"İran tarihsel husumetleri diri tutuyor"
Şiir krizi ile başlayan Türkiye-İran ilişkileri merkezli tartışmaları yetkin isimlerle konuşuyoruz. Soruşturma dizisinin ilk röportajını Halid Abdurrahman ile gerçekleştirdik.
HAKSÖZ HABER
Şiir krizi ve Türkiye-İran ilişkilerinin serencamı
Tarih boyunca gergin bir hat üzerinde ilerleyen Türkiye-İran ilişkileri, ’79 Devrimi ile farklı boyuta ulaştı. Çok farklı tarihi, mezhebi, siyasi olayı içerisine alan iki ülkenin ve aslında iki farklı geleneğin ilişkisi Suriye Savaşı ile tam anlamıyla krize girdi.
Son olarak Ermenistan işgali altındaki Karabağ’da yaşananlar üzerinden tekrardan gündeme gelen İran meselesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Azerbaycan’da okuduğu bir şiirle uzun bir süredir tartışılıyor.
Haksöz Haber'in editoryal görüşlerinden bağımsız olarak Türkiye-İran ilişkilerini, sağlıklı bir tarih-toplum değerlendirmesi yapabilmek adına bu konuda yetkin isimlerle konuşuyoruz.
İlk röportajımızı Mepa News Genel Yayın Yönetmeni Halid Abdurrahman ile gerçekleştirdik. Abdurraman, meselenin yüzeysel değerlendirmelerden ziyade tarihsel bir perpektifle ele alınmasının önemine dikkat çekiyor. İki ülke arasındaki gerilimli ilişkide kısa vadede büyük değişiklikler beklemenin doğru olmayacağını vurguluyor.
Halid Abdurrahman: "İran gerek devlet, gerekse de toplum düzeyinde tarihsel husumetleri hala daha diri tutuyor."
1-Şiir tartışması ile başlayan krizden İran iç siyasetine dair nasıl bir çıkarımda bulunmamız gerekiyor?
-Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Azerbaycan’da okuduğu bir şiirle İran’ın ayağa kalkması ve neredeyse ağız birliği yapmışçasına üst düzey devlet yetkililerinden ülkede yayın yapan bütün medya organlarına kadar geniş çaplı bir reaksiyonun ortaya çıkmış olması, İran’ın gerek devlet düzeyinde, gerekse toplum düzeyinde tarihsel husumetleri hala daha diri tuttuğunu ortaya koyuyor.
Azerbaycan’ın geçtiğimiz aylarda Ermenistan işgali altındaki Dağlık Karabağ bölgesine yönelik başlatmış olduğu operasyonda, Türkiye’nin de çok ciddi destek ve katkısıyla oldukça başarılı bir operasyona imza atması ve yaklaşık 30 yıldır işgal altında olan pek çok beldeyi kurtarmış olması bağlamında düşünüldüğünde, Erdoğan’ın Bakü'de düzenlenen törende Azerbaycan halkının duygu ve düşüncelerini yansıtan ve paylaşan bir şiir okuması, bağlamı içerisinde gayet makul bir davranışken, İran’ın bu şiir karşısında göstermiş olduğu tepki, aslında arka planda gizlemeye çalıştığı suçluluk duygusuna işaret ediyor.
İran tarihsel olarak Azerbaycan’ı bir parçası olarak görüyor ve İran’ın en önemli, büyük ve nüfusça kalabalık bölgelerinin başında, bugün Güney Azerbaycan olarak da bilinen Azerbaycan eyaleti geliyor. İran’ın geçmişte ve günümüzdeki Azerbaycan-Ermenistan savaşı/çatışmaları süresinde Azerbaycan’ın yanında durmak bir yana, alenen Ermenistan’a destek vermiş olması, Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin yardımıyla Azerbaycan’ın zafer kazanması karşısında İran’ı oldukça mahcup etmiş görünüyor. Bu durum başta Tebriz olmak üzere İran’da yaşayan on milyonlarca Azerbaycan Türkü’nün de dikkatinden kaçmıyor.
