Irkçı saldırılar Arap coğrafyasında nasıl karşılık buluyor?
Muhammed Azzam, ırkçı saldırıların Arap coğrafyasındaki Türkiye algısına etkisini inceliyor.
Muhammed Azzam / Fokus Plus
Kışkırtmalar ve Türkiye’ye kesilen fatura: Artan ırkçılık nasıl önlenebilir?
Siyasi, sosyal ve hatta spor alanında “Türkiye’nin destekçisi ve savunucusu” olarak bilinen Arap futbol severler, geçtiğimiz günlerde Avrupa Futbol Şampiyonası’nda oynanan maçta ilk kez farklı bir duruş sergileyerek Türkiye milli takımına karşı Hollanda’yı destekledi.
Bu basit bir tepki gibi görünse ve kişisel özgürlük kapsamına girse de, daha derin boyutları olan bir görüşü yansıtıyor.
Ayrıca, Türkiye’yi daha önceki dünya ve Avrupa şampiyonalarında “sanki kendi ülkelerinin takımıymış” gibi destekleyen bir grup aktivist içlerindeki öfkenin büyüdüğünü söylüyor.
Arap halkının Türkiye’ye daha önce verdiği destekler
Arap halkının Türklere yönelik daha önceki destekleri sadece sporla sınırlı değil. Aynı aktivistler Türk demokrasisini de savundular.
Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimini reddeden Arap halkı, ayrıca darbe destekçilerine sosyal medyada tepki gösterdiler.
Geçtiğimiz yıllarda bazı sağcı ırkçıların Suriyeli mülteciler veya Arap turistlere karşı yer yer yaptıkları eylemlere rağmen, söz konusu Arap halkı, Türkiye’ye karşı tutumlarını değiştirmedi. Bu da Türkiye’nin yumuşak gücünün başarısıdır.
Peki şimdi ne değişti?
Bu sefer durum oldukça farklı. Kayseri’de ayaklanan bazı ırkçıların Suriyelilerin ev, dükkan ve araçlarını hedef alan saldırılarıyla olaylar başladı.
"Pogrom” olarak adlandırılan bu olayların ardından diğer birkaç şehirde de benzer eylemler gerçekleşti.
Bu tür suçlara bulaşmaması gereken sıradan insanlar arasından da Suriyelilere tepki verenler oldu.
Örneğin sosyal medyada yayılan bir videoda, bir şehirde aralarında çocuklar ve kadınların da bulunduğu bir ailenin, yoldan topladıkları taşları Suriyelilere ait olduğu iddia edilen bir dükkana fırlatarak camları kırdığı görüldü.
İstanbul’da bir başka ırkçı da, lüks bir mekanda yemek yiyen, Türkiye’ye milyonlarca dolar yatırım yaptığı iddia edilen Suudi iş insanlarının masasına bıçakla giderek tehdit etti.
Bu durum, ırkçılık hastalığının artık kolayca manipüle edilen eğitimsiz kişilerle sınırlı olmadığını, yaygınlaşarak yaş, cinsiyet, sosyal sınıf açısından farklı gruplara kadar tesir ettiğini gösteriyor.
Bu yaşananlara örnek olarak, Kocaeli’deki bir kağıt toplayıcısı ırkçıların saldırısından korktuğu için arabasına “Ben Suriyeli değilim” yazmak zorunda kaldı.
Ülkedeki bazı ırkçılar da, Afrikalı bir yabancıyla evlenen Türk bir kadının eşiyle birlikte paylaştığı fotoğrafa tepki göstererek, “Bu manzaradan rahatsız değilseniz vatan hainisiniz!” yorumunda bulundu.
Suriye’nin kuzeyindeki öfke
Türkiye’de artan ırkçılık eylemlerinin ardından, Halep’in kuzey kırsalından bu duruma tepki geldi.
Türk güçlerinin kontrolündeki El Bab, Azez ve Afrin kentlerinde, Suriyelilerin maruz kaldığı saldırıları kınayan öfkeli gösteriler düzenlendi.
Türkiye'nin Suriye’de kontrol ettiği bu bölgelerde, aralarında Suriyeli bazı muhalif grupların da yer aldığı protestocular, bölgedeki tüm sokaklar ve kamu hizmeti binalarından Türk bayraklarını indirdi ve kendi bayraklarını astı. Burada çıkan olaylarda birçok kişi yaralandı, kamu ve hizmet binaları tahrip oldu.
Provokatörler, varlıklarının manipüle edilen güvenlik, ekonomik ve toplumsal sonuçlarıyla birlikte, mültecileri iktidar partisinin "Aşil topuğu" olarak görerek kullanan aşırı sağcıların elinde yıllardır yavaş yavaş yanan ateşe daha fazla benzin dökerek fitne adımlarını attı.
Aşırı sağcılar ayrıca, yıllar süren her türlü başarıdan sonra AK Parti’yi siyaset sahnesinden silme umuduyla, Suriyelilerin canları pahasına da olsa mültecilerin çok sayıdaki olumlu yönlerini bir kenara bırakıp durumlarını manipüle ediyor.
Irkçılığın yükselişinden kimler etkilendi?
Yukarıda bahsi geçen olaylar, ırkçılığın artık Türk toplumunun sadece küçük bir kesimini etkilemediğini, yavaş yavaş yayıldığını, enflasyon ve ekonomik krizleri mültecileri sınır dışı ederek çözmeye yönelik yanıltıcı algıların arttığını gösteriyor.
Ancak her ne kadar halkın bağlılığı, iktidar partisinin geçmişi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın karizması nedeniyle bugüne kadar sandıkta başarıya ulaşamamış olsalar da, muhalefet partilerinin düzenli olarak göçmen karşıtı söylemde bulunması bir sorundur.
