İran, ABD ve İsrail’in Ortak Korkusu: Suriye’deki Cihatçılar
İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi’nin 9 Ağustos 2012 tarihli Cumhuriyet Gazetesine yaptığı açıklamaların başlığı “Cihatçılar Dibimizde” olarak verilmişti. Öncelikle İran Dışişleri Bakanının niçin bu gazeteye açıklama yaptığı üzerinde durmak gerek. Bilindiği gibi Cumhuriyet gazetesi, 90 yıldır İslamın en kadim ve onmaz düşmanlığını; laiklik, Kemalizm ve İslam düşmanı azınlık grup ve güç odaklarının tavizsiz sözcülüğünü yapan bir gazete.
Daha düne kadar İran’a en ağır saldırıları yapan, İran’ı İslam ve şeriatla özdeşleştirerek, İran üzerinden İslam’a ve şeriata her fırsatta çakan, sık sık mollalar İran’a diye manşetler atan, Humeyni’ye en çirkef isimlendirme ve vasıflandırmalarla sık sık çatan bir gazete Cumhuriyet.
Ne olduysa oldu, Suriye intifadasının başlamasıyla Cumhuriyet Gazetesi ve temsil ettiği grup ve odaklar ile İran yönetimi ve eklentilerine bir haller oldu. Düne kadar en büyük düşmanlar olanlar, bu gün stratejik ortak ve kanka oldular.
Düne kadar Türkiye’de sadece, Türkiye’nin cihatçıları sayılması gereken radikal İslamcılarca savunulan İran yönetimi, bu gün Suriye’nin özgürlüğü için mücadele eden her çeşit tondan radikal İslamcıları, “dibimize cihatçılar geldi” diyerek şikayet ediyor Cumhuriyet Gazetesi’ne ve tabi bu gazetenin hitap ettiği güç odakları, azınlık gruplar ile duyarlı, ancak şu anda zayıf durumda olan zinde güçlere.
Yine aynı açıklamalardan öğreniyoruz İran yönetiminin Afganistan’da 140 bin NATO askerinin terörü engellemek bahanesiyle bulunmasını tasvip ettiğini. Türkiye’deki mevcut iktidara, Afganistan’da çatışmalara girmemek şartıyla bulundurduğu askeri güç nedeniyle fırsat buldukça çakanlar, bu açıklama için ne derler acaba?
İran dışişleri bakanına göre, batılı istihbarat örgütleri de söylüyormuş Suriye’deki cihatçı radikallerin bölgede zemin kazandığını ve bu durumun İran, Türkiye ve Avrupa’nın aleyhine oluyormuş.
Suriye intifadasının başladığı günlerde ve sonrasında uzun bir süre, intifadanın Amerika’nın komplosu olduğu, muhalifleri Amerika’nın organize ettiği ve desteklediği, bu desteği daha ziyade Katar ve Türkiye üzerinden yönlendirdiği iddia edildi Esed severlerce. Son günlerde Amerikan yönetiminin Nusret Cephesi ve El Kaide üzerinden muhalefete yüklenmesi, Nusret Cephesini terör listesine alması bu iddiaların ne kadar boş ve kof olduğunu ortaya koydu net olarak. Bu gün çok daha netleşti Suriye intifadasının tamamen İslami bir kıyam olduğu.
Gelinen durum ortaya koymaktadır ki, Amerika ve diğer batılı ülkeler bu intifadayı kendi emelleri doğrultusunda yönlendirmeye, şekillendirmeye, İslamiliğinden ve İslami hedeflerinden arındırmaya; batılıların Türkiye’deki Milli Mücadeleyi çaldıkları gibi, Suriye İslami mücadelesini de çalmaya çalışmaktadırlar.
Amerika, İran’ın yaptığı gibi tüm muhalefeti cihatçılar olarak nitelendirmekten taktik gereği kaçınmakla beraber; klasik havuç sopa taktiğini kullanmak suretiyle Nusret Cephesi ve El Kaide bahanesiyle İslami muhalefeti yola getirmeye, İslamiliğinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Bilahare ılımlılaştırılmış ve ehlileştirilmiş ve bunun neticesi güçten düşmüş bir muhalefeti laiklerle ve azınlıklarla işbirliğine sokup, Esed sonrası kendi güdümünde bir yönetim şekillendirmeyi arzulamaktadır.
Amerika’nın bakış açısı tüm batı ülkeleri ile batılı olmayan müttefikleri ve de işbirlikçi Arap rejimleri içinde aynen geçerlidir. Hülasa Amerika ve tüm müttefikleri, tüm dünyada olduğu gibi, Suriye’deki radikal cihatçılardan rahatsızdırlar.
