları dışına çıkanların yaptıkları yanlış eylemlerden; İslami savaş kuralları dışına çıkmayı faaliyetlerinin esası haline getiren gurupların ise, bizzat kendilerinden beri olduğumuzu açıklamıştık.

Işid İslami Savaş Hududlarının Dışına Çıkmış Bir Gruptur

Elbette gerek Suriye ve gerekse başka coğrafyalarda faaliyet gösteren İslami direniş grupları ile aramızda gerek İslami anlayış ve gerekse mücadele metodu açısından ciddi farklıklar mevcuttur. Lakin farklı anlayışlarımız bizim bu grupları doğru anlayış ve uygulamalarında desteklememize engel teşkil etmez.

Bu esaslar çerçevesinde, Suriye deki muhalefet grupları ile El Nusra hakkındaki olumlu görüşlerimiz devam etmektedir. Lakin yazımızın yazıldığı tarihten çok sonra El Nusra ile ayrılığı ve hatalı tutumları net olarak ortaya çıkmış olan Işid hakkında olumlu düşünmemekle beraber, bu grubu kukla bir örgüt yada bir terör örgütü olarak ta görmüyoruz.

Işid kendisi dışındaki hemen tüm İslami çevreler ile kendisinden koptuğu El Kaide dahil tüm direniş gruplarının ortak kanaati olduğu üzere, gerek ben merkezli bir cihat anlayışına kapılması ve gerekse İslami savaş kurallarını ihlal etmeyi hareketinin temeli haline getirmiş olması nedeniyle asi ve bağyi bir direniş örgütüdür, tıpkı tarihteki hariciler gibi.

Dolayısıyla onlar hakkındaki bakış açımız, Ali (ra)’nun haricilere bakış açısı gibidir. Nitekim Ali (ra)’nun haricileri kafir, müşrik ve münafık olarak görmediği, onları 49.Hucurat Suresi 9 ve 10. ayetlerde açıklanan, kendisiyle haksız yere savaşan bir grup olarak gördüğü bilinmektedir.

Maksadımız Üzüm Yemek, Bağcıyı Dövmek Değil

Bizler Işid’in, hem ben merkezli cihat anlayışından, hem de gerek diğer muhalif gruplara, gerek halka ve gerekse kendileriyle savaşan Alevi ve Şiilere karşı hududullahı aşan eylemlerinden vazgeçmesini istiyor ve bu konuda üzerime düşen uyarıları yapmaya gayret ediyoruz.

Mezkur ayetler gereğince, zalim olan kardeşlerimizi zulümlerinden vazgeçirebilmek için, bu aşırılıklarından ve zulümlerinden geçmedikleri sürece, kendi çapımızda, hikmet ve güzel öğütle onlarla mücadele etmeye devam edeceğiz. Eğer ıslah olurlarsa, ayetler gereğince onları tekrar kardeşlerimiz olarak kabul edeceğiz.

Aynı durum Boko Haram ve Şebab gibi İslami savaş kurallarını aşmayı hareketlerinin merkezine yerleştiren diğer direniş grupları içinde geçerlidir. Burada, ben merkezci cihat anlayışına sahip olmayan ve İslami savaş kurallarını grup yada mensuplar bazında istisna olarak aşan grupları aynı kategoriye koymadığımızı, bunların yaptıkları yanlışlardan beri olduğumuzu bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

Nitekim peygamberimiz zamanında da bazı savaş birliklerinin ve mücahitlerin bu tür yanlışlar yaptıklarını, peygamberimizin bu yanlışlardan beraatını ilan edip, mağdurların zararlarını telafi etmeye gayret ettiğini biliyoruz.

Düşmanlarımız Hocalarımız Olmamalı

Merhum Aliya İzzetbegoviç’in, Sırp canilerin vahşiliklerine benzer şekilde karşılık vermeyi teklif eden bir askere, düşmanlarımız hocalarımız değildir diye cevap verdiği bilinmektedir. Daha önceki bir yazımızda da ifade ettiğimiz üzere,  bizim hocamız her konuda olduğu gibi savaş hukuku konusunda da Kur’an ve peygamberimizdir.