2- İran’ın dış politikası mezhebi, tarihi ve etnik birçok faktör etrafından şekilleniyor. İran medyası da bu bağlamda Türkiye karşıtı söylemi açıktan dillendiriyor ve algı oluşturmaya çalışıyor. Ancak Türkiye özelinde genel olarak ise Sünni coğrafyada bu duruma karşı farkındalık oluştuğunu söylemek zor. İran konusunda siyasi bilinç noktasındaki zaaflı durum nasıl izah edilebilir?
-Başta Türkiye olmak üzere İslam ülkelerinin yaklaşık %90’ını oluşturan Sünni dünyada genel olarak daha kuşatıcı, daha ümmetçi bir yaklaşım Müslüman kalabalıklar arasında kabul görüyor.
Bu, tarihsel refleks olarak Müslüman coğrafyalarda böyle şekillenmiş. Buna karşın İran’ın ve beraberinde Şiilerin geçmişten bugüne kendini izole eden ve kendisini ümmetin karşısında konumlandıran tavrı, onları İslam ümmetinden ayrı pozisyona sürüklemektedir.
Buna ek olarak kendini ümmetin dışında konumlandıran İran liderliğindeki Şii dünya, Müslümanların aleyhine olacak pek çok bölge ve coğrafyada, kritik olaylarda açık bir şekilde İslam’a karşı düşmanlık besleyenlerle aynı safa yer tutmakta ve Müslümanları hedef almaktadır.
İslam âlemi bu durum karşısında başta İran’ın “takiyye” anlayışı nedeniyle çok kere yanılgıya düşmüş ve İran’ın siyasi ve stratejik mezhepçi anlayışını fark edememiştir. Pek çok yerde ümmetçi söylemler dile getirse, İsrail karşıtı açıklamalarla Filistin davasına destek verdiğini duyurarak destek toplamaya çalışsa da, pratikte İran çoğu kere fiili olarak Sünni direniş yapılanmalarını ve halk hareketlerini hedef tahtasına koymuştur. Bunun örnekleri Irak’tan Afganistan’a, Suriye’den Yemen’e kadar pek çok ülkede görülebilir.
Müslümanların İran’ın bu ikircikli tavrını fark edememesinde, İslam ülkelerinde mevcut idari yönetimlerin, hükümetlerinin büyük çoğunluğunun İslam ve Müslümanların çıkarını gözetmeyen, bilakis pek çok noktada İslam’ı düşman olarak gören Batılı yönetimlerle ittifak halinde olan yöneticilerden teşekkül ediyor olması da, bu durumun en önemli nedenlerinden bir diğeridir.
3-İran’ın Irak ve özellikle Suriye’deki cürümleri Müslüman dünyada kapatılması zor yaralar açtı. Tarih toplum değerlendirmesi bağlamında İran’ın bu şekilde bir politik ve askeri tavır almasının sebepleri nelerdir?
-İran 1979 yılında gerçekleşen Humeyni Devrimi’yle birlikte Şiilik mezhebini siyasetinin ve stratejisinin merkezine alan ve toplumu ve hayatı bunun çerçevesinde dizayn eden bir dünya görüşünü benimsedi. Bunun yanı sıra her ne kadar rejimin genel anlamda “İslami söylemler” içerse de, genel siyasetinde geçmişten gelen tarihi Pers siyasetini de büyük ölçüde benimsediği, en yüksek ağızlardan defalarca tekrarlanmıştır.
Olayın Şiilik boyutu ve Pers tarihi perspektifiyle birlikte İran’ın kendini konumlandırdığı pozisyon, her şekilde Müslümanların aleyhine hasmane bir tutum benimsemesine yol açtı.
Tarihsel olarak Şiiler başlangıçtan bu yanan reaksiyoner/tepkisel bir tavır benimsemiş, bununla birlikte İslam coğrafyasında her zaman azınlık kalmaları nedeniyle Müslümanlara karşı savaşan düşmanlarla pek çok defa ittifak kurmayı kendi stratejilerinin merkezine koyabilmiştir. Bu haliyle Fatimiler ve Safeviler’in özellikle Batılı Haçlılar’la savaşan Müslümanlara karşı sıklıkla bu güçlerle ittifaka girmiş olması, hiç de tesadüf değildir. Bu durum elbette ki batılı güçler tarafından da bir fırsat olarak görülmüş ve her zaman manipüle edilerek kendi lehlerine kullanılmıştır.