Ve hatta kanaatimce Suriye’deki cihatçılardan daha da rahatsızdırlar. Çünkü Suriye’de mevcut radikal cihatçılar, tüm dünyadaki radikal İslamcıların en büyük özlem ve arzusu olan gerçek ve bağımsız bir İslam devletine çok yakın konumda ve böyle bir devleti gerçekleştirme potansiyeline sahip görünmektedirler.
Böyle bir gelişme sadece batının ve zıt kardeşi konumunda olan Rusya, Çin, Hindistan ve müttefiklerinin değil, Şii İslam devleti olduğunu iddia eden İran ile Sünni İslam devletleri olduğunu iddia eden Suudi Arabistan ve diğer işbirlikçi Arap rejimlerinin korkulu rüyasıdır. Tüm bu güçler, radikal ve aşırı olarak nitelendirdikleri radikal İslamcıların Suriye’de tesis edeceği gerçek bir İslam devletinin tüm İslam memleketleri ve hatta dünya çapında küresel bir İslami intifadayı ateşlemesinden, rejimlerinin sallanmasından ve yıkılmasından, batının çıkarlarının yerle bir edilmesinden endişe etmektedirler.
Rusya sadece Suriye’deki çıkarlarının kaybolmasından korkmamaktadır bence. Suriye’de oluşacak bir İslam devletinin, başta Kafkasya olmak üzere bizzat kendi sınırları içinde bulunan Müslüman toplumların süreçten etkilenmesi ve kıyamından çekindiği gibi; güdümünde bulunan Orta Asya Türki Cumhuriyetlerinin süreçten etkilenmesinden ve rejimlerin düşmesinden ve bunun neticesi hem bu devletleri üzerindeki hegemonya ve sömürüsünün bitmesinden, hem de sınırlarının gerçek İslam devletleri ile çevrilmesinden çekinmektedir.
Aynı korkuyu Çin’in işgalinde bulundurduğu Doğu Türkistan ile Hindistan’da sınırları içinde mevcut “140 milyonluk Müslüman azınlık” içinde duymakta, bu nedenle Suriye’deki cihatçılardan rahatsız olmaktadırlar.
İran’ın rahatsızlığı ise birkaç yönden ele almak gerekir. Öncelikle daha önceki müteakip yazılarda değindiğimiz üzere, Şiiliği İslam’ın bizzat kendisi olarak görmesi nedeniyle, İslam dünyasında Şiiliği yayma ve tüm İslam dünyasında bir Şii hegemonyası kurma emellerine en yakın ve büyük engel olarak gördüğünden, dolayı Suriye’deki cihatçılardan rahatsızdır.
Ayrıca, Irak - Suriye – Lübnan hattında oluşturmayı düşündüğü şii hilalinin kırılacağından dolayı Suriye’de şii olmayan bir İslam devletini asla istememektedir.
Yine, Suriye’de kurulup da başarılı olacak Şii olmayan bir İslam devleti deneyiminin, Şia’nın İran İslam devrimi vasıtasıyla kazandığı prestiji gölgelemesini ve Sünni İslam dünyası nezdindeki tüm itibar ve etkisinin kaybolmasını, bunun neticesi de Sünni dünya üzerindeki Şiileştirme politikalarının akamete uğramasından endişelenmektedir.
En son İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Guardian gazetesine verdiği bir mülakattan öğreniyoruz ki, İsrail’de Suriye’deki cihatçılardan rahatsızmış. Netanyahu, Suriye ordusunun Golan Tepeleri boyunca boşalttığı alanların küresel cihatçılarca doldurulduğunu, bu nedenle bu sınır boyunca Mısır Sınırına ördükleri duvarın bir benzerini öreceklerini beyan ediyor.
Bu beyanlar açık olarak ortaya koyuyor ki, 1970’lerden beri Suriye’ye hakim olan Esed – Baas rejimi, İsrail’in Suriye sınırı için bir güvenlik duvarı vazifesi görmüştür ki, şimdiye kadar böyle bir önlem alma gereği hissetmemiştir İsrail. Zaten Suriye’ye ait olup İsrail tarafından 1967 yılında işgal edilmiş ve halen işgal altında bulunan Golan Tepeleri denen alanın Baba Hafız Esed tarafından İsrail’e adeta hediye edildiği de bilinen bir durumdur.
Yıllardır İsrail’in düşmanı olduğu iddiasında bulunan Esed – Baas rejiminin, İsrail işgali altında bulunan topraklarını geri almak için kullanmadığı uçaklarını, fırsat bulunduğu her anda silahsız halkı katletmek için kullanıyor olması, bu rejimin gerçek yüzünü ortaya koymuştur zaten.