68.Kalem Suresi 1’den 14’e kadar olan ayetlerde, peygamberimizin üstün kişilik ve ahlakı (hulugin azim) ile düşmanlarının düşük seviyedeki kişilik ve ahlaksızlığına vurgu yapılmıştır.

Bizler düşmanlarımızın değil peygamberimizin kişilik ve ahlakına talip olmak durumundayız. Elbette peygamberimizin kişilik ve ahlakı savaşa adalet ve merhamet olarak yansırken, düşmanlarının kişilik ve ahlakı ise zulüm ve vahşet olarak yansıyacaktır.

Zaten Allah’ı ve ahireti sözle yada fiilen inkar edenlerle, bunlara imanın gereğince cihat edenlerin savaş ahlakı, kaçınılmaz olarak farklı olacaktır. Gerçekten Allah’a ve ahirete iman edipte bunun için cihat edenler, hayatın her anında ve alanında adil ve yüksek ahlak sahibi olmak zorunda oldukları gibi, bilhassa savaş anında adil ve yüksek ahlaklı olmak durumundadırlar. Aksi halde imanlarını ve cihat niyetlerini sorgulamalıdırlar.

Peygamberimizin Savaş Ahlakı

Bu nedenle peygamberimizin yolunda olduğunu söyleyenlerin, ben merkezci bir cihat anlayışına sahip olmaları ile peygamberimizin düşmanları seviyesinde sefil bir savaş ahlakı – ahlaksızlığı sergilemeleri, savaşlarda neredeyse düşmanlarını aratmayacak zulüm ve vahşet uygulamaları asla kabul edilemez.

Peygamberimizin değil savaş suçu işlemeyenler, savaş suçu işleyenlerden bir kısmını bile affettiği; Müslümanları Mekke’den çıkaran ve yok etmek için 3 defa savaşan Mekke müşriklerini bile affettiği ortadadır.

Bu gün Işid’ce Suriye ve Irak’ta kısas yada savaş suçu işlemediği halde öldürülen kişilerin çoğu, Mekkeli müşriklerden daha fazla İslam’a düşman olamazlar. O halde bu ölçüsüz düşmanlık ve katliamlar peygamberimizin savaş ahlakıyla nasıl izah edilebilir?

Kanlı Zaferler Değil, Kansız Zaferler Kalıcıdır

Yok ederek kazanamayız, başta başarılı gibi gözüksek, bir süreç sonrası kaçınılmaz olarak yok oluruz. Var ederek kazanabiliriz ancak. Bir zamanlar bu coğrafyayı baştan başa kana boyayan Moğollar ve Haçlılar değil, bin yıldır çeşitli meşrep, mezhep ve dinlerin yaşamasına zemin hazırlayanlar tutunabildi ve var oldu geçmişte.

Bu nedenle kısas, savaş suçu ve zaruretler olmadıkça öldürmekten kaçınmak durumundayız. Suriye ve Irak’ta Işid’ce infaz edilenler arasında kısasen yada öldürülmeyi hak edecek seviyede savaş suçu işleyenler varsa, bu kesin olarak ispatlandıktan sonra elbette öldürülebilirler. Lakin sadece Işid’e karşı olduğu, Işid’e biat etmediği yada Şii olduğu için insanların öldürülmesi asla kabul edilemez.

Elbette mezhep ve meşrep farklılıklarımız vardır ve her zamanda olacaktır. Lakin bunları ortadan kaldırmanın yolu mensuplarını öldürerek temizlemek değildir. Bilakis peygamberimiz gibi elden geldiğince affa dayalı üstün ahlaklı davranmak ve zorbalık göstermeden hikmet ve güzel öğüte dayanan fikri mücadeledir bu farklılıkları ortadan kaldırmanın tek yolu.

Eğer karşı taraf bu konuda yanlış yapıyorsa, biz yapmamalıyız. Eğer saldırı ve haksızlıklar söz konusu ise, ancak misli ile mukabelede bulunabiliriz. Bu mukabelede, bizzat zulüm işleyenlere karşı yapılabilir, tüm gruba değil. Ancak suçlulara düşmanlık söz konusu olup, grup bazında ancak savaş esnasında öldürme söz konusu olabilir. Yani savaş esnasında mecburen karşı tarafı öldürmek zorundayız, lakin savaş sonrası ancak hak eden savaş suçluları öldürülebilir.

