İran'a çıplak uyarı!
Dışişleri'nden gelen "İran'a gidiyoruz, gelir misiniz?" davetini önce şaka sandım.
Çünkü İran'ın bölgede izlediği politikayı da Türkiye'nin İran siyasetinin bazı yönlerini de son dönemde eleştiren yazılar yazmıştım. İçimden gelen ses, davet sahiplerinin şöyle düşündüğünü fısıldıyordu: "Sen misin İran politikamızı ve İran'ın siyasetini eleştiren. Hodri meydan!" Şaşkınlığımı ifade edince, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun basın müşaviri Osman Sert'in cevabı gecikmedi: "Evet hodri meydan, geliyorsan bekliyoruz. İran'ı destekleyip Suudi siyasetini eleştirenleri de Riyad'a götüreceğiz."
İran'a gideceğimi Twitter'dan paylaşınca, şaşkınlığımın boşuna olmadığı ortaya çıktı. Kimi "İran, vize vermez" diyor; kimi "Dikkat et, seni Hürmüz'e atmasınlar" diye takılıyordu.
İşin kişisel kısmı bir yana, dış politika açısından da İran'la ilişkiler özellikle NATO radarını kabul etmemiz yüzünden saldırı tehditlerine varacak derecede soğumuştu. Suriye'de iki ülkenin vizyonları çarpışıyordu. İran'a yakın Maliki, Irak hükümetinde Türkiye'ye sıcak kim varsa hepsi hakkında tutuklama kararları çıkartıyordu. Lübnan da farklı değildi. İlaveten, Hürmüz'de İran ile 'model' ortağımız ABD arasında savaş tamtamları çalıyordu. Bu olumsuzluklar karşısında İran'a verdiği kredi ve sarf ettiği çabadan dolayı hayal kırıklığına uğradığını düşündüğüm Ahmet Davutoğlu'nun 2012'nin ilk dış ziyaretini Tahran'a yapacak olması ilginçti.
Ne olursa olsun, bir gazeteci için bu sıcak gelişmelerin merkezindeki bir başkentte olmak kaçırılacak fırsat değildi. Gittiğimize fazlasıyla değdi de. Davutoğlu ve ekibi, hep olduğu gibi 2 gecede toplam 3-5 saatlik uyku dışında geçen süreyi bir görüşme maratonuna dönüştürdü. Hamaney dışında herkesle görüştü. Sıradan protokol görüşmeleri değil, her şeyin tüm çıplaklığıyla konuşulduğu görüşmeler.
Ahmedinejad'la görüşme 2 saati bulurken, İran'ın nükleer müzakerecisi Celili ile olan 6 saati aştı. Uçağın kapısında mevkidaşını karşılayıp ayrıldığımız perşembe gecesi 02.30'a kadar birlikte olduğu Dışişleri Bakanı Salihi ise sanki zaruri ihtiyaçları dışında hep Davutoğlu'yla idi.
Bağdat'ta hükümetten atılan Sünni bakanların yerine atamaların yapıldığı haberi üzerine sürpriz şekilde gelişen ve bu krizin kıran kırana tartışıldığı son görüşmenin bitmesini, Mehrabad Havaalanı'ndaki özel uçakta perişan halde beklerken şu espriyi yapmadan duramadım: "Ziyaretten sonra Salihi kesin 1 hafta izin alıp dinlenir." Tabii bu listeye, İranlı aydınlarla ve Iraklı siyasetçi Mukteda Sadr'la yapılan görüşmeleri; dönüş yolunda sabaha doğru bizimle yaptığı sohbeti de eklemeli.
İki bölgesel güç bir araya gelince ister istemez ajanda kabarık oluyor. Ama bunlar içinde en hayati konu, Suriye ve Irak'tan bölgeye yayılan Şii-Sünni çatışma kâbusuydu. Kendilerine hep hayırhah davranmış Davutoğlu'nun, İran yönetimine bu konuda söyleyecekleri önemliydi.
Kapalı ve açık görüşmelerinde Bakan'ın Tahran'a verdiği mesaj net: Ortadoğu'da büyük bir değişim var. Bunun bir yüzü olumlu. Mısır'dan Fas'a serbest seçimler yapılıyor ve bunları Sünni/İslami/demokrat gelenekten gelen akımlar kazanıyor. Irak, Suriye ve Lübnan'da yaşanan mezhepçi çatışmaların arkasında İran'ın olduğu ortaya çıkarsa ne yapacaksınız? Size cephe alacak bu kadar Sünni yönetimle nasıl ilişki kuracaksınız? Bunu hesaplayın.
Ayrıca son 30 yılda İslam dünyası 3 heyecan yaşadı. İlk ikisi sukut-u hayalle bitti. İran devrimi ile Afgan cihadı 80'li yıllarda iki süper güce karşı bir heyecan uyarmıştı. Ama Sovyetler'in çekilmesinden sonra mücahitlerin birbirine düşmesi; İran'ın Irak'la savaşa tutuşması; Hama'daki katliama İslam devriminin seyirci kalması heyecanı bitirdi.
İkinci dalga, 90'larda Sovyetler'in çökmesinden sonra ortaya çıktı. Cezayir'de yaşananlar; Irak'ın Kuveyt'i işgali sonucu ortaya çıkan durum; Afganistan'daki iç kargaşadan El Kaide'nin çıkması ve 11 Eylül, İslam dünyası için bu dalgayı da hayal kırıklığına dönüştürdü.
Şimdi bölgesel uyanışla 3. dalga yaşanıyor. Ya bu uyanış bölgeyi bir araya getirecek. Özgür, müreffeh ve halklarıyla barışık bir coğrafya oluşacak. Ya da Suriye ve Irak'taki gelişmeler bölgesel bir soğuk savaşa yol açacak. Müslüman ülkeler birbiriyle boğuşacak. İran-Irak Savaşı'ndan ağır bir tablo yaşanacak. Biz bu dalganın da hayal kırıklığına dönüşmesini istemiyoruz. İran yapacağı tercihlerle bu sürecin seyrini olumlu ya da olumsuz yönde etkileyecek. Önümüzdeki 100 yılın temelleri atılıyor. Herkes tavrını buna göre belirlemeli.
Mesaj çok açık ama soru şu: Türkiye'nin son dönemde geliştirdiği 'kazan kazan' anlayışının ve bölgeye bütüncül bakma perspektifinin aksine, tehlikeli mezhepsel girdaba sürüklenen İran yönetimi, bu iyi niyetli mesajları anlayacak mı?
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT