Irkçılık ve ayırımcılığın bir biçimi olarak İslamofobia
İslam düşmanlığının kökenlerinin ırkçılıktan beslendiğine dikkat çekiyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Irkçılık ve ayırımcılığın bir biçimi olarak İslamofobia
15 Mart’ın BM tarafından Uluslararası İslamofobi ile Mücadele Günü olarak ilan edilmesi çok önemli. Türkiye yıllardır giderek yükselişte olan İslamofobia’ya karşı bütün dünyada bir farkındalık oluşturmak ve buna karşı uluslararası tedbirleri harekete geçirmek için yapılan çalışmalara öncülük ediyordu.
Bilhassa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın her zeminde bu konuyu gündeme getirdiği ve konuyu dünya gündemine getirme ve İslamofobik saldırılara maruz kalmış Müslümanların haklarını savunma konusunda öncü bir rol üstlenmiş olduğunu söyleyebiliriz. BM kürsüsünde, G20 toplantılarında ve Avrupa’da katılımcı olduğumuz bütün zeminlerde bu konuyu gündeme getirip küresel bir sorun olarak kabul ettirmeye çalıştı.
ABD ve Avrupa’daki ayırımcılık örneklerinin yanısıra bilhassa Keşmir, Myanmar, Filistin, Dağlık Karabağ, Doğu Türkistan gibi Müslümanların gayr-ı Müslim rejimlerin açık zulmüne maruz kaldığı durumlara hep dikkat çekildi. Ancak bazı Müslüman ülkelerde halkların demokratik görüş farklılıklarından dolayı maruz kaldıkları haksızlıklara da ayrı bir ilgi gösterildi.
Birçok ülkeyle Türkiye’nin arasının bozulmasının ardındaki en önemli neden Türkiye’nin halkının neredeyse tamamı veya çoğunluğu Müslüman olduğu halde bu ülkelerde insanların maruz kaldıkları haksızlıklar.
Bu tam da Sabahatin Zaim Üniversitesinin konferansındaki ana temaydı. Ne yazık ki işin bu kısmına geldiğimizde Müslümanların Müslümanlardan çektiğinin azınlık oldukları yerlerde gayrı-Müslim toplum veya yöneticilerin elinden çektiğinden çok daha fazla olduğunu görüyoruz.
AZERBAYCAN’DA İSLAMOFOBİ KONFERANSI
15 Mart Uluslararası İslamofobi ile Mücadele Günü dolayısıyla Bakü Uluslararası Çok Kültürlülük Merkezi ve Uluslararası İlişkiler Analiz Merkezi (AIR Centre) de “Irkçılık ve ayrımcılığın özel bir biçimi olarak İslamofobi: yeni küresel ve ulusötesi zorluklar” ana temalı bir konferansı düzenledi.
Konferansın en dikkat çeken yanı, Azerbaycan’da böyle bir toplantının ilk kez düzenlenmiş olması. Bu belki BM’nin böyle bir gün ilan etmiş olmasının bir sonucu. Ama ayrıca halkının bir kısmı 30 yıldır ülkeleri Ermenistan tarafından işgal edildiği için sürgünde bulunan ülkenin Türkiye’nin de desteğiyle işgali sonlandırması sonrası ile İslamofobi çalışmalarına eğilmeye başlaması arasında kuşkusuz bir ilişki var.
Bu konu bir halkın kendi Müslüman kimliğini yeni bir ruhla yeniden keşfetmesini de beraberinde getiriyor. Bilhassa İslamofobik saldırganlıkta tarihinde de bugün de göze çarpan rolüyle Fransa Dağlık Karabağ işgalinin sonlandırıldığı zafere karşı Ermenistan ile açık bir dayanışmaya girmiş bulunuyor. Aslında böyle yapmakla eskiden sözümona bir çözüm grubu olarak kurulmuş olan MİNSK grubunda işgalin devamı için nasıl da çalışmış olduğunu ifşa etmiş oluyor.
Bakü’deki konferansa Fransa’nın İslamofobi konusundaki ihlalleri ve siyasetleri özel bir tartışma konusu oldu. Ama sadece İslam’a düşmanlık boyutuyla değil, pekâlâ Müslüman olmayan başka halklara karşı da uygulanabilen ırkçılık boyutuyla. Irkçılık ve sömürgecilik boyutuyla. Fransa Aydınlanmacılığı ve demokrasiyi kendisini başkalarından üstün görmenin bir aracı olarak görmüş ve her iki değeri kendi emperyalizmi için araçsallaştırmaktan hiçbir zaman geri durmamıştır.
