1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. İşgal rejimi muhaliflerini nasıl sindiriyor?
İşgal rejimi muhaliflerini nasıl sindiriyor?

İşgal rejimi muhaliflerini nasıl sindiriyor?

Michael Sfard, yakın bir tarihe kadar "demokrasisiyle" övünen işgal rejiminde muhaliflerin çok ağır baskı altında olduğunu ifade ediyor.

22 Kasım 2023 Çarşamba 17:00A+A-

Michael Sfard / Fikir Turu

İsrail ülkedeki muhalifleri sindiriyor

Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği saldırılar ve İsrail’in buna verdiği giderek daha da orantısız hale gelen tepkisi yalnızca dünyanın geri kalanında değil, İsrail’in akademik çevrelerinde de geniş yankı buldu ve tepkilere sebep oldu.

İsrail içinde de, özellikle akademisyenler ve İsrail vatandaşı olan Filistinliler arasında olmak üzere İsrail’in Gazze’de yaptıklarına karşı çıkan ve tepkilerini gösteren bir kesim var. Ancak bu kesim İsrail’in güvenlik teşkilatları tarafından sıkı bir şekilde takip ediliyor, bazı akademisyenler görüşlerini ifade ettikleri için işlerinden oluyorlar ve aşırı sağcı grupların bu muhaliflere yönelik kışkırtıcı ve saldırgan eylemlerine emniyet güçlerince müsamaha gösteriliyor, böylece İsrail, muhalifleri sindiriyor.

İsrailli insan hakları hukukçusu Michael Sfard, The New York Times için kaleme aldığı yazısında, son olaylar neticesinde İsrail’de muhaliflere yönelik sindirme ve karalama faaliyetlerini ve ifade özgürlüğünün nasıl sekteye uğratıldığını ele alıyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri paylaşıyoruz:

“25 Ekim’de Kudüs’teki bir üniversitede öğretim görevlisi olan Profesör Nurit Peled-Elhanan, 7 Ekim’de yaşanan korkunç olaylarla ilgili bir fakülte WhatsApp grubundaki tartışmaya katıldı. Başka bir öğretim üyesinin mesajına cevaben, Hamas’ın eylemlerine atıfta bulunarak “katliamın” kendisine Fransız filozof ve oyun yazarı Jean-Paul Sartre’ın bir zamanlar ırklararası ilişkiler hakkında yazdığı bir şeyi hatırlattığını yazdı ve bir alıntı ekledi: “İşgal ettiğiniz bir ulusun boynu demir botlarınız altında bunca yıl ezildikten sonra, ona başını kaldırma fırsatı verildiğinde, gözlerinde nasıl bir bakış görmeyi beklerdiniz? Biz bu bakışa şahit olduk” diye yazdı Nurit Peled-Elhanan meslektaşlarına.

Birkaç saat sonra, Avrupa Parlamentosu’nun insan hakları ve düşünce özgürlüğü alanında verdiği Sakharov Ödülü’nün sahibi olan ve 13 yaşındaki kızı Smadar 1997 yılında Hamas tarafından düzenlenen bir terör saldırısında öldürülen acılı bir anne olan Nurit Peled-Elhanan, üniversite rektöründen bir mektup aldı. Rektör ona, açığa alındığını bildirdi ve işine son verilip verilmeyeceğine dair bir duruşmaya çağırdı. Suçlama ise şuydu: “Hamas’ın korkunç eylemine sempati göstermek” ve “bu iğrenç eylemi meşrulaştırmak”.

Bu bildirimi aldıktan sonra bana hukuk tavsiyesi için başvuran Nurit Peled-Elhanan’ın durumu münferit bir vaka değil.

İsrail’deki Arap Azınlık Hakları Hukuk Merkezi Adalah’a göre son üç hafta içinde, neredeyse tamamı İsrail vatandaşı Filistinli olan onlarca öğrenci, sosyal ağlarda paylaştıkları ifadelerin terörizme destek teşkil ettiği gerekçesiyle okullarından uzaklaştırıldı ya da uzaklaştırılmadan önce duruşmalara çağrıldı. Eşitlik için Akademi grubu, farklı kurumlarda görev yapan biri Yahudi, ikisi Filistinli en az üç üniversite öğretim görevlisinin daha duruşmalara çağrıldığını tespit etti. Biri kovuldu ve ikisi hâlâ kovuşturma aşamasında. Nurit Peled-Elhanan ise ağır bir kınama cezası aldı, ancak işine devam edebildi.

