İran’ın Ortadoğu Politikasına Yön Veren İki Dinamik: Farslık ve Şiilik
Ortadoğu ve İran araştırmacısı Adem Yılmaz, Karar’daki yazısında İran üzerindeki Farslık ve Şiilik etkisini inceliyor.
Adem Yılmaz’ın konuyla ilgili yazısı şöyle:
İran’ın Ortadoğu Politikasına Yön Veren İki Dinamik
Suriye’de 2011 baharında başlayan iç savaşın, ardından Irak ve Yemen gibi ülkelerdeki benzeri karışıklıklar zamanla Orta Doğu’yu küresel/bölgesel aktörlerin dahil olduğu bir mücadele sahasına dönüştürdü. Bu süreçte bölgesel aktörler Orta Doğu üzerindeki rekabetlerini tarihi, milli, mezhebi veya insani tezlerle açıklama gereği duydular. Her geleneğin kendinden bir şeyler bulduğu Suriye’de bazı önemli mekan isimleri ve hikayeleri stratejik/ideolojik tezleri destekleyen birer merkez hükmündeydi: Şam yakınlarındaki Seyyide Zeyneb Türbesi, Türkmendağı, Dâbık Ovası, Kantonlar gibi..
Savaşın başından itibaren Beşar Esed’e askeri anlamda destek veren, Irak ve Yemen’de de aktif olarak bulunan İran, dahil olduğu cephelerdeki siyasi/askeri varlığına çeşitli sebepler öne sürdü. Bunlardan birisi Şii mezhebinde ayrı bir önem ifade eden türbeleri müdafaa etmekti. DAEŞ’in ele geçirdiği topraklarda türbeleri patlatması İran’ın koruyuculuğunu hedeflediği türbelerin de imha edilme ihtimalini güçlendirmişti. Zira Şam, Necef, Kerbela gibi şehirlerde Ehli Beyt büyüklerinin türbeleri mevcut. İran Kudüs Güçleri komutanı Kasım Süleymani, Suriye’de hayatını kaybeden askerler için düzenlenen anma töreninde bu meseleye değinir: Eğer Suriye düşerse Samarra’da denendiği gibi tüm kutsal mekanlar yok edilecektir, Şam’da Seyyide Zeynebi müdafaa etmek Meşhed’de İmam Rıza’yı müdafaa etmek gibidir.” Bu hedefle Irak ve Suriye’de istihdam edilen savaşçılar “Müdafiîn-i Harem/Türbe koruyucuları” diye isimlendirildi.
İran diğer taraftan bölgedeki çatışmalarda asıl hedefin kendisi olduğunu, düşmanı sınırlarına girmeden evvel dışarıda karşılamak için Mukavemet (direniş) cepheleri kurduğunu iddia etmektedir Bu minval üzere İran Dini Lideri Ayetullah Hamaney yaptığı bir konuşmada, “Eğer türbe koruyucularımız Irak ve Suriye’de direniş göstermeseydi Kirmanşah ve Hamedan’da düşmanla savaşırdık “ yorumunu yapmıştır. İslam Devrimi sonrası İsrail aleyhtarlığı ile İslam beldelerinde ciddi bir alan açan İran, Orta Doğu’daki varlığına bir diğer sebep olarak Kudüs’ü özgür kılmak ile açıklamaktadır. Ayrıca Irak ve Suriye’de aktif bir rol üstlenen Kasım Süleymani’nin lideri olduğu askeri yapının ismi de “Kudüs Güçleri’dir”.
İranlı yetkililerin bu tür izahları ile beraber bölge politikalarının ülke dışında farklı tabirleri bulunuyor. İran’ın Sana’dan Beyrut’a ideolojik/mezhebi saiklerle hareket ettiği, mezhebi idealler ile Şii hilali kurmak istediği, Büyük İran İmparatorluğu hevesi ve Fars yayılmacılığı ideali bunlardan birkaçı. Şii hilali kavramı ilk olarak Ürdün Kralı Abdullah tarafından 2006 yılında telaffuz edilirken Cumhurbaşkanı Erdoğan Şubat 2017 tarihinde gerçekleştirdiği Bahreyn ziyaretinde “Irak ve Suriye’nin bölünmesinde Fars milliyetçiliği var, bunun önüne geçmemiz lazım.” cümlesini kurmuştur.
Tahran’ın Şam, Bağdat, Beyrut, Sana gibi merkezlere milli ve ya mezhebi tek bir kanatla ulaşması muhtemel değildir. Birbiri içine geçmiş milli ve mezhebi dinamikler zamanla ortak ideallerin zemininde birleşip İran’ı hedeflerine kanatladıran iki asli unsur olmuştur.
ORTAK ZEMİN: İRAN
İran toplumunda bu iki kudretin birlikteliğinin tarihsel seyrine baktığımızda Farslar, Safevi dönemi öncesi ekseriyetle Sünni olmakla beraber Kum, Sebzevar ve Gilan gibi bölgelerde Şiilik ile tanışmışlardı. Moğol istilası ile halkın tasavvufa yönelişi ve Moğol sarayında Nasreddin-i Tusî gibi Şii danışmanların etkisi İran topraklarında Şiiliği mecburi kılan Safevi hükümdarı Şah İsmail için uygun bir zemin hazırlamıştır. Türk Amirin (Şah İsmail) kılıcı ve Arap alimin (Şeyh Lütfullah) kalemi ile Safevi dönemi sonrası Farsların kitlesel bir şekilde Şiileşme hikayesi başlamıştır. Sünni Osmanlı/ Sünni Özbeklerin tehditsel varlığı da Safevilerin bu tercihindeki siyasi rolü göstermekteydi, yeşil ve beyaz sarık arasında kalan Şah İsmail İran’ı dokuz asırlık geleneğinden farklı bir mecraya iterek kızıla boyamıştır.
Safevi öncesi İran toprakları İslam medeniyetinde derin izler bırakan ilmi şahsiyetleri yetiştiren (Gazzali, İbni Sina, Sadi, Müslim, Cürcani gibi) bereketli bir mektepti. Kimilerine göre ise İran’ın lirik şiirde zirve ismi Firdevsi’nin Şahnamesi’nde tahkir ettiği Arap milletinden halifeler, cenk meydanında İran ile mücadelede daima mağlup anlattığı Turan’dan gelen hükümdarların dokuz asır yönettiği Farslar için kayıp bir dönemdi. Bu minval üzere İranlı tarihçi Behram Müşiri, Farslar olarak bin yıldır uykuda idik, Şah İsmail Safevi ile küllerimizden doğduk der. Bir diğer İranlı tarihçi Kemal Seyyid de daha evvel farklı gelenekler içinde dağınık bulunan İran toplumunun milli birliğinin Şah İsmail tarafından tesis edildiğini söyler. Eyyubi sonrası Mısır’da kudretini kaybeden Şiilik; Lübnan, Bahreyn gibi yerlerde dar alanda sıkışmışken Safevi ile birlikte İran’da geniş bir alana kavuşup bölgede siyasi bir iktidar haline gelmiştir. İran toprakları Safeviler ile birlikte siyasi anlamda iki mağlup kudretin (Şii/Fars) yeniden güç haline gelmesi için uygun bir zemin olmuştur.
Krallığın kutsallığı/İmamet masumiyeti, Kurtarıcı/Mehdi beklentisi, matem geleneği, türbe kültürü gibi birçok ortak motif Şii / Fars beraberliğini kolaylaştırmıştır. İki dinamik arasındaki ortak tarihi unsurları pekiştirmek için Şii muhaddislerin de etkisi göz ardı edilemez. Kuleyni, Şeyh Mufid gibi bazı Şii rivayetçiler İran’ın fethinden sonra Sasani kralı Yezdigirt’in kızı Şehribanu’nun esir düştüğünü ve Hazreti Hüseyin (ra) ile evliliğinden Zeynelabidin isminde çocuklarının olduğunu söylemektedirler.
Hatta Kuleyni eksik olmasın Şehribanu’nun esir düştükten sonra yüzünü Hazreti Ömer’e (ra) göstermediğini ve aralarında tartışma çıktığını, ardından Hazreti Ali’nin (ra) bayanı rahat bırakalım kendi rızasıyla birini seçsin dedikten sonra Hazreti Hüseyin’i (ra) intihab ettiğini aktarır.
Şiiler içinde hüsnü kabul gören bu alimlerin rivayetleri ehl-i beytin Farslar ile akrabalığı, Sasani hanedanlığı ile 12 imam silsilesinin birleşmesi gibi yorumlara açıktır. Sahihliği tartışma konusu olan bu rivayetler Şii/Fars kültürünün beraberliğini pekiştirmektedir. Yine Kuleyni, Hazreti Hüseyin(ra) ile Şehribanu’nun doğan çocukları Zeynelabidin’e “ibn-ul hayreteyn” (iki seçkinin çocuğu) dendiğini söyler. Zira o Araplar içinde en seçkin kabile (Haşimi) ve Acemler içinde en seçkin topluluğun (Fars) neslinden gelmiştir.
İran’da Safevi dönemi sonrası siyasal ve kültürel hayat hem ehl-i beytin dramatik hatıraları hem de eski Pers devirlerinin destansı anlatımıyla beslenmektedir.Cemiyet, mezhebî hüznü ve milli coşkuyu aynı pencereden soluyarak sindirebilmiştir. Ve bu kudretli iki his çatışma olmaksızın ülke sathında sistemleşmiştir. Şii kültüründe takiyye ile Fars kültüründeki taarof birleşince hissedilmeyeni kolayca söylemek, biçilen rolü tabii bir şekilde tatbik etmek mümkün hale gelmektedir. İran sinemasının arka planında bunun etkisinin olduğu inkar edilemez. İran’ın siyasi/diplomatik başarısı da bu iki kültürün imtizacının yadigarıdır.
KARTALIN DÖNÜŞÜ
İran’da hem Devrim Rehberi Ayetullah Hamaney hem Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani mezhepçi ve milli politikaları reddederek vahdet temalı beyanlar verseler de ülke yönetimindeki aksi yorumlar gözden kaçmamaktadır. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin danışmanı Ali Yunusi’nin “ Bağdat eskide olduğu gibi büyük İran İmparatorluğunun başkentidir” ve Devrim Muhafızları komutanlarından Said Kasimi’nin “Tahran, Şii hilalini teşkil etti, artık fevkalade şartlar içindeyiz” sözleri Orta Doğu’da İran kartalının milli ve mezhebi iki başlı hareketinin hem hükümet hem müesses nizam cenahından itirafı gibidir. Ortak hedef zemininde aynı idealler paylaşıldığı için ülke sathında milliyetçiler ve mezhebi kimliği önde olan gruplar İran’ın bölge siyasetini uyumlu bir şekilde sahiplenmektedir. Halep’te Hüseyniye faaliyetleri, Farsçanın Irak’ta tüm eğitim kurumlarında resmi yabancı dil olarak okutulması girişimleri, Kum merkezli Camiat’ul Mustafa Üniversitesi’nin Bağdat’ta açılışı askeri harekat sonrası iki kudretli kanadın kültürel tesisi olarak da okunabilir.
Son olarak Irak Ordusunun Musul’u DAEŞ’ten tekrar aldığı gün İranlı bir gazetecinin sosyal medyada yaptığı paylaşım Fars/Şii ortak ideallerinin özeti niteliğindedir : “Bugün sadece Musul Nuri camisi ele geçmedi, bugün Çaldıran’da alınan yara sarıldı, Kadisiyye’de alınan yarayı sarmanın zamanı gelmiştir belki de”. Çaldıran’da Anadolu’daki Şii etkisi kırıldı, Kadisiyye’de Perslerin Orta Doğu hakimiyetleri son buldu. İranlılar sabırlı, milli ve mezhebi yaralarını asırlar geçse de unutmadı.
İran’ın bölgedeki varlığını tek bir sâikle açıklamak doğru olmayacaktır. Ezcümle günümüz İran’ında kalp ve ruh hükmünde kıymet atfedilen Farslık ve Şiilik İran’ın Orta Doğu politikalarına yön veren iki asli dinamiktir.
HABERE YORUM KAT