4-İran’ın Karabağ Savaşı’nda da ikircikli olarak nitelenebilecek bir şekilde tavır aldığını görüyoruz. İran’ın Azerbaycan politikasını şekillendiren ana etkenler nelerdir?
-İran Sovyetler Birliği’nin dağılışından itibaren kurulan Azerbaycan Cumhuriyetini kendisi için bir tehdit olarak göre gelmiştir. İran kuzeybatı bölgesi, Azerbaycan eyaleti olarak on milyonlarca Azerbaycan Türkü’ne ev sahipliği yapmaktadır ve İran bu nüfusun belli bir zaman sonra ayrılıkçı bir yola girmemesi için, Azerbaycan Cumhuriyeti’ne karşı oldukça dikkatli bir politika izlemektedir. Azerbaycan Türkleri -İran’da bulunan-, tamamına yakını Şii olmaları itibariyle ve oldukça büyük nüfuslarıyla İran’da adeta iktidarın ortağı sayılabilecek ölçüde güçlüdür. Rejimin en üst düzey isimlerine kadar pek çok isim Azerbaycan Türkü olup, ülkede büyük oranda söz sahibidir. Buna karşın zaman zaman Farslarla Azeriler arasında sürtüşmeler yaşandığı da olmaktadır. Bunda İran’ın dikkatli bir siyasetle Azerbaycan Türklerini asimile etme siyasetinin de etkisi büyüktür. İran’da bulunan Azerbaycan Türkleri, kimliklerini ortaya koyabilecekleri belli temel haklarından mahrumdurlar.
Bu çerçevede İran, Azerbaycan ve Ermenistan arasında cereyan eden çatışmalarda ikircikli bir tavır takınmaktadır. Elbette bunun yanında olayın Rusya boyutu ve Azerbaycan’ın İsrail’le güçlü ilişkiler içerisinde olması da, İran’ı endişelendiren noktalardan bazılarıdır. Ama bütün bunlara karşı son olaylarla da ortaya çıktığı üzere, İran’ı en çok rahatsız eden, Türkiye’nin Azerbaycan’da oynadığı roldür.
5- Yaşanan son gelişmelerle İran-Türkiye ilişkilerinin gelecekteki serencamı hakkında neler söylemek istersiniz?
-Türkiye ve İran ilişkileri tarihsel bir perspektife sahiptir ve iki rakip güç olarak tarihte defalarca karşı karşıya gelinmiştir. Bunda mezhebi etkenler rol oynarken, iki ülkenin jeopolitik, jeostratejik açıdan da bölgede birbirine rakip olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Bu paralelde Türkiye’nin komşu ülkelerde attığı her adıma, İran karşı bir adım atmaya çalışmakta ve çoğu kere bu iki ülke farklı kriz ve çatışma bölgelerinde karşı karşıya gelmektedir.
Buna karşın iki ülkenin sıcak bir çatışmayı tercih etmeyeceği, Kasr-ı Şirin’den bu yana değişmeyen sınırdan da anlaşılabilir. Türkiye ve İran genel anlamda hasmane pozisyona sahip iki rakip güç olmakla birlikte, bunu dikkatli bir biçimde ve sıcak çatışmaya dönüşmeyecek bir çerçevede sürdürmektedir.
Türkiye’nin Osmanlı’dan kalma alışkanlıkları, İran’ın Safevilerin reflekslerine benzer tavırları, bu iki ülkenin bir birleriyle direkt olarak karşı karşıya gelmek yerine, bölgedeki başka ülkeler üzerinden yürütülen hamlelerle rekabet sürdüreceklerini ortaya koymaktadır. Şu aşamada bunun dışında iki ülkenin birbirine yönelik siyasetinde çok ciddi bir kırılma yaşanacağına dair net bir emare de görülmemektedir.
Yarın yayınlanacak olan soruşturmadan:
Araştırmacı gazeteci Adem Yılmaz: "İran, Karabağ mevzusunda mevcut statükonun devamından yanaydı."
HABERE YORUM KAT