1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. İrancı tezviratları niçin reddediyoruz?
İrancı tezviratları niçin reddediyoruz?

İrancı tezviratları niçin reddediyoruz?

İsmail Kılıçarslan, Saadet Partisi üzerinden örgütlenen İran sempatizanı çevrelerin tezviratlarına dikkat çekiyor.

27 Ocak 2024 Cumartesi 11:30A+A-

HAKSÖZ HABER

Türkiye'de İran'ın etki sahasını genişletmek için çalışmak oldukça kolay. Hiçbir yaptırıma maruz kalmadan açıktan veya örtülü bir şekilde İran'ın mezhep temelli ideolojisini kitlelere ulaştırmak için çırpınan tiplerin en çok kullandıkları mesele ise hiç şüphesiz Filistin.

Suriye'yi yerle bir eden Irak'ın demografi ve kültürünü değiştiren eli kanlı bir rejim olarak İran'ın olumsuz tesirine karşı İsmail Kılıçarslan önemli bir şahitlik sergiliyor. Kılıçarslan geçtiğimiz günlerde TVNet'te Taha Kılınç ve Ersin Çelik ile yaptıkları programın ardından kendisini hedef alan İran sempatizanlarına yönelik bir yazı kaleme almış.


İsmail Kılıçarslan / Yeni Şafak

Nasıl Amerikancı oldum?

Saadet Partili “tutuk” hesaplar çarşambadan beri, yani Saadet Partisi’nin doğrudan “İran’ın arka bahçesi” haline geldiğini açık açık anlattığımdan beri üzerimde tepiniyorlar. Rahmetli anneme küfür etmekten tutun da bin türlü tehdide kadar akla gelebilecek her şey. Tabii ki alayını dava ettim ve tabii ki kazandığım tüm tazminatları Gazze’ye yollayacağım.

İnsanın “Bana kızacaklarına Saadet’i İran’ın ‘saadetli bahçesi’ haline getiren Saadet Partili tiplere kızsalar daha hayırlı bir iş yapmış olurlar” diyesi geliyor gelmesine de sonra “boşuna çaba” deyip vazgeçiyor. Ben Saadet Partili olsam mesela Birol Aydın’a falan bazı sorular sorarım. Mesela daha 2014’te falan sağda solda “İran hakkında çok şey etmeyelim” diyorlar mıydı? Diyorlardıysa, Suriye’de yüzbinlerce insanın kanını elinde bulunduran İran’ı koruyup kollamalarının sebebi neydi? Saadet Partili ekip Suriye’ye, Beşşar Esed’e niçin, kimlerin yardımıyla, hangi konuları konuşmak, hangi pazarlıkları yapmak için gitti? İslam’ından Erhan’ına Türkiye’nin mimli İran etki ajanları Saadet Partisi’nin bir kanadı üzerinde niçin bunca etkili?

Dahası da var da cidden bu “boşuna çaba”yı sürdürme niyetinde değilim. Daha “eğlenceli” bir mesele konuşmak istiyorum bugün sizinle.

Saadet Partili hakaret makinelerinin bana hakaret ederken en çok üzerinde durduğu tez “Amerikancı” olduğum teziydi ki tek başına bu tez bile Saadet Partisi tarlasının İran tarafından sürüldüğüne delalet eder. Peki, ama ben nasıl Amerikancı oldum? Anlatayım.

2006’da Furkan Savaşı esnasında boğazım patlayana kadar Hasan Nasrallah’ı ve Hizbullah’ı desteklerken Amerikancı değildim. Ama sonra Hizbullah önce Lübnan’daki Sünnilere hayatı zehir etmeye, ardından Suriye’de açık açık Sünni Müslümanları katletmeye başladığında doğal olarak Amerikancı oldum. Çünkü Sünni Müslümanlar, tamamen yayılmacı, etnik üstünlüğe dayalı ve mezhepçi İran rejimi tarafından öldürülürken “Durun, bunu yapmayın, sadece kendi politik çıkarlarınız için Suriye’de milyonlarca Müslümanı ateşe atmayın. Bir başka çözüm var” deyince İran’ın amaçlarına aykırı hareket etmiş olduğumdan Amerikancı haline geldim.

Birinci ve İkinci Körfez savaşlarında da Amerikancı değildim. Ama bilhassa İkinci Körfez Savaşı’nın ardından Irak’taki Şiileri organize eden İran, Amerika’nın da kesin desteğiyle ülkede bir dünya Sünni Müslümanı öldürmeye başladı ve buna itiraz edince Amerikancı oldum.

Yemen’de de Amerikancı değildim. Ama bin yıldır birlikte yaşayan Yemen halkını mezhep temelinde bölen ve amaçlarını hayata geçirmek için bu halkı birbirine kırdıran iki emperyalist güce, Suud ve İran’a karşı çıkınca Amerikancı oldum.

