İran’da Afgan Göçmenler: Sim Kart Yok, Ev Yok, Hak da Yok!
1979’daki Sovyet işgaliyle yurtlarından olan ve İran’a göçen milyonlarca Afgan aradan geçen onca sene sonra hala baskı altında yaşamayı sürdürüyor.
Haber: Joshua Evangelista, Çizimler: Luca Ortello / Middle East Eye
(Çeviren: Hasan Soylu / Haksöz Haber)
AbdulAli, yaşını tam olarak bilemiyor ama birkaç yıl önce 65’i devirdiğine inanıyor.
Sokağın başında tepeleme doldurulmuş bir el arabasını sürüyor. 7 yaşındaki torunu duraklamasını fırsat bilerek ağzına biraz şeker atıyor. Vakit cuma gecesi. Yezd şehrinin eski sokaklarında plastik kaplar, yiyecek atıkları ve dükkan sahiplerinin istiflediği kartonlar her yeri kaplamış halde.
AbdulAli 1979’dan, yani Sovyet işgalinin başladığı tarihten bu yana Afganistan’dan geldiği İran’ın Yezd şehrinde çöpçülük yapıyor. Hasta olmasına ve doktorların çalışmaması gerektiğini söylemelerine rağmen çaresiz. Sırtı için ihtiyaç duyduğu ilaçlar çok pahalı.
Daha elzemi ise iki yıldır işsiz olan oğlu Eşref’in kalabalık ailesinin tek geçim kaynağı da kendisi.
Son birkaç aydır AbdulAli’nin büyük torunu çöpleri toplamasına yardım ediyor.
Diğer oğlu Mahir ise Afganistan’da bir yerde ama birkaç ay önce İran polisince sınır dışı edilmesinden beri AbdulAli tam olarak nerede olduğunu bilmiyor.
İki haftadır oğlundan herhangi bir haber alamamış olan AbdulAli Taliban ya da IŞİD tarafından öldürülmüş olabileceğinden endişe ediyor. Bir yandan terini silerken, aynı zamanda “Her gün onun için dua ediyorum ama en kötüsüne de hazırlıklıyım, bir bombalama, kaçırma ya da başka bir şeye maruz kalmış olabilir, hala hayatta olup olmadığını ise ancak Allah bilir. Ben Afganistan’ı terk ettiğimde orada savaş vardı ama böyle değildi, şimdi sanki cehenneme dönmüş gibi.” diyor.
Son birkaç aydır AbdulAli’nin büyük kız torunu küçük çöpleri toplamasına yardım ediyor, böylece çok sık eğilmek zorunda kalmıyormuş. Fakat yine de ağrıları çok arttığında ölüm korkusu kafasına takılıyor ve ailesini sahipsiz bırakmaktan çok korkuyormuş.
Yola devam etmek üzere el arabasını hareket ettirirken “Biz Afganız. Kaderimiz İranlıların yapmak istemediği işleri yapmak şeklinde yazılmış.” diyor ve ekliyor: “Ta ki ölüme kadar!”
Nefretin Hedefi Olmak
Yaklaşık yarım milyonluk nüfuslu Yezd, İran’ın ortasında, uzak ve çöllük bir bölgede bulunan ve UNESCO tarafından Zerdüşt geleneğini ve doğu mimarisini barındırdığı için Dünya Mirasını Koruma kapsamına alınmış bir şehir.
Yezd’de şehrin eski bölümünde genellikle yıkık dökük, çamurla ve tuğlayla örülmüş evlerde kalan binlerce Afgan göçmen yaşıyor. Bu insanlar genellikle tuğla imalatında, kanalizasyon işlerinde ve yük taşımada çalışıyor. Genelde yerli halkın saldırılarıyla sıkça karşılaşıyorlar. Ki son yıllarda göçmenlere karşı bu kesimlerden çok fazla protesto eylemleri düzenleniyor. Şehrin merkezinde duvarlar sıklıkla göçmen karşıtı yazılarla dolu ve genelde de hepsinde aynı imza, ‘şehir sakinleri’ imzası göze çarpıyor.
“Yaşlı bir adamın askerlerce dövüldüğünü gördüm, tek suçu etnik kökeniydi ve her yerde kan vardı.”
Bu bölgede ikamet etmekte olan Afgan Hazara kökenli bir molla şunları söylüyor:
“Şehrin tüm sakinlerinin bizden nefret ettiğini söyleyemeyiz. Aynı mezhepten geliyoruz ve pek çok ortak adetimiz var… Fakat ne yazık ki, ayrımcılığa ve dışlamaya uygun bir ortamda yaşıyoruz. Bu da aşırı tiplerin bizlere karşı her istediklerini yapabilecekleri ama buna karşılık bir cezalandırmayla karşılaşmayacakları bir zemin oluşturuyor.”