Bizler Kardeşlerimizden Emin Olamıyorsak, Düşmanlarımız Nasıl Emin Olacak?

Peygamberimizin Mekke’de en emin – güvenilir kişi olarak tanındığı, Mekke’de 13 senelik mücadeleye rağmen müşriklerin O’nun eminliğinden şüphe etmediklerini, hatta hicret esnasında kendisine müşriklerce emanet bırakılan malları sahiplerine iade için Ali (ra)’yu yerine bıraktığını biliyoruz.

Peygamberimizin Hendek Savaşında çok büyük hainlik eden Yahudi Beni Kurayza kabilesini sürmek niyetinde olduğunu, fakat onların kendileri lehine olur beklentisiyle Saad bin Muaz’ın hakemliğini isteyince, bu isteklerini kabul ettiğini; hakemin muharref Tevrat hükümleri gereği Beni Kurayza’nın savaşçı erkeklerini idama mahkum ettiğini ve bu hükmü Beni Kurayza’lıların dahi kabul ettiğini, peygamberimizin bu sonuçtan memnun olmamakla beraber uygulamak zorunda kaldığını biliyoruz.

Peygamberimizin Medine’de, tüm alavere dalaverelerine rağmen münafıkları bile öldürtmediğini; ancak İslam’a ahlaksızca saldırılarda bulunan bazı kafir ve müşrikleri, zaruret nedeniyle (istisna kabilinden) öldürttüğünü biliyoruz.

48.Fetih Suresi 25. ayette, sırf Mekke içindeki tanınmayan Müslümanlara bilmeden zarar vermeleri ihtimaline binaen Mekke’ye saldırıya izin verilmediği bildirilmiştir.

Peygamberimizin gerek Mekke ve gerekse Medine’de ne müminler, ne müşrikler, nede ehli kitap tarafından emanete hıyanetle, hainlikle, ahde vefasızlıkla, insanlara zulmetmekle, canavarca davranmak ve katliam yapmakla suçlanmadığını biliyoruz.

Böyle bir peygamberin yolunda gittiğini iddia edenlerin, bırakın düşmanlarına, aynı safta oldukları halde kendilerine biat etmeyen muhaliflere ve halka dahi zulüm, işkence ve katliam yapmaları neyle izah edilebilir?

Peygamberimizin Zaferleri Ve Fetihleri Yumuşak Güçten Kaynaklanmıştır

Muhammed Hamidullah’a göre, peygamberimizin Medine döneminde yapılan tüm savaşlarda öldürülen düşman sayısı ancak yüzlerle ifade edilebilmektedir ve 10 yıl gibi kısa bir sürede bu derece büyük bir fetih, bu kadarlık bir düşman zayiatıyla kazanılmıştır.

Peygamberimizin başarısı öldürmeye değil, mümkün olduğunca öldürmemeye, hayatta bırakmaya dayanıyordu. Öyle ki, savaşmak zorunda olduğu kabilelerle yaptığı savaşın ardından, esirleri mümkün olduğunca fidyesiz serbest bırakmaya, mallarını ganimet olarak almamaya, o kabileden bir kadınla evlenerek akrabalık oluşturmak suretiyle savaşın ağırlıklarını gidermeye gayret sarf ediyordu.

Bu nedenledir ki bir gün önce kendisiyle savaşanlar bir gün sonra dost ve Müslüman olup ordusuna katılabiliyordu. Onun asıl fethi yürek fethi idi, toprak fethi değil.

Her Türlü Meşrep Ve Mezhep Taassubundan Uzak Olmalıyız

Bugün özellikle Suriye ve Irak’ta ortaya çıkan mezhep temelli çatışmalarının esas sebebi, İran devleti ve desteklediği Şii mezhepçi bloğun kökü geçmiş yıllara dayanan ve her geçen gün dozu artan mezhepçi faaliyet ve zulümleridir.

Sünniler içinden de gerek devlet bazında ve gerekse gruplar bazında Şii düşmanlığını esas alan ve Sünni mezhep taassubu yapanların varlığı yadsınamaz. Lakin eğer Şii mezhepçi bloğun mezhepçi faaliyet ve zulümleri olmasaydı iş kesinlikle bu boyutlara varmazdı.

