İran’la Çatışma, Suud’dan Uzak Dur!
Bölgesel ve küresel düzeyde gerilimin her geçen gün arttığı bir vasatta dış politikanın istikametine yönelik tartışmaların hararetlenmesi de kaçınılmaz bir durum. Türkiye hangi ülkelerle yakınlaşma politikası takip etsin, hangi ülkelerle ilişkileri azaltsın veya uzak dursun? Dış politikayı ‘ulusal çıkarlar’ merkezinde okuyanlar farkı tekliflerde bulunuyor.
İdeolojik, mezhebi veya etnik kimlik etrafında şekillendirmek isteyenlerse başka türlü talepler yükseltiyor. Bir de bu talep ve itirazlar dengesinin AB, ABD, Rusya, İran veya başka devletler adına seslendirilme ihtimalini de göz önünde tutmak gerekiyor.
Kıbrıs sorunu, Ermenistan-Azerbaycan dengesi, Yunanistan’la kıta sahası gerginliği gibi dış politikanın kronik çözümsüzlük alanları siyaset ve toplum açısından son bir kaç yılda iyice gölgede kaldı. Dış politikayı belirleyen kritik hesaplar malum olduğu üzere artık çok büyük bir ağırlıkla Suriye ve Irak üzerinde şekilleniyor.
Bu durum önce İran-Suudi Arabistan sonra ise Rusya-ABD arasındaki güç mücadelesinde sağlam bir yer edinmeyi mecbur kılıyor.Beraberinde ciddi risklerle yüz yüze gelmeyi ve tehditleri savuşturup belli bir oranda doğal nüfuz alanlarını koruyabilecek güç gösterisini gerekli kılmaktadır.
Son Sapma: Suud’un Kuyruğu
Türkiye’yi Suriye ve Irak’tan uzak tutmak üzere yaygın bir seferberlik hali yaşanıyor. Birbirinden çok çok farklı aktörler devreye sokulmak suretiyle “Orta Doğu bataklığı İran ve Suudi Arabistan’ın, Amerika ve Rusya’nın olsun, bize Çankaya ve AB hayalleri yeter” şeklinde özetlenebilecek çirkin bir müsamere sürdürülüyor. Mesele yeni çizilecek haritadan pay kapmak, askeri-stratejik mücadelede öne geçmek değil. Tersine hemen her gelişme Suriye ve Irak halkının aleyhine işliyor. Suriye’de Nusayri Baas cuntası, Irak’ta Şii fanatizmi halkın iradesini ezip çiğniyor ve bölgeyi cehenneme çeviriyor.
Bütün sansürlere rağmen ekranlara yansıyan yıkım ve ölümler adeta faili meçhul muamelesi görüyor. Beyrut, Bağdat, Şam ve San’a gibi öteden beri Sünni karakterli başkentlerde İran, Şii-Farisi bir hegemonya kurmak üzere kirli bir savaşı yaygınlaştırıp tırmandırıyor. Fakat bu süreçte İran’ın yayılma siyaseti Rusya tarafından doğrudan destekleniyor, AB ve ABD tarafından ise dolaylı destek ve görmezden gelme şeklinde karşılık buluyor. İran, Batı açısından tehdit olmaktan çıktığı gibi Türkiye’deki ezeli-ebedi düşmanları Kemalist, sol ve Alevi kesimlerin de yakın müttefike dönüşmüş durumda. İran’ı Batı ve Batıcılar nezdinde sevimli, sempatik ve müttefik kılan sürecin tam ortasında Irak, Suriye hatta Afganistan kadar Türkiye’deki siyasal-toplumsal gelişmelerde yer tutmaktadır.