Yezd’de karşılaşılan durum aslında İran’ın pek çok bölgesinde Afgan göçmenlerin günlük hayatta karşılaştıkları olumsuzluklardan farklı değil.
Büyük göç dalgasının üzerinden neredeyse geçen 40 yılın sonunda 80 milyonluk ülke 3 milyonu aşkın göçmene ev sahipliği yapıyor.
İran’ın lideri Ayetullah Hamaney Mayıs 2016’da Tahran’ı ziyaret eden Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Abdulgani’ye şunu söylemişti: “İngiltere ve ABD gibi bazı ülkelerin aksine İran İslam Cumhuriyeti Afgan halkına her zaman ihtiram, kardeşlik ve ev sahipliği göstermiştir.”
Geçersiz İddialar
Bu sözler İran’da doğan ve büyüyen göçmenlerce şaka gibi algılanabilir. Kürtler, Araplar, Beluçlar gibi azınlıklardan farklı olarak Afganlar vatandaşlık hakkına sahip olamıyorlar. Bu yüzden de bitmeyen ayrımcılığa maruz kalmaktan bıkan genç nesiller sürekli olarak Avrupa’ya ulaşma hayali taşıyor ve dolayısıyla da kaçakçılara yöneliyorlar.
Human Rights Watch’ın 2016 tarihli bir raporunda Afganistan’da durumun giderek daha kötüleşmesine rağmen, İran’ın son yıllarda Afganların legal yollardan mülteci konumu ya da ülkede kalmalarına imkan veren diğer statüleri elde etme imkanlarını kısıtladığı belirtilmekte.
HRW, İran devletinin ülkede yükselişe geçen yabancı düşmanlığıyla irtibatlı şiddet eylemlerine karşı Afgan nüfusunu korumak ya da sorumluları kanun önüne çıkarmak için alması gereken önlemleri almakta etkisiz kaldığını da söylüyor.
Afgan göçmen olmak bir araba, bir ev, bir banka hesabı ya da kendi adına bir SIM kard sahibi dahi olamamak demek. İş yeri açamazsın, çalıştığın yerden her an kovulabilirsin demek!
Okullar kayıt işlemi esnasında öncelikle İranlıların kaydını yapıyor ve eğer yer kalırsa göçmen çocukları da okula alıyor.
Eğer bir Afgan sıradan bir kontrolde belgelerini ve yasal ikamet iznini sunamazsa tutuklanabilir ve Afganistan sınırındaki IŞİD’in faaliyet gösterdiği yüksek dağlık bölgelerden birine sınır dışı edilebilir.
Tabii ki Afganlar için İran Devrim Muhafızları’nın yanında Suriye’de savaşma seçeneği de bulunuyor. Pek çok mülteci ‘kutsal türbeleri’ koruma uğruna ve elbette uzun süreli ikamet izni, yüksek bir maaş ve banka hesabı elde etmek için bu yolu seçmekte.
Fakat Suriye savaşına gönderilenlerin birçoğu için bu vaatlerin karşılanmadığı da gelen bilgiler arasında.
43 yaşındaki Cafer inşaatçı. Henüz küçük bir çocukken Afganistan’dan İsfahan’a göç etmiş birisi. Akşam yemeğinden sonra bize hikayesini anlatıyor:
“Bizler hem Afganistan’da yaşayan halk için hem de İranlılar için yabancı, garip insanlarız. Sürekli olarak sınır dışı edilme, tutuklanma ya da sadece tipimizi beğenmediği için sokakta herhangi bir polis tarafından dövülme korkusu içinde yaşıyoruz. Bu yüzden ölüm riskini göze alıp Avrupa’ya gitmeye çalışıyoruz.”
Geçen yıl beş çocuğundan ikisi İsviçre’ye gitmiş. Yemekten sonra çayını içerken, geçen yıl İsviçre’ye giden çocuklarından Skype üzerinden bir mesaj alıyor. Çocuklarıyla konuşurken, bir yandan da ağlıyor.
“İkisi de psikolojik açıdan zor durumdalar, benim de yanlarına gitmemi istiyorlar. Para biriktiriyorum, inşallah seneye biz de gideceğiz.”
Telefonu kapattıktan sonra en küçük oğlunun resmini gösteriyor. Sekiz yaşındaki Mirza spor kıyafetli.
“Pek çok turnuvada birinci oldu ama okulunda herhangi bir resmini ya da madalyasını göremezsin. Hocası bana liste başında bir Afgan’ın isminin yer almasının okul için hoş olmayacağını söyledi. Ben de gidip kendim bir madalya satın aldım ve evimizin duvarına astım.”
23 Yaşındaki Mustafa bir video sanatçısı, 17 yaşındayken botla Avrupa’ya ulaşmış. Şu anda Danimarka’da ikamet ediyor. “İran’da bir Afgan çocuk olmak dünyanın en zor işi olsa gerek.” diyor.