Görüldüğü gibi Suriye’deki müslümanların yedi düvele karşı mücadelesi söz konusudur. Düşmanları çok olup, bu düşmanlıklarını İran gibi aktif olarak yada Amerika ve müttefikleri gibi pasif olarak Esed rejimine destek olarak sunmaktadırlar. Suriyeli Müslümanların az olan Mısır, Tunus, Libya ve Türkiye (rejim değil, hükümet) gibi dostları ise, memleketlerindeki olumsuz durumlar ve dünya konjonktürü neticesi, dostluklarını yeterince yardıma dönüştürememektedirler.
Görülüyor ki Suriye halkının Allah’tan ve duyarlı müslümanlardan başka dostu ve yardımcısı bulunmamaktadır. O halde bizler onlara yardımcı olmalı, mü’minlerin birbirlerine olan velayetininin gereğini yapmaya gayret etmeliyiz. Tüm şer odaklarının rahatsız oldukları Suriye cihatçılarını sahiplenmeli, tabiri caizse “Hepimiz Nusret Cephesi, Hepimiz El Kaideyiz” demeliyiz.
Bu gruplarla aramızdaki anlayış farklılıkları söz konusu olabilir, lakin bu durum Müslümanların kendi iç meselesi olup, kardeşlik hukuku çerçevesinde ve ilmi anlamda, zafer sonrası oluşacak özgür ortamda ele alması gereken konulardır bu anlayış farklılıkları.
Suriyeli kardeşlerimiz özgürlük ve İslam’ı hakim kılmak için kıyama kalkmışlar, Türkiye ve başka memleketlerden bazı kardeşlerimizde, 4.Nisa Suresi 75. ayete icabeti üzerlerine vazife addederek Suriye cephesine fiili cihada/kıtala koşmuşlardır. Bizler de bu ayetin gereğini bulunduğumuz memlekette üzerimize düşenleri yaparak yerine getirmeye gayret etmeli, bu konuda üzerimize düşeni yapmamak suretiyle Rabbimiz indinde suçlu duruma düşmemeliyiz.
Burada da yapacağımız çok şeyler vardır. Şer odaklarının korkusu, bizim ümidimiz; onların üzüntüsü bizim sevincimiz; onların sevinci bizim üzüntümüzdür. Bu odaklar (İran dahil) sadece Suriye’deki cihatçılardan değil, bizlerden de rahatsızdırlar ve ilk fırsatta bizimde işimizi bitirmekten zevk duyacaklardır.
Öncelikle her birimiz Suriye cihadını tam anlamıyla benimsemeli, kendi memleketimizde yapılıyormuşçasına bir ölüm kalım savaşı olarak görebilmeliyiz. Cephenin ön saflarında olmasak da, destek cephesinde üzerimize düşen görevleri yerine getirmeliyiz.
Her şeyden önce samimi ve daimi dualarımız Suriye mücahitleri ve mazlum Suriye halkı için olmalı. En azından namazlarımızın ardından ve bilhassa gece kılacağımız teheccüd namazları esnasında dualarımızın en önemli unsurlarından olmalı bu durum. Suriye’de yaşananları kendi memleketimizde ve kendi evimizde yaşanıyormuş gibi hissetmeye gayret etmeliyiz.
Suriye cihadına olan desteğimizi yazılı, sözlü vs. her imkanla, her ortamda yüksek sesle dillendirmeli ve devamlı gündemde tutmalı, sıcak savaş içinde olan kardeşlerimize arkalarının boş olmadığını, arkalarında kendilerine destek veren kardeşlerinin olduğunu göstermeliyiz.
Ayrıca cihada maddi anlamda destek olmalıyız mutlaka. Özellikle mücahidlerin lojistik imkanlarını sağlamaya, aynı önem seviyesinde olarak da savaş dolayısıyla mağdur duruma düşen sivil halka insani yardım sağlamaya çalışmalıyız. Bu hususlarda bizzat kendi infaklarımızı kullandığımız gibi, bu konuda duyarlı olan halkımızı da bu alanlara infak etmeye teşvik etmeliyiz.
Unutmayalım, 2.Bakara Suresi 286. ayette işaret edildiği gibi, bu konuda yapacağımız tüm çabalarımız, aslında kendimiz için yaptığımız çabalardır. Bu çabalar bizi iman ve İslam üzere tutacak, dünyada onurlu bir hayat, ahirette daimi kurtuluş cennetlerine ulaşmamıza vesile olacaktır. Bu konuda yeterli çabayı göstermemek ise, 2.Bakara Suresi 254. ayette işaret edildiği gibi, her ikisinden de mahrum olmamıza sebep olabilir.
YAZIYA YORUM KAT