Bizler ne Sünni mezhepçiliği, ne de Şii düşmanlığı yapmadık ve yapmayacağız. Sünni ve Şiilerle İslami ortak paydalarımızda beraber, Şiici ve Sünnicilerin mezhepçiliğinden ve taassubundan uzağız.

İdealimiz tüm ümmet çapında mezhepler üstü Kur’ani bir İslam anlayışında bir araya gelmek iken; realitedeki mezhebi anlayışları yok saymıyor, kimsenin mezhebi anlayışını zorla değiştirmek, bir mezhebi diğer mezhep aleyhine ortadan kaldırmak gibi anlayışları ret ediyoruz.

Mevcut mezhebi ve meşrebi farklılıkları, ancak Kur’an ekseninde, art hesapsız ve takiyyesiz bir diyalogla aşabileceğimizi; bu sağlanana kadar da her mezhep ve meşrebin varlığını bir realite olarak kabul etmemiz ve iman temelli bir çoksesliliği ve çatışmadan birlikte yaşayabilmeyi esas almamız gerektiği kanaatindeyiz.

Cebbarlar Olmamalıyız

Zorla güzellik yapma hakkına sahip olan (Cebbar) sadece Allah’tır. Kur’an’da Cebbar ismi olumlu manada sadece Allah için kullanılırken, insanlar için hep olumsuz manada kullanılmış ve peygamberlere dahi böyle bir yetki verilmemiştir.

Bizler Allah adına ve tamamen haklı bile olsak asla zorlu güzellik yapmak hakkına sahip olmadığımız gibi, realitede zaten mümkün de değildir. Zorla güzellik olmaz, ancak münafıklık, riyakarlık, kişiliksizliğe sebep oluruz. Zaten günümüz Müslümanlarının genelde bu olumsuz kişilik özelliklerine sahip olmasında ki en büyük pay, son yüz yıldır batıcı kadroların laiklik – batıcılık adına zorla güzellik yapma uğraşılarının (laik batıcı jakobenizmin) bir neticesidir. Yıllardır yakındığımız bu laik jakobenliğin ardından, şimdi bizler İslam – şeriat yada mezheplerimiz adına jakobenler olmamalıyız.

2.Bakara Suresi 256. ayette emredildiğimiz üzere, insanlara zorla dinimizi yada dini anlayışımızı (meşrep, mezhep) dayatmamalı; eğri ile doğrunun ortaya çıkması ve insanların tağutların baskılarından kurtularak özgürce tercih yapmalarının imkanını sağlamak için gayret etmeliyiz. Bu arada laik tağutları red ederken, İslam – Allah adına zorla güzellik yapmaya çalışan tağutlarda olmamalıyız.

Tekfir Silahı Mutlaka Kullanana Dönen Bir Bumerangtır

Kendisinin Müslüman olduğunu söyleyen hiç kimseyi tekfir edemeyeceğimiz gibi, kişi İslam’ı terk ettiğini söyleyerek irtidat etse bile, bu nedenle onu öldürme hakkımız yoktur.

Öldürme ancak kısas yada haklı olduğumuz savaş durumlarında söz konusudur. İslami anlayışını yada yaşantısını yanlış bulduğumuz, şirke ve küfre düştüğünü düşündüğümüz kişi ve gruplara ve irtidat edenlere karşı ancak hikmet ve güzel öğütle mücadele eder, gerekirse tavır alırız. Bunun ötesine geçme, zorla yola getirmeye çalışma hakkımız ve görevimiz yoktur.

Tekfircilik sadece tekfir edilene değil, tüm ümmete zarar vermekle kalmayıp, eninde sonunda bu silahı kullananlara dönen bir bumerang gibidir. 88.Ğaşiye Suresi 21’den 26’ya kadar olan ayetlerde açıklandığı gibi, insanların dini inanç ve uygulamalarını yargılayan bir kadı değil, insanları hakka çağıran birer davetçi olmalıyız ancak. Nasıl olsa herkes Rabbine dönecek ve hesabını O’na vermeyecek mi?

YAZIYA YORUM KAT

3 Yorum