İran'ın ‘asıl kaybettiği' nedir?
İran yönetiminin belli üst kesimleri bugünlerde çok hırçın ve kızgınlar... En üst dereceli yetkili ve sorumlu lider, 54 yıllık (Baba-Oğul) Hâfız ve Beşşar Esed Hanedanı diktatörlüğünün bir 'mukavva kale' gibi çöküvermesinden sonra, Suriye'li gençlere, (yeniden kazanacak çok şeyleriniz var...) mânasında, 'Artık kaybedecek bir şeyiniz yok; direnin, başkaldırın, başınıza geçmeye çalışan yeni yöneticileri devirin!..' çağrısında bulunuyor.
Bu çağrının nasıl anlaşılması gerektiği konusunda, İranlı kardeşlerimize tekrar hatırlatalım ki, 45 sene önce, Şah Pehlevi, yüz bini aşan insanları öldürttükçe, milyonların hançeresinden daha bir güçlü yükselen 'Allah'u Akber!' feryatları karşısında, İran'dan 2. ve son kez kaçarken, Şah'ın devrilmesini istemeyen ve 'İran'ın, çapulcuların ve dinci güçlerin eline geçmesini istemeyiz...' diyen Amerika ve Sovyet Rusya olmak üzere emperyal güçler dünyası karşısında, o günlerin inkılapçı güçleri bu çağrıları nasıl değerlendirdiyse; bugün Suriye'nin mazlum halkları da, bugün İran'dan kendilerine karşı yükselen bu çağrıları öyle değerlendireceklerdir.
Bunu nasıl anlamazlar?
('Şah'ın İran'dan 2. kez kaçması'ndan söz ettik biraz önce... Bundan maksat, Musaddık Hareketi karşısında, 1953'de İran'dan hanımı Süreyya ile birlikte kaçmasına ve amma, Amerika'nın resmen açıkladığı üzere, General Zâhidî'ye sadece 200 bin dolar vererek yaptırdıkları darbe ile Musaddık'ı başbakanlıktan indirmeleri ve o kaçıştan 45 gün sonra, Şah'ın İran'a geri dönmesine işarettir.)
Şimdi, Beşşar Esed de, umutlanıp, 'Kaçmadım, geri dönmek için geri çekildim, mücadele edeceğim...' diyormuş...
Böyle bir durum olacak olsa, o zaman, İran bundan şeref mi duyacaktır; bunun hesabını yapsınlar...
Evet, Suriye'de kendileri açısından beklemedikleri bir 'acı son'la karşılaşıverdiler; bu yüzden o hırçın çağrıları... 'En üst yetkili lider'den sonra, Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi'nin de, 'Göreceksiniz, Suriye'de çok büyük hadiseler olacak...' demesi, o hayallerinin 'tuzu-biberi' oluyor.
Ve esasen, Suriye'de rejimin çöküşünün hemen ardından, Amerikan Dışbakanlığı'nın Ortadoğu Masası danışmanlarından (İran asıllı) Miss. Şirin Hunter da, 'Bu çöküşün İran aleyhinde olacağı'nın telkinini yapıyor ve alarm sinyali veriyordu; İran medyasında yayınlanan röportajında... Halbuki o medya, ahife veya ekranlarını bu hanıma açmazlardı, on yıllar boyunca...
*
Geçen hafta, Rusya lideri Putin, Suriye'deki gelişmeler karşısında, '12 bin kişilik bir güç, Halep ve diğer şehirleri 1-2 günde alıp Şam'a yöneldiklerinde, 30 bin kişilik bir ordu tarafından önlenemeyip, o güçlerin n kaçması ve Şam'ın da düşmesi'nden şaşkınlığını anlatırken, 'Biz o gelişmeler karşısında güçlerimizi Suriye'den çekmiştik ve İran da Suriye'deki 4 bin kişilik askerî birliğini de çıkarmamızı istediğinden, onları da çıkardık.' diyordu.
Bu vesileyle bir daha hatırlayalım ki, İran Meclisi'nin eski başkanı ve 'en üst lider'in Dışişleri konusundaki başdanışmanı Ali Laricani, henüz iki hafta önce, 'Biz tıpkı Amerika ve Türkiye gibi Suriye'yi işgal etmedik... Sadece 'askerî danışmanlar' gönderdik...' diyordu; Rusya'nın Fırat'ın batısını işgal ettiğinden hiç söz etmeden.. Ama o günlerde, İran Meclisi'nden bir milletvekili, 'Biz Suriye'de 13 sene zarfında 6 bin kurban verdik. Milyarlarca dolar harcadık. Ve hepsi boşa gitti.' mahiyetinde sözler söylüyordu.
