‘İrtica’nın ayak seslerinden sonra şimdi de ‘sivil faşizm’e, öyle mi?
Çabuk unutan, balık hafızalı bir toplumuz. Ama yine de AKP’nin iktidara tırmandığı 2000’li yılları şöyle bir anımsayın.
2003-2004 darbe tertiplerini... Yeni 28 Şubat çabalarını... Sonra 2006 ve 2007’yi... Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşırken özellikle 2007’de yaşanan ‘Çankaya savaşları’nı bir an gözünüzün önüne getirin.
Cumhuriyet mitingleri...
Anayasa Mahkemesi’nin 367’si... Zamanın Genelkurmay Başkanı Büyükanıt Paşa’nın bizzat kaleme aldığını itiraf ettiği 27 Nisan Muhtırası...
Bunlar unutuldu mu?..
Ya da 2008’in kapatma davası... Ergenekon’lu ve muhtıralı askeri tertiplerle, oyun içinde oyunlarla AKP’nin yolu kesilemeyince, bu kez 2008 yılı baharında devreye sokulan kapatma davası da, yani yargısal darbe girişimi de, sanıyorum unutulmamıştır.
Yüzde 47 oyla seçim sandığından yeni çıkmış bir iktidar partisini kapatma girişimi, hiç kuşkum yok, bu ülkenin demokrasi tarihine kapkara bir hukuk lekesi olarak geçecek.
Bütün bunlar daha dün yaşandı.
Ve hep birlikte yaşadığımız bu süreçte, Tayyip Erdoğan‘la partisinin yolu demokrasi ve hukuku hiçe sayan yöntemlerle kesilmek istenirken, kulaklarımızdan hiç eksik olmayan sloganları anımsıyor musunuz:
Gizli gündem!
Laiklik elden gidiyor!
Tehlikenin farkında mısınız?..
İrticanın ayak sesleri!
O günlerde bu köşede çıkan bir yazı dizimin başlığı ise şöyleydi:
“Tehlikenin farkında mısınız?.
İrtica değil faşizm!”
Şimdilerde bilmem dikkatinizi çekiyor mu? Aradan geçen bir kaç yılın sonunda gizli gündem, irtica sözleri artık çok fazla duyulmuyor. Güncelleşen başka sloganlar var:
Demokrasi elden gidiyor!
Sivil faşizm!
Tek parti rejimi!
Bazı çevrelerde artık bu sloganlar daha çok rağbet buluyor.
Özetle diyorlar ki:
“Erdoğan gitgide Putin’leşiyor ve sivilleşme örtüsü altında Türkiye’yi tek partili otoriter bir rejime doğru sürüklüyor.”
Öyle mi?..
Lafı uzatmak yersiz, ben böyle düşünmüyorum.
Nasıl ki yakın geçmişte gizli gündem, irtica iddialarına katılmadıysam, bugün de Türkiye’nin ‘sivil faşizm’e doğru yol aldığını düşünmüyorum.
Ama nasıl ki yakın geçmişte, laiklikle ilgili hassasiyet ve kaygılara gereken önemin verilmesini savunduysam, bu bakımdan Tayyip Erdoğan’ı bazı konularda eleştirdiysem, bugün de demokratik hak ve özgürlükler alanında hükümetin yanlışlarını, eksiklerini eleştiriyorum.
Demokrasi notu öyle tek pencereden bakarak verilemez. Artılar eksiler ya da kırıklar zamana yayılarak karneye yazılır. Demokrasilerde nihai not ise seçim sandığında halkın oyuyla belli olur.
Turgut Özal’ı düşünün.
1980’lerde, 12 Eylül askeri yönetiminden sonra iki dönem başbakanlık yapmış, sonra da Çankaya’ya çıkıp Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuştu.
Rahmetli Özal önce ‘takiyye’ yapıyor, yani laikliğe ilişkin gerçek niyetlerini gizliyor, “Gizli gündemi var!” diye eleştirildi.