İki düzineden fazla İsrailli akademik kurum tarafından ifade özgürlüğüne karşı yürütülen aktif sindirme faaliyeti, büyük olasılıkla sosyal ağları inceleyen ve toplu şikâyetlerde bulunan aşırı sağcı grupların baskısına boyun eğmelerinin ve Eğitim Bakanı’nın 12 Ekim’de kurumlara gönderdiği ve “terörizme destek” ya da “düşmana destek” teşkil edecek şekilde kendini ifade eden öğrenci ya da çalışanların derhal uzaklaştırılmasını talep eden talimatının doğrudan bir sonucu.

İsrail polisi ve radikal hareketleri ve söylemleri izlemekle görevlendirilen özel görev gücü görünüşe bakılırsa öncelikli olarak Filistinli İsrail vatandaşlarını gözetlemekle meşguller.

Bildiğim kadarıyla, “Gazze’yi ortadan kaldırma”, “ikinci nekbe”, yani “felaket” çağrısı yapan ya da Filistinli sivillere karşı başka terör eylemleri çağrısında bulunan tek bir Yahudi İsrailli bile polis tarafından ifadeye çağrılmadı. Siyasetçiler, emekli generaller, ünlüler, medya fenomenleri ve gazeteciler gibi kamuoyunun önde gelen isimleri Facebook veya Twitter gibi platformlarda hiçbir yaptırım ile karşılaşmadan bu tür çağrılarda bulunuyorlar.

Sindirme hareketi üniversitelerle sınırlı değil

Bu sindirme hareketi yalnızca yükseköğrenim kurumlarıyla sınırlı değil. İsrail Polisi ve savcılığı İsrail’in yasama meclisi Knesset’e 25 Ekim itibariyle, 7 Ekim olayları ve Gazze’de devam eden savaşla ilgili olarak kamuoyu önünde, sosyal medyada veya kapalı gruplarda yapılan bireysel açıklamalar nedeniyle 126’dan fazla ceza soruşturması açıldığını ve 110 tutuklama yapıldığını bildirdi.

Bu yoğun gözetim ve baskı kısmen, birkaç ay önce Filistinlilerin internet üzerinden teröre teşvik edilmesini takip etmek üzere kurulan ve şu anda İsrail’in ulusal güvenlik bakanı olan aşırı sağcı ve yasadışı ırkçı Kach hareketinin eski destekçisi Itamar Ben-Gvir tarafından yönetilen bir görev gücünün eseri.

Aynı zamanda, İsrail polisi görünüşe göre yeni bir uygulama başlattı: İsrail devletini ya da savaşı protesto ettiklerinden şüphelenilen ya da suçlanan Filistinli tutukluların, devasa bir İsrail bayrağı önünde kelepçeli halde fotoğraflarını çekmek. Ulusal emniyet müdürü ayrıca Gazze’deki Filistin halkıyla dayanışma gösterilerinin yasaklandığını duyurdu ve bu tür gösteriler Hayfa, Kudüs ve Umm al-Fahm’da şiddet kullanılarak dağıtıldı. Ülke genelinde savaş karşıtı ya da mahkûmların ve kaçırılanların serbest bırakılması için gösteri yapan iki düzineden fazla kişi kamu düzenini bozmaktan tutuklandı.

İfade özgürlüğü giderek kısıtlanıyor

İsrail’de İsrail-Arap çatışması ve özellikle de İsrail’in Filistinlilere yönelik politikası ile ilgili olarak siyasi ifade özgürlüğü, özellikle İsrail’in Filistinli vatandaşları için her zaman tehdit altında oldu.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, önceki ve şimdiki dönemlerinde, sağcı milliyetçi örgütlerin İsrail solundan geriye kalanları, özellikle insan hakları grupları, barış örgütleri ve Filistinli azınlığı susturmasına ve neredeyse ortadan kaldıracak kadar zarar vermek üzere tasarlanmış hamleleri desteklemesine izin verdi ve bunları teşvik etti.