'6 bin asker orada can verdiyse, onlar da hep 'askerî danışman /müsteşar-ı nizami' miydi? Ve dahası, Putin'in, 'İran'ın 'Suriye'den, İran'ın isteği üzerine, onların 4 bin askerini de biz çıkardık' dediğine göre, bu 'askeri danışman'lar binlerce miydi?
Üstelik de, 'askerî danışman' denilen o binlerce asker de, Hz. Peygamber(S)'in torunu ve Hz. Hüseyin'in kız kardeşi Hz. Zeyneb'in Şam'daki türbesi için kullanılan 'harem için' diye, 'müdafaan-ı harem' (Harem'in savunucuları) niyetiyle gönderiliyorlardı Suriye'ye... Bilmeyenler zanneder ki, Hz. Zeyneb Türbesi'ne saldırı yapılacaktır.
Halbuki, 'Hz. Zeyneb'in Türbesi' bütün Müslümanların ortak mekânlarındandı ve 1300 yıldır Müslümanlardan kimse ona zarar vermemişti.
Bunlar küçük şeyler, elbette... Ama İslam Milleti'nin birliği zedelemek istendiğinde, hangi küçük noktalardan istifade edildiğini düşünmek bile acıdır.
*
Suriye'yle ortak sınırınız olmadığı halde ve Rusya 4-5 bin kilometre; ve Amerika 10 bin km. uzaktan geliyor, İsrail rejimi de Suriye'nin her tarafında istediği saldırıyı yaparken ses çıkarılamazken; Ali Laricanî'nin, Türkiye'nin Suriye'yi işgal ettiğinden söz edebilmesini nasıl okumalı?
'Türkiye, BM ve uluslararası hukuk kuralları gereğince, kendi sınır boylarında PKK terör örgütünün kendine yönelik saldırılarına askerî operasyonlar yapma hakkı varken, bu hakkını kullanmayıp, temaşacı mı kalmalıydı?'
*
Keza, Beşşar Esed, Suriye'deki, hele de şu on 13 yıllık buhran boyunca, sadece Türkiye'nin sınır şeridindeki askerlerini kast ederek, 'Suriye toprağından çekmesi'ni isterken, bir kez bile Amerika, Rusya ve İran'ın askerlerini Suriye'den çekmesini de istemiş miydi?
*
Evet, İran'dan yükselen bu aykırı sesler, üzüntü vericidir, ama konunun bir başka tarafı daha var. Yani İran'daki yetkililer, Suriye'de karşılaştıkları durumu, kendi yenilgileri gibi görüyorlar ve bu onucu halk'a izah etmeye çalışıyorlar. Çünkü Suriye'de kaybettiler, ama yükselen o aykırı sesler, gerçekte İran halkının büyük kitlelerinin kaybı değil.
O halde, bu sonucu İran halkının tamamına teşmil etmemek gerek. Hatta bazılarının da gerçekleri anlamaya, düşünmeye ve ayakları yere değmeye başladığı düşünülebilir. Nitekim, Tahran'da yayınlanan Keyhan gazetesinde, 27 Aralık günü, 'Biz Esed rejimini 13 yıl ayakta tuttuk, o kadar emek sarfettik, o ise bize 1 haftada arkasını döndü...' başlıklı bir yoruma yer vermişti.
Bu daha başlangıç...
28 Aralık günü de, İnkılap Muhafızları Ordusu'nun yarı-resmi sözcüsü sayılan bir internet sitesinde, Suriye'deki halk kitlelerini etnik, dinî ve mezhebi durum ve farklılıklarına dair yazılan uzuuun bir yorumda Suriye'nin gerçek yüzü gözler önüne sergileniyor ve kitleler o zaman anlıyordu ki, Suriye'deki 12 İmam veya Caferi mezhebine bağlı şiîler, halkın yüzde 1 kadarıydı... Ehl-i Sünnet Müslümanları ise, yüzde 74 olarak gösteriliyor ve geride kalanların ise, yüzde 15 kadarının Esed Hanedanının da mensup olduğu Nusayrîler, dürziler, aleviler oldukları ve bunların Müslüman olmadıkları; yüzde 10 kadarının da Hristiyanlar olduğu yazılıyordu. Çok sayıda okuyucu yorumları,
bu ilginç sosyal yapıdan yeni haberdar oluyorlar ve hayretlerini dile getiriyorlardı.
*
Bu konuda söylenecek daha çok söz var. Evet, diyelim ki, İran, Suriye'de yenilgi aldığının acısıyla tepkiler veriyorsa; tavsiyemiz, sadece Suriye'de tattıkları yenilginin değil, -hele de Suriye konusundaki siyasetlerinden dolayı- dünya Müslümanlarının büyük kesimleri karşısında yitirdikleri itibarlarını düşünmeleri ve bunu telâfi etmenin yollarını aramalarıdır.
STAR
YAZIYA YORUM KAT