“Mesela, halka açık havuzlarda yüzmeye gidemezsin çünkü sana Afganların pis olduklarını ve suyu kirlettiklerini söylerler. Eğer şansın yaver gider de bir okula kayıt yapabilmişsen, okulda öğretmenler diğer çocukları senden daha iyi olmaları gerektiği hususunda sürekli teşvik ederler çünkü Afgan çocukların daha iyi bir derece yapmaları kabul edilebilir bir şey değildir.
Üniversiteye gidecek kadar çılgınsan yine durum değişmez çünkü sadece belli fakülteler arasından sınırlı bir tercih yapabilirsin.
Sonra gereken tüm belgeleri temin etmen istenir. Nereden? Tabii ki Afganistan’dan! Oysa bir mülteci için Afganistan’a dönmek çok tehlikelidir.
Ve sonunda eğer Taliban, IŞİD, savaş ağaları ve soyguncu memurlar engelini aşabilirsen ancak o zaman bir vize elde edebilir ve akademik kariyerine başlayabilirsin.”
Temmuzda Mustafa annesini görmek için İran’a döndü. Geçerli bir vizesi ve Danimarka’dan aldığı kimlik kartı bulunmasına rağmen Tahran’da beş sivil polis tarafından gözaltına alındı ve geri gönderme merkezine götürüldü.
“Bana göre burası bir toplama kampıydı.” diyor ve ekliyor:
“Askerin yaşlı insanları sadece etnik kökenlerinden ötürü dövdüklerini gördüm. Her yerde kan vardı. Gençler eğer orduya katılıp Suriye’ye savaşa gitmeyi kabul etmezlerse Afganistan’a geri gönderilmekle tehdit ediliyorlardı. Neyse ki sonunda Avrupa’dan aldığım belgeler yüzünden beni sınır dışı etmekten vazgeçtiler. Ana orada gördüklerimi unutmam mümkün değil.”
Çeteye Satılmak
İran’dan çıkmak için uygun bir kaçakçı bulmak da kolay bir iş değildir. Afganlar bir şehirden diğerine geçmek için yerel yetkililer tarafından temin edilen özel izinlere sahip olmalıdırlar.
Genellikle kaçakçılık için seçilen aracı, aileden ya da en azından aynı kabileden biri olur. Fakat kaçakçılara güvenilmesinin zorluğundan ötürü bu da yolculuğun başarılı olacağını garanti etmez.
Kaşan’daki Afgan toplumu arasında yanlış kaçakçıya rastlayan genç mülteci Serdar’ın hikayesi hızlı bir şekilde yayılmıştır.
Serdar Avrupa’ya gitmek üzere Şiraz’dan yola çıktığında yolculuğunun Türkiye sınırındaki en büyük kent olan Urumiye’de bir Kürt köyündeki bir mağarada sona ereceğini hiç tahmin etmemişti.
Zamanında cevap verilmediği için kaçakçılar Serdar’ın sol elinin iki parmağını kopardılar.
Serdar, ailesinden fidye talep eden bir çeteye satıldı. Ailesinden istedikleri para hususunda zamanında cevap vermedikleri için kaçakçılar Serdar’ın sol elinin iki parmağını kopardılar ve kanlar içindeki fotoğrafını ailesine gönderdiler.
Birkaç yıl önce Almanya’ya göç etmiş kardeşi borçlanarak fidyeyi ödemeye çalıştı fakat bu da kurtulmasına yetmedi.
Serdar ancak ailesi, yaşadıkları şehirdeki Afgan toplumundan gereken parayı toplayıp ulaştırdığında işkencecilerin elinden kurtulabildi. O şimdi Avustralya’da yaşıyor ve iki Afgan yetimin bakımını üstlenmiş durumda.
“Herkes sınırı aşmanın ne kadar büyük risk teşkil ettiğinin farkında ama kaçmaya çalışmaya devam edecek.” diyor Avrupa’ya dönme hazırlığı yapan Mustafa.
“Sebebi gayet açık değil mi? Burada herkes korku içinde. Polise karşı bir itirazda bulunan, bir protesto eylemi organize eden kimse yok!” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Biz doğduğumuzdan itibaren işlerin hep böyle gideceğine, sistemi değiştirmek için hiçbir şey yapamayacağımıza şartlanarak büyüyoruz. Yapmamız gereken tek şey her gün aralıksız 12 saat çalışmak ve polisin ya da Sipah’ın dikkatini çekmemeye çalışmak!
Başka seçenek var mı? Var! Suriye’de ölmek ya da kaçakçılara para vermek. Ben ikincisini seçtim ve pişman değilim.”
HABERE YORUM KAT