Amerikancı olmamın hikâyesi uzun anlayacağınız. İran’ın molla diktasına “Bu yaptığınız yanlış” dediğim her an İran karşıtı değil de nedense Amerikancı oldum. Üstelik İran’ın İslam dünyasındaki hedefleriyle Amerika’nın İslam dünyasındaki hedefleri arasında epey benzerlik vardı. Hakeza, Rusya’nın İslam dünyasındaki hedefleriyle İran’ın İslam dünyasındaki hedefleri arasında da epey benzerlik vardı. İran, Müslümanlarla iş tutmayı seçmek yerine dünyanın namlı iki emperyalist merkeziyle, Amerika ve Rusya’yla iş tutmaya bayılıyordu ama günün sonunda Amerikancı olan ben oldum nedense.

“Amerika, Rusya, İngiltere, Çin… Bunların alayı emperyalist. Emperyalistler arasında ayrım yapanın niyeti bozuktur” dediğim için Amerikancı oldum.

Uzatmayayım. İran bugün “Şii Hilali” isimli ve nedense en çok “Büyük İsrail Haritası”na hizmet edecek gibi duran projesini hayata geçirmek için yapması gerekenin Mısır’dan Suriye’ye, Lübnan’dan Türkiye’ye kadar “İhvancı” tüm tezleri etkisiz hale getirtmek olduğunu biliyor ve bu ajandayla hareket ediyor. “Öteki” olarak Sünni Müslümanları tanımlayan İran’ın elindeki en büyük güçlerden biri ise İslam dünyasının dört bir yanında beslediği etki ajanları. Gâvura tek bir kurşun sıkma cesareti olmayan İran, iş Müslüman katletmeye gelince Nasrallah ve Süleymani gibi katilleriyle bir ölüm makinesine dönüşüyor. Ve bunu yaparken de propaganda mekanizmalarını kullanarak kendi pisliklerine karşı çıkan her insanı, her merkezi, her hareketi “Amerikancı” olmakla suçluyor.

İran, Suriye’de bebek öldürmesini İsrail Gazze’de bebek öldürmesini nasıl savunuyorsa öyle savunuyor. İsrailli it sürüleri öldürdükleri Gazzeliler ile ilgili, yağmaladıkları Müslüman evleri ile ilgili nasıl videolar çekip paylaşıyorsa İran’ın katileri de Suriye’de aynı şekilde çekiyorlar videolarını. Aynı günde üç Müslüman ülkeyi, Pakistan’ı, Irak’ı ve Suriye’yi vurarak kamuoyuna “Kudüs’ü kurtaracağız” masalı anlatan İran, Lübnan’da komutanlarını kızartan İsrail’e “Cevap verme hakkımızı saklı tutuyoruz” diyor. Yersen, iyi dolma.

Hz. Ömer, Selahaddin Eyyubi ve Yavuz Sultan Selim. Kudüs’e Müslümanlar lehine hizmet eden bu 3 büyük isimden de nefret ediyor hem İran hem de İran’ın büyütüp beslediği etki ajanları. Kudüs’ü özgürleştirmek gibi bir dertleri olsaydı adına Kudüs Gücü dedikleri askeri birlikleri Müslüman değil Siyonist öldürmekle meşgul olurdu.

Sürülmüş tarlanın çocukları ister kabul etsin ister etmesin, İran, İslam ümmetinin başındaki belalardan bir tanesidir ve Irak’ı, Afganistan’ı, Suriye’yi, Lübnan’ı, Yemen’i hesaba kattığımızda görürüz ki son yirmi yılda Amerika’nın da, Rusya’nın da, İsrail’in de öldürdüğü Müslümandan çok daha fazla Müslüman öldürmüştür. Ajandası ümmetin ajandası değildir. Mezhepçi, Pers yayılmacılığına dayalı, Safevi Şia’sının “Ebubekir’den, Ömer’den, Yavuz’dan intikam alacağız” ilkelliğine bağlı bir organizasyondur.

Şimdi bana gönlünüzce Amerikancı diyebilirsiniz. Ben de İhvan’a, Nahda’ya, İslami Selamet Cephesi’ne, Cemaat-i İslami’ye “Amerikancı” diyen İran’ın tam karşısında durmaya devam edeceğim. Tebriz’in, Mekke’nin, Kudüs’ün, Kahire’nin tam anlamıyla özgür olduğu bir dünya için uğraşıp didinmeye devam edeceğim. Laf aramızda bu didinme biçimini rahmetli Erbakan’dan öğrendim.

HABERE YORUM KAT

6 Yorum