Türkiye’deki AK Parti hükümetlerinin İsrail’le mesafesi açıldıkça, AB ve ABD’den bağımsız bir çizgi izleme gayretleri arttıkça, Suriye ve Irak başta olmak üzere İslam coğrafyasına olan alakası yükseldikçe İran, aynen 1979 öncesinde olduğu gibi yine hızla bir ‘ileri karakol’rolünesoyunmaya başladı. 11 Eylül’ün ardın önce Afganistan’ın sonra da Irak’ın işgalinde oynadığı uyumlu ve kolaylaştırıcı tutumununükleer anlaşmayla taçlandırınca Batı açısından Türkiye ve Suudi Arabistan’a karşı tercihe şayan oldu.IŞİD’le mücadele adı altında Irak ve Suriye’nin İran ve Rusya’nın hegemonyasına teslim edilmesi Türkiye’nin güneyden Suudi Arabistan’ın kuzeyden kuşatılması anlamına geliyor.
Türkiye’nin özellikle Kral Selman’la beraber Suriye, Irak ve Yemen’deki pozisyonu Suudi Arabistan’la yakınlaşması hatta belirli bir düzeyde işbirliği görüntüsü vermesinden kimileri tedirgin oluyor. Alay ve nefret duygularının tezahürü olarak piyasaya sürülen “Suud’un kuyruğuna takılan Türkiye” söylemi hakikati temsil etmiyor. Bu söylem ‘pis Araplar’dan daha ileri bir ırkçılığı ve Batı dünyasının sığ temsilciliğini ihtiva ediyor.
Aktif Tarafsızlık Ne İşe Yarar?
Evet, Yavuz Selim-Şah İsmail mücadelesinden başlayıp İran ve Şiilerin ne kadar büyük bir tehdit olduğunu ispata girişmenin çok anlamı yok. Fakat ikide bir dönüp dönüpKasrı Şirin’e atıflar yapmanın, İmam Humeyni’nin vahdet ve kardeşlik konuşmalarını, İranlı diplomatların ‘Türkiye’nin güvenliği bizim güvenliğimizdir’gibi ahmak aldatan iltifatlarını kamuoyuna taşımanın özel bir anlamı olmalı. Bu bağlamda Suudi Arabistan ve Vehhabilik mezhebi üzerinden İran’ın Şiiliği işgal ve katliamlarına dayanak kılması teferruat kabilinden lanse ediliyor çünkü.
Türkiye’nin Suudi Arabistan ve İran arasında yaşanan gerilimde kesinlikle Suudi Arabistan’dan yana olmaması, İran’la mesafeyi açmaması hatta aktif bir tarafsızlık belirlemesi salık veriliyor. Teklifleri toparlayacak olursak şu vurgular öne çıkıyor: “Suudi Arabistan’dan uzak dur ama İsrail’le yakınlaş, Mısır’daki Sisi cuntasıyla ilişkileri geliştir. Sünni Arapların maşası olma, İran ve Şiileri kaybetme. Riyad’a bir adım daha yaklaşmak hatta arabuluculuğa soyunmak bileçok tehlikeli. Evet, İran’da neo-Safevi kanatlar krizi tırmandırıyor ama burada da neo-İttihatçı damarın Irak ve Suriye’deki maceraları derinleştirdiğini görüyoruz.”
Suriye ve Irak’taki yıkımı Türkiye’nin tek başına durdurabilmesi mümkün değil. Seyirci olmak hiç mümkün değil. Türkiye çatışmasın ama İran’ın Suriye ve Irak’ta giriştiği işgal ve katliamları kim, nasıl durduracak? Sicilinin ne kadar kabarık olduğu aşikâr ancak Türkiye’yi Suudi Arabistan’dan uzak tutmak isteyenlerin temel gayesi nedir? Rusya-İran bloğunu bölgede güçlendirmek mi yoksa Türkiye’nin ABD ve İsrail’le yakınlaşmayı hızlandırmak mı?İran veya İsrail seçeneğini Suudi Arabistan’a nazaran önceleyenler Suriye ve Irak’taki, Filistin’deki can ve kan kaybını kronik kılmaya katkı sağlamaktan başka bir öneride bulunmuyorlar aslında.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT