İran'ın mezhepçi karakterine dair
Taha Kılınç, “Teopower Olarak Şiilik ve İran Dış Politikası” isimli eserden yola çıkarak İran'ın siyasi ve mezhebi konumlanışını analiz ediyor.
Taha Kılınç / Yeni Şafak
Teopower olarak Şiîlik
Dört yıl kadar önceydi. Safiyyuddîn İshak Erdebîlî’nin (1252-1334) İran’ın Erdebil şehrindeki türbesini ziyaret ederken, Kerbelâ merasimlerinin uzantıları da sokaklarda devam ediyordu. Hatta içeriye davullar, defler ve trampetler çalarak nümayişler yapan kalabalıkların arasından sıyrılarak girebilmiştik. Yüksek ve müzeyyen bir kubbenin altında, korunaklı ve gayet süslü bir kabirde yatan Safiyyuddîn Erdebîlî’nin bugün artık “Şiî anıtmezarı” biçiminde konumlandırılan türbesi, tarih ve coğrafyadaki dönüşümlerin en sarsıcı misallerinden:
Arap (veya Kürt) asıllıyken İlhanlılar döneminde Türkleşen bir aileye mensup olan Safiyyuddîn İshak Erdebîlî, Sünnî ve Şâfiî bir mutasavvıftı. Dönemindeki birçok emsali gibi tasavvuf öğretilerini yaymak ve öğrenci yetiştirmekle meşgul olan Erdebîlî’ye, muahhar torunlarından Şah İsmail ve oğlu Tahmasb tarafından yeni bir kimlik giydirildi. Şah İsmail’in dedesi Şeyh Cüneyd’in, Safeviyye tarikatını bir tasavvuf hareketinden militan bir askerî organizasyona dönüştürme süreci, aynı zamanda “Ehl-i Beyt sevgisi” kanalıyla ve dinî metinlerin bâtınî yorumları yoluyla Türkmen kitleleri Alevîleştirme ve nihayet “Safevîleştirme” serüveni haline gelmişti. Bu çerçevede, bir zamanlar Erdebil’de Sünnî ve Şâfiî bir irfan ehli sıfatıyla vazife yapan Şeyh Safiyyuddîn İshak da, “On İki İmam Şiîliğinin temsilcisi Safevîlerin atası” oluverdi.
Tarihî karakterlerdeki kimlik değişimleri, elbette coğrafyayı da etkiledi. Vaktiyle Büyük Selçuklu vatanının kalbini teşkil eden bugünkü İran toprakları, Şiîliğin ana üssüne dönüşürken, İslâm âlemindeki ihtilaflar derinleşti ve kökleşti. Günümüzde modern İran devleti, Safevîlerin gerçekleştirdiği tarihî ve coğrafî evrimi, çok daha geniş bir alana yaymanın mücadelesini vermekte, belli başarılar da kaydetmektedir.
Bu girişi, sözü Dr. Orhan Karaoğlu imzalı “Teopower [Dinî-mezhebî güç] Olarak Şiilik ve İran Dış Politikası” adlı kitaba (Kitabevi, İstanbul, 2021) getirmek için yaptım. Şiîliği yaymayı dış politikasının merkezine yerleştiren ve bunun için büyük bütçeler ayıran İran’ın mezhepçi karakterine dair ülkemizde yayınlanan en önemli metinlerden biri bu kitap, özellikle bugünlerde altı çizilerek okunmayı hak ediyor.
Giriş kısmında Şiîliğin tarihinin ve siyasî projeksi-yonunun tahlil edildiği eser, üç ana bölümden oluşuyor: 1) İran İslam Devrimi ve Şiilik, 2) 11 Eylül Sonrası Ortadoğu, 3) Arap Baharı ve İran Dış Politikası.
Birinci bölümde 1979’da İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevî’nin devrilmesinden sonra oluşan yeni devlet yapısının ideolojik katmanları ortaya konarak, Şiî inancının siyasete doğrudan etkileri somut örneklerle anlatılmış. Ayrıca, İran’ın Şiîliği yaymak / kökleştirmek ve kendi tesirini artırmak için Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Suudi Arabistan, Bahreyn, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Umman, Afganistan, Pakistan, Hindistan, Azerbaycan, Nijerya, Senegal, Gana, Fas, Malezya, Endonezya, Bosna Hersek, Arnavutluk ve daha birçok ülkede gösterdiği faaliyetlerin detaylı bir dökümü verilmiş.
İkinci bölüm, 11 Eylül Saldırıları sonrasında Afganistan ve Irak’ın ABD ve müttefikleri tarafından işgaliyle birlikte, İran’ın sahadaki etkinliğinin artışına odaklanmış. Bir yandan meydana gelen otorite boşlukları, diğer yandan Selefî-Şiî geriliminin yükselişe geçmesi, İran devlet aklının kullandığı başlıca fırsatlar olarak okurun dikkatine sunuluyor.
İran’ın mezhepçi ve milliyetçi bir ulus devlet olduğu gerçeğinin bütün çıplaklığıyla ortaya çıktığı Arap Baharı, Tahran yönetimi tarafından desteklenen devlet dışı silahlı aktörlerin de farklı ülkelerde başrol oynamaya başladığı yeni bir süreci beraberinde getirdi. Üçüncü bölümde, Dr. Karaoğlu, işte bu manzarayı bütün boyutlarıyla ele alarak Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’da İran’a bağlı hareket eden örgütlerin detaylı bir analizini yapıyor. Söz konusu örgütlerin motivasyonları, kendilerine sunulan argümanlar, dinî ve ideolojik dayanak noktaları, İran’la ilişkileri ve bölgesel gelişmelerde gösterdikleri refleks, farklı cepheleriyle ele alınıyor.
Kitap bittiğinde, İran dış politikasının dinî ve siyasî manzarasına dair net bir tabloya kavuşmak, okurun en büyük kazancı olacak. Bir de, toplam 28 sayfayı bulan ayrıntılı kaynakçaya müracaat edilerek oradaki eserler taranabilirse, söz konusu tablonun akademik bir derinliğe ve ufka kavuşacağı da kesin.
HABERE YORUM KAT