Bu sesler ana akıma sızmaya başlayarak, saldırgan ve ırkçı söylemin bir sonucu olarak mültecilere yönelik şiddette artışa yol açtı.
Öte yandan Türk ekonomisini, yumuşak gücünü ve ulusal güvenliğini tüketmeden, hızla ortadan kaldırılması gereken büyük bir mücadelenin habercisidir.
Şu anda hedefler sadece Suriyeli ya da Arap bir turist gibi görünse de, ırkçılık er ya da geç toplumun diğer kesimlerine de ulaşacak, onları birbirine düşürecektir.
Irkçılıkla mücadelede gerçek adımlar
Kısacası Suriyelilerin çalıştığı dükkanlara gül dağıtmak gibi bireysel girişimler kesin bir çözüme yol açmayacak.
Bu konuda atılabilecek ilk adım, Türk toplumunun her kesiminin yanı sıra mülteci ya da turistlere yönelik ırkçılıkla mücadele eden bir kurum aracılığıyla, nefret söylemi üretenlere yönelik kanunların uygulanması, bunları durdurabilecek mevzuatın geliştirilmesi ve mültecilere şiddet uygulamaya kalkışanlara karşı önleyici çalışmalar yapılmasıdır.
Bu bağlamda İçişleri Bakanlığı, Kayseri’de yaşanan olayların ardından çok iyi bir iş çıkararak, bin 65 kişinin gözaltına alındığını duyurdu. Ayrıca Bakanlık, İstanbul Maslak’ta Suudi iş insanlarını tehdit eden şahsın da tutuklandığını açıkladı.
Ancak özellikle bu kişilerin niyetlerini sosyal medya platformları aracılığıyla duyurmaları ve bu eylemlerinin ahlaki ve hukuki olarak caydırılması gerektiği düşünüldüğünde, henüz olaylar daha başlamadan önlenmesi, şiddete yönelik planların ortaya çıkarılması, yargı önünde hesap sorulması ve tüm bunların kamuoyuna duyurulması umut ediliyor.
Irkçılıktan etkilenen grupların rolü
Ayrıca faaliyetleri dış dünyayla iletişime dayalı olduğundan, örneğin turizm alanında, finans ve iş dünyasında çalışanlar da dahil olmak üzere, ırkçılıktan etkilenen tüm grupların bu olguyla yüzleşmeye dahil edilmesi gerekir.
Arap ülkeleri Türk ürünleri için büyük bir pazar olarak görülüyor ve Arap turistler yılda birkaç kez Türkiye’ye akın ediyor.
Bu nedenle bahsi geçen turizm, finans veya iş dünyasında faaliyet gösterenlerin, bu konudaki mesajların Türk halkı ve kamuoyuna çeşitli platformlar aracılığıyla iletilmesine katılımları önemlidir.
Buna paralel olarak, bu “ırkçılık virüsünün” zihinlere ulaşmasını engellemek için özellikle toplumdaki genç yaş gruplarını hedef alan medya ve eğitim odaklı bir planın olması gerekiyor.
Gerçek durumu anlatan köprüler kurmak
Suriyeliler ise davalarına daha çok taraftar çekmek, içinde bulundukları gerçek durumları anlatmak, “devletten para aldıkları, suç işledikleri, ülkelerinin güvenli olmasına rağmen geri dönmek istemedikleri” gibi kendilerini hedef alan ırkçı söylentileri çürütmek için hiç durmayacak şekilde bireysel ve kolektif girişimlerle çevrelerindeki toplumla iletişim kurmaya çalışmalılar.
Suriye’nin kuzeyinde, Beşşar Esed rejimine tabi olmayan, muhalifler ve ona bağlı grupların kontrolündeki bölgeler de dahil olmak üzere, Suriyelilerin ülkelerindeki durumun gerçekliğini aktarmaları gerekiyor.
Çünkü onların seçenekleri ya dini vizyonları dayatmaya ve çeşitli yolsuzluğa dayalı Nusra Cephesi (Heyetu Tahriru’ş Şam) diktatörlüğü ya da diğer bazı muhalif grupların zulmüdür.
Bu bölgelerde yaşamın her alanını etkileyen diğer yolsuzluk türleri de yaygın olarak görülüyor.
Demokrasinin olmayışı
Suriyeliler elbette ülkeleri ve eski hayatlarına dönmenin hayalini kuruyorlar ama Esed’in yönetimi altında olmayan bazı bölgeler güvenle yaşamalarına uygun değil.
Bu bölgelerin Şam’daki yönetici ailenin (Esed) kontrolünden çıkmasının üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen, halkın kendi kendisini yöneteceği, şeffaflığa, insan haklarına ve demokrasiye dayalı bir sistem oluşturulamadı. Hatta bunun tam tersi gerçekleşti.
Mesela bu bölgelerde halkın kendi kendini yönetmesine, geliştirmesine olanak sağlayacak, Türkiye’den daha fazla sayıda Suriyeliyi “çekebilecek” bir model oluşturacak gerçek seçimler yapılmadı.
Belki de bu kişilerin sesinin çıkmaması ve hayatlarını cehenneme çeviren gruplara terk edilmeleri, onları Türk varlığıyla çatışmaya itti.
Kendi topraklarında yaşayanlar için çekici bir ortam yaratabilecek gerçek kurumları inşa etmek için Türkiye’nin onların yardımına ihtiyacı var ve o zaman gönüllü geri dönüşler gerçekleşmiş olacaktır.
HABERE YORUM KAT