Sonra da, “Çankaya’da Başkan Baba olacak, Türkiye’yi otoriter rejime sürükleyecek” diye yıpratıldı. Bugünü andıran senaryolar yazıldı Özal’ın hakkında da...
Demokrasi ve hukuk açısından Özal’ı ben de çok eleştirmiştim o tarihlerde. En çok da 12 Eylül’ün, bir askeri darbenin koyduğu siyaset yasaklarını 1987’de referanduma götürmesini, meydan meydan dolaşıp savunmasını yerden yere vurmuştum.
Ama sonra geriye dönüp baktığımda, özellikle Özal Hikayesi isimli kitabımda kendisine bazı açılardan biraz haksızlık yaptığımı da itiraf ettim.
Özal’ın demokrasi notu sadece bu pencereden bakılarak verilemezdi çünkü. Yaptığı başka olumlu işler vardı.
Örneğin Türkiye’de ‘rekabetçi pazar ekonomisi’ne kapıyı açmış olması, bu ülkede demokrasinin gelişmesi açısından çok önemli bir katkıydı.
Bunun gibi Özal’ın AB’ye tam üyelik başvurusu, sivil-asker ilişkilerindeki ‘sivil’ tutumu, Kürt sorunu ile ilgili bazı yönelişleri, bütün bunlar da Türkiye’de sivil toplumun güçlenmesine, sivilleşmenin gelişmesine yol açarak, demokrasi ve hukuk devletine gidişi daha kolaylaştırdı.
İşte bunun içindir ki:
Şimdi tek tek bazı pencerelerden bakarak Tayyip Erdoğan’ı demokrasi dersinden sınıfta bırakanlara, hatta Türkiye’nin ‘sivil faşizm’e doğru gittiğini öne sürebilen görüşlerin inandırıcı olduğu kanısında değilim.
Başbakan Erdoğan basın özgürlüğüyle ilgili olarak elbette eleştirilecek. Doğan Grubu’na yönelik siyasal yanı ağır basan astronomik vergi cezasından dolayı elbette eleştirilecek.
Liste rahatça uzatılabilir.
Ama sadece böyle bir eleştiri listesinden yola çıkarak Türkiye’de “Demokrasi elden gidiyor!” yorumları, inanın, gerçeğin sınırlarını fazlasıyla zorlamaktır.
Hele ‘Ergenekon’u, hele ‘ıslak imza’yı, hele ‘kozmik oda’yı küçümsemek, sulandırmak, rayından saptırıcı yorumlara tabi tutmak büyük bir yanlıştır, talihsizliktir.
Bu konularda hukuk açısından irili ufaklı yanlışlar, saçmalıklar hiç kuşkusuz var. Bunlar elbette eleştirilmeli, eleştiriliyor da...
Ama eleştirirken de, dünkü yazımda belirttiğim gibi, Türkiye’de birinci sınıf demokrasi ve hukuku sevmeyen bazı odakların oyununa gelmekten özenle kaçınmak gerekir.
Çünkü bugün yaşanmakta olan, özünde, bir demokrasi ve hukuk mücadelesidir; devleti hangi güç yönetir sorusuyla ilgili bir mücadeledir; seçim sandığından çıkan mı son sözü söyleyecektir sorusunda düğümlenen bir mücadeledir.
Bu arada Erdoğan’ın AB’ye uyum yolunda attığı reformcu adımların, ekonomiyi büyütmek için yaptığı hamlelerin ve Kürt sorunuyla ilgili olarak gerçekleştirdiği bazı açılımların, Türkiye’nin sivilleşmesi ve demokratikleşmesi açısından taşıdıkları önem de görmezden gelinemez.
Ayrıca şunu not edin: Türkiye demokrasi yolundan bu saatten sonra sapmaz, saptırılamaz.
Hedefi şaşırmayın!
Hedef şaşırtmayın!
MİLLİYET
YAZIYA YORUM KAT