İran'ın Kronik Sorunları Protestoları Tetikliyor
“Her ne kadar mevcut rejim ülkede geniş bir desteğe sahip olsa da ‘yorgun’ kitleler de azımsanmayacak derecede genişlemektedir. İran'ın önündeki en can alıcı mesele, dış baskıdan da önce bu olguyla sağlıklı şekilde yüzleşmektir.”
Analiz: Dr. Serhan Afacan / AA
İran’da mevcut Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin selefi olan Mahmud Ahmedinejad, 2009’daki seçimleri güçlü rakibi Mir Hüseyin Musevi’nin açık ara önünde bitirince ülkede geniş çaplı protestolar meydana gelmişti. Oylarının çalındığını ve seçimde yolsuzluk yapıldığını savunan Musevi yanlıları, “Yeşil Hareket” olarak adlandırılan gösterileri başlatmış ve olayların büyümesi üzerine göstericiler devletin çok sert tepkisiyle karşılaşmıştı.
O yıl yaşananların travmatik sonuçları İran’ın toplumsal hafızasında hâlâ taze. Söz konusu olaylardan birkaç ay sonra doktora araştırmam kapsamında İran’ı birkaç aylığına ziyaret etmiştim. Bu, İran’a ilk gidişim değildi ancak bir nokta benim için son derece çarpıcıydı: Toplumun belirli kesimleri arasında bir hayal kırıklığı ve bıkkınlık hakimdi. Daha önceki yıllarda siyasi ve toplumsal konular hakkında konuşma konusunda daha istekli ve heyecanlı olan akranlarımın bir bölümü artık ümitlerini yitirmiş gibi davranıyorlardı. Bunlardan bir kısmı bir şekilde kendilerine yurtdışında yeni bir hayat kurma peşine düştü ve bazıları bunu gerçekleştirdi. Bu haletiruhiyenin sonraki yıllarda da en azından ülkedeki belirli kesimler arasında sürdüğünü söylemek yanlış olmaz. Bir anlamda 2009’da bir kırılma yaşanmıştı. Bu kırılma fikrini hatırda tutarak İran’da 15 Kasım Cuma günü başlayıp kısa sürede onlarca banka şubesinin, marketin, benzin istasyonunun ve toplu taşıma aracının tahrip edildiği bir noktaya gelen son benzin protestolarını takip eden birçok kişinin sorduğu soru aynı: Bütün bu tepki benzine yapılan zamma mı? Bunun böyle olmadığı aşikâr. Öyleyse protestoların daha derininde ne var? Bu soruya cevap vermek için ise protestoların konjonktürel ve yapısal boyutlarını ayrı ayrı ele almak gerekir.
Sosyoekonomik zemin
82 milyonluk nüfusu ve 1,6 milyon kilometrekare civarındaki yüzölçümüyle oldukça büyük bir ülke olan İran’da ekonomik göstergelerin uzun süredir iyiye işaret etmediği biliniyor. Olağan koşullarda dahi durum böyleyken buna bir de ABD baskısı eklenince İran açısından işler bir yılı aşkın süredir iyice zorlaşmış durumda. Bu olumsuz tabloyu hem mikro hem de makro ekonomik değerlerde görmek mümkün. Petrolden başlayalım: OPEC’in kasım ayı raporunda yer verdiği gayriresmi verilere göre İran’ın günlük petrol üretimi sırasıyla 2017 ve 2018’de 3,813 milyon ve 3,553 milyon varilken bu rakam 2019 yılının üçüncü çeyreğinde 2,191 milyon varile düştü. Ülkede günlük petrol tüketiminin 1,8 milyon varil civarında olduğu düşünülürse en azından bu rakamlara göre İran’ın petrol ihracatının kritik düzey olan 1 milyon varilin de çok altına düştüğü görülüyor. Verilerin bu rakamların biraz daha üstünde olduğu yönündeki varsayımlara göre dahi İran’ın halihazırda günlük azami 500 bin varil ham petrol sattığı tahmin ediliyor. Bu rakamın ise iyi koşullarda günlük takriben 2 ila 2,4 milyon varil petrol satan bir ülke için ne kadar vahim bir tabloya işaret ettiği izahtan vareste. Ayrıca IMF’nin yine kasım ayında yayımlanan raporunda da 2019 yılında İran ekonomisinin yüzde 9,5 oranında daralacağı ve işsizliğin yüzde 16,8 olacağı öngörülüyor. İran İstatistik Merkezi tarafından yapılan açıklamada da ülkedeki son on iki aylık enflasyon oranının yüzde 42 olduğu belirtildi. Son bir senede İran’ın resmi para birimi olan tümenin de dolar karşısında sert bir düşüş yaşadığı hatırlanmalı. 3 bin 500 tümen olan bir dolar kısa sürede serbest piyasada 17-18 bin bandını zorladıktan sonra 12 bin tümen civarında kaldı. İkili kur sistemine dayalı olarak resmi kurda ise bir dolar 4 bin 200 tümen olarak sabitlendi. Güncel durumda, İran’da asgari ücret serbest piyasa kuru bazında yaklaşık 100 dolara tekabül ediyor. Ne var ki İran Merkez Bankası verileri incelendiğinde dahi ülkede temel gıda ürünlerinde ve konut kiralarında fiyat artışları yaşandığı görülüyor. Yani, İranlıların gelirleri ile giderleri arasındaki mesafe açılmaya devam ediyor.
Bu ekonomik tablo İran’da özellikle dar gelirli kesimler için hayatın gittikçe zorlaştığını gösteriyor. Bu durum yalnızca Tahran’ın ya da diğer büyük şehirlerin varoşlarında son derece elverişsiz koşullar altında yaşayan İranlılar için geçerli olmakla kalmıyor eğitimli İranlı gençler de gün geçtikçe iş bulmakta daha da zorlanır hale geliyor. Tam da böyle bir ortamda benzine kademeli olarak yapılan zam, zaten bunalmış olan İranlılar arasında büyük öfkeye neden oldu. Ülkede bir süredir gündemde olmasına rağmen sürekli ertelenen zam kararının uygulamaya konulmasıyla litre benzin fiyatı 60 litreye kadar bin 500 tümene (75 kuruş) çıkarken bu rakam 60 litre üzeri benzin alımlarında 3 bin tümen olarak belirlendi. Zam kararı açıklanmadan kısa süre önce 11 Kasım’da Cumhurbaşkanı Ruhani’nin ülkenin güneyinde, mevcut kanıtlanmış petrol rezervinin yaklaşık üçte birine denk gelen 53 milyar varillik yeni bir rezerv keşfedildiğini ve bunun İran’ın zenginliğini artıracağını açıklaması pek işe yaramış gibi durmuyor. Dahası, Ruhani, protestolar başladıktan sonra da yeni fiyat uygulamasıyla elde edilecek gelirin düşük gelirli İranlılara yardım olarak dağıtılacağını söylemişse de bu da protestocuları tatmin etmedi. Ayrıca hükümet kanadından, benzin zammının piyasada alakasız diğer kalemlerde de zam yapmaya bahane olarak kullanılmaması için denetimlerin iki katına çıkarılacağı yönünde yapılan açıklama önemliydi. Ne var ki bunun da ülkenin hareketli sokaklarını yatıştırmaya yetmediği görüldü.
Benzin zammı bağlamında iki hususun altını özellikle çizmek gerekir. Öncelikle her ne kadar İran’da yüksek akaryakıt tüketimi eski ve son derece önemli bir tartışma olsa ve bu nokta zaman zaman hava kirliliği gibi hayati meseleler bağlamında gündeme gelse de mevcut ekonomik koşullarda bu zam kararını almak mantıklı bir adım değildi. Elbette bu noktada zamların Ruhani hükümetinin girişimiyle değil üyeleri Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Yargı Başkanı olan Yüksek Ekonomi Koordinasyon Konseyi'nin kararıyla yürürlüğe girdiği kaydedilmelidir. Diğer bir ifadeyle ortada bir hükümet kararı değil devlet kararı bulunuyor. Nitekim Devrim Rehberi Hameney protestolar başladıktan sonra yaptığı açıklamayla bu kararı sahiplenmiş ve onayladığını belirtmiştir. İkinci husus ekonomik anlamda zor zamandan geçen düşük gelirli İranlılar açısından bu kararın bardağı taşıran son damla olmasıdır. Kendisi ya da çocuğu iş bulamayan yahut kayıt dışı çalışmak durumunda kalan ve her geçen gün artan masraflarla karşı kaşıya gelen İranlılar ülkede son dönemlerde bitmeyen yolsuzluk iddiaları da dikkate alınınca büyük bir öfkeye kapıldılar. Buraya kadar her şeyin, içerdiği şiddet bir yana bırakılırsa, olağan bir protesto gösterisi için zemin oluşturduğunu söylemek mümkün. Peki gösterilerdeki ağır politik tonu nasıl değerlendirmek gerekir?