Bu tedbirler arasında, Yahudi yerleşim yerlerinde üretilen ürünlere yönelik boykot çağrısı gibi yollar vesilesiyle işgalle mücadeleye ya da Nekbe’nin anılması gibi Filistin kimliğini güçlendirmeye yönelik ifadelere çeşitli yaptırımlar getiren yasaların çıkarılması da yer alıyor.

Önde gelen bazı sivil toplum kuruluşları ve sivil haklar gruplarının kamu kaynaklarına ve alanlarına erişimi ve hatta bazen okullar ve kamu kuruluşları gibi belirli kitlelere hitap etme hakları bile engellendi.

Daha da kötüsü, bu sağcı gruplar, hükümeti eleştirenleri ve aktivistleri vatan haini ve hatta yabancı ülkelerin ajanları olarak nitelendirerek onları gayri meşrulaştırmak için tam teşekküllü bir çaba içine girdiler. Ayrıca, Filistinli azınlığın siyasi liderlerini gayri meşrulaştırmayı, onları terör destekçisi olarak damgalamayı ve seçilmiş güçlerini zayıflatmayı amaçlayan kampanyalar yürüttüler.

Ancak İsrail’in sürdürdüğü işgale ve Filistinlilere yönelik muameleye ilişkin siyasi tartışma alanını sürekli olarak daraltan bu vahim süreç ve muhalefetin otoriter bir şekilde bastırılması bile sivil toplumu 7 Ekim’den sonra yaşananlara hazırlamamıştı.

Ne yazık ki İsrail’de olduğu gibi yaygın milliyetçi eğilimlere sahip toplumlarda, savaş ve ulusal trajediler muhaliflerin ve azınlıkların düşman olarak damgalanmasını hızlandırıyor ve onlara yönelik karalama ve sindirme faaliyetlerinin önünü açıyor. İsrail’de geçtiğimiz üç hafta meydana gelen tam olarak da bu.

Aşırı sağcı gruplar devrede

Hükümet yetkililerin bu tür muameleleri, insan hakları savunucularının aşırı sağcı gruplar tarafından kışkırtılmasını ve hedef alınmasını meşrulaştırıyor.

Geçtiğimiz üç hafta içinde, mevcut veya geçmişte bilinen siyasi aktiviteleri nedeniyle sosyal medyada hedef gösterildi, taciz ve tehdit edildi, hatta bazıları evlerini terk etmek zorunda kaldı.

15 Ekim’de İsrailli gazeteci Israel Frey’in evinin etrafında toplanan onlarca kişinin küfürler savurması, bağırması ve gazetecinin eşi ile çocukları içeride saklanırken pencerelere havai fişek fırlatması bu endişe verici sürecin zirve noktası oldu. Israel Frey evini terk etmek zorunda kaldı. Onun tek suçu yalnızca İsraillilerin kayıpları için değil aynı zamanda Gazze’de ölen çocuklar için de üzüntüsünü dile getirmekti.

Bütün bunlar bir planın parçası

Bunların hiçbiri tesadüf değil. İfade özgürlüğünün bastırılması ve İsrail’in çatışmaya yönelik politikasını eleştirenlerin hedef alınması her zaman stratejik bir amaca hizmet etti. Tüm bunlar, son yıllarda İsrail hükümet sisteminden demokratik değerleri sistematik olarak zayıflatan büyük planın açıkça bir parçası. Bu plan ise işgal altındaki toprakların ilhakı ve Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki bölgede etnik milliyetçi bir Yahudi rejiminin kurulması.

Muhalefeti ezmek ve İsrail’in Filistinli vatandaşlarının siyasi gücünü ortadan kaldırmak, bu hedefe ulaşmak için yerine getirilmesi gereken önemli koşullar. Böyle korkunç bir geleceği isteyenler, trajik bir şekilde, yaşadığımız kolektif travmayı, kederi ve öfkeyi kendi karanlık amaçları doğrultusunda kullanıyorlar.”

HABERE YORUM KAT

2 Yorum