“İşgüzar” Değil, “Dingüzar İmam”
İzmir Bergama’da bir kişinin cenaze namazını kıldırmayan imama yönelik başlatılan linç kampanyası hakkında Bilal Hattab’ın Ümmeti İslam’da yayınlanan haberi…
İzmir’in Bergama ilçesinde İmam olarak görev yapan Muhammed Talha Çoğaş isimli görevli, herkesin cenaze namazını kıldırmıyor ve Mevlid törenlerine karşı çıkıyormuş.
Bunu ilk olarak haber formatında ortaya atanlar Doğan medyası ile Cemaat medyası oldu. Ardından bu Müslüman’a, adeta bir linç girişimine şahid olduk. Sanki İmam arkadaş, kafirin cenaze namazını kıldırmıştı. Böyle bir şey olmuş olsaydı, “Müslüman olanların” bu olaya en sert tepkileri vermeleri kaçınılmaz olurdu. Lakin mesele bunun tam tersi olunca, buna en sert tepkileri verenler de, Müslümanların hilafına çalışanlar oluyor doğal olarak!
İmam olarak görev yapan bu kardeşimiz, haklı olarak “cenaze”nin İslam’ını sorguluyor. Tabi; Türkiye’de herkesi “Müslüman” gören nifak ehli zihniyet, bu durumu kendileri için bir “tehlike sinyali” gördüklerinden olsagerek, ortalığı velveleye verip, İmam kardeşimizin tavrını “işgüzarlık” olarak sunuyorlar. Rasulullah’ı kamyonet kasasına bindiren bu zihniyetin, Rasulullah’ı da “işgüzar” davranmakla suçlamaları elbette tuhaf karşılanacak bir durum değildir. Öyle ya! Rasulullah –haşa- işgüzarlık yaparak, bırakın namaz kılmayanı, borcu olanın dahi, borcu ödenene kadar cenaze namazını kıldırmamıştı. Sahi; namaz kılmayanlar, Rasulullah döneminde Müslüman olarak mı görülüyorlardı? Eğer öyleyse; münafıklar dahi her ezan sesiyle birlikte kendilerini neden camiye ve cemaate atma gereği duyuyorlardı??
Cenaze namazı, toplumsal bir namazdır ve toplumsal mesajlar içerir. Herhangi bir fıkıh eserinin “Cenaze Namazının Hükmü” konusuna bakıldığında, ilgili hükümlerdeki “amaç” ve hükme sebep olan “illet”ler oldukça dikkate şayandır. Mesela Hanefi fıkhına göre; “Müslümanların İmamına karşı çıkan isyancılar öldürüldüğünde yıkanmaz ve cenaze namazları kılınmaz.” Bunun “illet/sebeb”i ise; “onları horlamak ve başkalarının bu gibi işlere başvurmasını önlemek”tir. Bunun gibi; daha birçok hüküm ve bu hükme medar olan “illet”, ilgili eserlerde zikredilmiştir.
Bir hususta “kıyas” yoluyla verilecek “hüküm”de, evvela “illet benzerliği” şartı aranır. Bugün; “kendilerine Müslüman diyen, lakin namaz kılmayan” milyonlarca Müslüman (?) bu topraklarda yaşamakta ve Cuma namazına gelip, vaiz efendilerin onlara sunduğu cennet hayalleriyle avutulmaktadırlar. “Namazın önemi”nden bahseden vaizler, nedense “namazın ve namaz kılmayanın hükmü”nden hiç bahsed(e)memektedirler. Namaz kılmayanları bırakın, Allah’ın şeriatına sövdükleri sabit olan kişilerin dahi cenaze namazlarının kılınmasındaki maslahat nedir? Bu hüküm neye göre verilmektedir? Allah’ın birliğine başkaldırdığı alenen bilinen DSP’li bir milletvekilinin cenaze namazını kıldırmadı diye, aylarca soruşturma geçiren ve tehditlere maruz kalan Kocatepe Camii İmamlarından birinin yaşadıkları ortadayken; bu dinin ve hükümlerinin devletten bağımsız olduğunu kim, neye göre iddia edebilir? Laiklik; sadece dinin devlet işlerine karışmaması mıdır? Devlet, dinin işlerine karışabiliyorsa; orada bırakın İslam’ın, laikliğin dahi gereği yapılmıyor demektir.
Velhasıl; yukarıdaki örnekte zikredildiği gibi, “illet” ve “maslahat” benzerliğinden dolayı, namaz kılmayanların “cenaze namazının da kılınmaması”, o kişileri münafıkça da olsa namaz kılmaya ve cemaatte gözükmeye mecbur bırakmaz mı? Yıllarca “namaz dinin direğidir” demenizin ve ardından cennetin kapılarını “La ilahe illallah’ı diliyle söyleyen herkese” açmanızın, bu dine kazandırdığı şey ne olmuştur? Maslahaten, onları horlamak ve namaz kılmalarını sağlamak amacıyla her cami imamı, 3-5 kişinin cenaze namazını kıldırmasa; yıllarca vaaz ve irşad ile namaza başlatamadıklarınızın, namaza başladığına şahid olmanız kaçınılmaz olacaktır. Ya da en azından “küfr”ü aşikâr olup, zaten cenaze namazı kılınması gereksiz olacaktır.
İmam arkadaşımız Muhammed Talha Çöğüş’ün bu davranışı, soruşturmaya ve görevden uzaklaştırmaya sebep olmasını bırakın, örnek bir tavır ve davranıştır. Kaldı ki; bu kardeşimiz savunmasında, namazını kıldırmadığı kişinin “Allah’ın var olmadığını iddia ettiğini” ve “öldüğü zaman namazını kıldırmayacağını daha hayatteyken ona açıkça söylediğini” ifade etmiş. Bu tür meselelerde aslolan, davalının zahir ifadeleridir. Karşı tarafın “cami yaptırdığını” ve benzeri hususları dile getirerek o kişiyi savunması ise, İslam fıkhı açısından gereksiz ve geçersiz açıklamalardır. Bir kişinin İslam’ı, o kişinin cami yaptırmasıyla ya da camiye hizmet etmesiyle sabit olmaz. Şayet bu yeterli olsaydı; Rasulullah döneminde Kabe’ye hizmet eden müşriklerin de cenaze namazının kılınması caiz olurdu. Dileriz ki; ilgili İl ve İlçe Müftülüğü ile Diyanet Teşkilatı, bu soruşturmada İmam arkadaşımızın duruşunu haklı bulur ve “politika üstü” bir duruş ile bizlere umut kaynağı olabilirler. Şayet tam aksi bir durum ile sonuçlanırsa; ciddi bir şekilde her Müslümana, Diyanet teşkilatının meşruiyetini sorgulaması ve bu teşkilatı yargılaması –tekraren- gerekli olacaktır.
(Kaynak: Ümmet-i İslam)
HABERE YORUM KAT