Sosyopolitik zemin yahut “yorgun protestocular”
Benzin protestoları büyük oranda geçim zorluğunu haykıran sloganlara sahne oldu. Ne var ki yine de yer yer bazı göstericiler rejim karşıtı sloganlar attığı gibi bazıları da Pehlevi rejimi lehine söylemlerde bulundu; ki son yıllarda özellikle genç İranlılar arasında zaman zaman duyulan bu tarz söylemler özünde eskiye özlemden çok, mevcut duruma serzeniş şeklinde okunmalı.
Gösteriler boyunca İran sokaklarında atılan birçok sloganın yanı sıra protestocuların “yorgun” olduklarını dillendirmeleri ise ayrıca önemli. İran’da belirli kesimler siyaseten temsil edilmediklerini ve bireysel özgürlük taleplerinin karşılıksız kaldığını düşünüyor ve bu alanda bir açılım bekledikleri dönemlerin iç ve dış nedenlerle sürekli akim kalmasının hayal kırıklığını yaşıyor. Bu kesimler Hatemi’nin 1997-2005 yılları arasındaki cumhurbaşkanlığı döneminde yapılan açılımlardan memnunken hem ABD’nin 11 Eylül saldırılarının hemen akabinde İran’ı “Şer Ekseni” ülkelerinden biri olarak ilan etmesi hem de Hatemi’nin ekonomi politikalarının düşük gelirli kesimler aleyhine işlemesi hayal kırıklığına neden olmuştu. Benzer bir durum ılımlı Ruhani hükümetleri için de geçerli. Ruhani’nin dış politika açılımı marifetiyle elini güçlendirme ve iç politikada da açılıma gitme planları en az ABD Başkanı Trump’ın tavrı kadar ülke içindeki tutucu direniş nedeniyle de beklentilerin gerisinde kaldı. Doğrusu ilk dört yılının son dönemlerinde bu iki olguyla da tanışan Ruhani, Mayıs 2017’de başlayan ikinci dört yılında reform ya da açılım adına pek bir adım atmayarak bir anlamda “zoraki reformist” tablosu çizdi. Ruhani’nin kalan kısa görev süresinde bu durumu değiştirmesi ise imkansıza yakın. Bunun sonuçları ise hem muhafazakârlar hem de reformistler açısından Şubat 2020 genel seçimlerinde ve Mayıs 2021 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde görülecektir. Bu iki seçimin ülkenin siyasal yaşamına katkıları olabileceği gibi “yorgun” İranlıların sayısını artırması da olası.
İran devletinin yetkili organları, harareti halihazırda düşmüş olan gösterileri bir şekilde sonlandıracaktır. Diğer yandan, ABD baskısının bir noktada hafifleyeceği ve İran’ın son yıllarda -henüz kayda değer sonuçlar vermese de- petrole bağımlılığını azaltmaya dönük bazı önemli adımlar attığı düşünülürse ülkenin ekonomik göstergelerinin belirli ölçüde düzeleceği söylenebilir. Daha zor olan ise ekonomik zenginliği geniş kitlelere yaymak ve siyasi katılım imkanlarını genişletmek. Özellikle siyasi katılımın şimdiye dek görülen dışlayıcı bir seçim mühendisliği ile teşvik edilemeyeceği ortada. İran’da herhangi bir toplumsal olayın fazla abartılması kadar fazla azımsanması da yanlış değerlendirmeleri beraberinde getirir. Her ne kadar mevcut rejim ülkede geniş bir desteğe sahip olsa da “yorgun” kitleler de azımsanmayacak derecede genişlemektedir. İran'ın önündeki en can alıcı mesele, dış baskıdan da önce bu olguyla sağlıklı şekilde yüzleşmektir. Aksi halde, gerekçeleri değişse de İran’da bu tarz hatta daha şiddetli toplumsal olayların yaşanması kaçınılmazdır. Ruhani ilk döneminde bu kavramı kullandığında muhafazakârların büyük tepkisini çekmişti ancak gerçekten de İran’ın bir “milli barışa” ihtiyaç duyduğu görülüyor. Bunun mimarı ise Ruhani olamayacak. İran’da önümüzdeki dönemde etkin olacak siyasi aktörlerin ve süreçlerin ülkedeki gerçekliğe ne derece tekabül edip etmeyeceği ise en önemli konu olacak gibi görünüyor.
*
[Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Leiden Üniversitesi İran Çalışmaları bölümünde tamamlayan Dr. Serhan Afacan, İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesidir]
HABERE YORUM KAT