Bakü’deki İslamofobi konferansında o yüzden Fransa mahkemelerinin son Korsika kararı da, Korsikalılar Müslüman olmadıkları halde özel bir oturumla ele alındı.
İki durumda da geçerli olan şey ırkçılıktır. Fransa’nın İslam’la ilişkisi içinde ise bir korkudan ziyade bir kibir, üsttencilik ve nefret söz konusu ki, hepsi de ırkçılık olarak tebarüz etmektedir. Ancak ırkçılık dediysek de ırk kavramının da Avrupa tarihi içinde nasıl bir evrim geçirmiş olduğu gerçeğine de ayrı bir dikkat safretmek gerekiyor.
Fransa’da bile Fransız ırkının bugünkü anlamıyla tanımlanıp şekillenmesi belli bir söylemle oluşmuştur. Yani Fransız diye bir ırk yoktur, bu milliyetçilikler çağında işlevsel bir unsur olarak üretilip belli bir halka benimsetilmiştir. Yani ırkçılık dediğimizde bile uğruna üstünlük taşlanan şeyin bir temeli, bir karşılığı yok.
Söz ve söylemden ibaret bir durum. Tam da Kur’an’da putperestliğin tanımlandığı süreç işliyor: “O taptıklarınız sadece sizin isimlendirdiğiniz isimlerden ibarettir” (Yusuf Suresi: 40). Oturumların birinde Boşnak Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Ferid Advicks’ in bugün İslam’ı doğulu-Asyalı diye dışlamak üzerinden kurulan Avrupa Kimliğine karşı canalıcı soruyu soruyordu: “ İslam’ı Asyalı diye Avrupa kimliğinin dışında görüyorsünüz, sahi siz Hıristiyanlığın veya Yahudiliğin coğrafi olarak nereden geldiğini sanıyorsunuz?”
Filistin topraklarından gelmiş olan Hıristiyanlık ve Yahudilik Hegel’in metinlerinde bile Avrupalı sayılırken, İslam’ın batılı Rönesansı doğurarak batan güneşinin özde ve ebedi doğulu olarak görülmesi her şeyden önce ırkçılığın ne kadar sığ olduğu ve sığlaştırıp aptallaştırdığını gösterir.
İslamofobi ne kadar ırkçı bir söyleme dayanıyorsa da ona karşı mücadele de sadece İslam’ın savunmasıyla yetinecek bir mücadele değil.
Bilakis İslam’ın tarihte sürekli oynadığı rolle tutarlı ve süreklilik içinde Müslümanlar sadece kendilerine yönelen ırkçılıkla mücadele etmezler. Irkçılığın her çeşidine karşı ilkesel bir tutum koyarlar.
İslamofobi temasının Müslümanlar adına bir merhamet talebi veya Nietzsche’nin deyimiyle bir “zayıfların ahlakı” olarak algılanması hatta görülmesi tehlikesi vardır.
Oysa Müslümanların İslamofobi çalışmalarıyla talep ettikleri şey merhamet değil adalettir. İslam’ın söylemi dünyadaki zalimlere karşı bir meydan okumadır, bütün insanların iyiliği için, insanlığı ihya etmeye talip olan bir söylem. Bazı Yahudiler gibi insanlığı Antisemitizm tehlikesine karşı ayağa kaldırdıktan sonra dönüp kendileri başkalarına karşı ırkçılık yapma peşinde değil Müslümanlar.
Hatta İslamofobiyi anti-semitizmin bir başka biçimi olarak görür çünkü özü itibariyle ikisi de ırkçılıktır ve bir Müslümana düşen sadece kendisine karşı ırkçılığa karşı çıkmak değil, ırkçılığın her türüne karşı çıkmaktır.
Hatırlayalım ki, İslam en güçlü olduğu zamanlarda bile ırkçılığa, din ve inanç baskısına karşı özgürlüğü ve adaleti savunmuş bunun pratik örneklerini sürekli tekrarlayarak, yapısal bir model olarak ortaya koymuştur.
Bugün de İslamofobi teması sadece Müslümanlara değil, dünyanın bütün mazlumlarına, ırkçı ayrımcılıklara maruz insanlara bir umut vaat eder, etmeli.
Aksi taktirde söylem bir zayıflığın itirafı ve merhamet dilenmekten öteye geçemez.
HABERE YORUM KAT