Irak Devleti Yıkılıyor mu?
Paris Uluslararası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü'nden DIDIER BILLION Irak'taki gelişmeleri üzerine yaptığı analiz:
Hükümet, Öcalan’ın çözüm sürecinin devamına yönelik ileri sürdüğü ‘yasal zemin’ şartı dün önemli bir adım attı. İmralı ile süren müzakereleri yasal güvence altına alan tasarı Meclis’e sunuldu. Çözüm süreci ile ilgili Bakanlar Kurulu’na sınırsız yetki veren tasarı, süreçte rol alan herkese cezai ‘sorumsuzluk’ getiriyor.
IŞİD mücahitlerinin olağanüstü ilerleyişiyle birlikte Irak’ın siyasi yapısı birkaç gün içinde radikal bir biçimde değişti. Bazı analizciler, önümüzdeki haftalar ve aylar boyunca bölgesel jeopolitik dengelerin yeniden tartışılabileceğini iddia ediyorlar. Burada sorgulamamız gereken bu sorunlu duruma nasıl geldiğimiz, bu durumun bizi hangi risklerle karşı karşıya bıraktığıdır.
IŞİD resmi olarak 2003 Nisan ayında kuruldu, çeşitli vesilelerle muhalefetini ortaya koyarak El-Kaide’nin merkezinden ve lideri El-Zevahiri’den uzaklaşıp bağımsızlaştı. IŞİD Amerikan, Suriyeli ya da Iraklı olsun gayrimeşru kabul ettiği bir ulusal iktidara karşı ulusal perspektifte bir mücadele içinde değil. Mücadelesi asıl hedef olarak Şiilerin Irak’ta, Suriye’de ve daha genel olarak Ortadoğu’da yok edilmesini asıl hedef olarak ortaya koyan mezhepçi ve panislamcı bir anlayışa sıkı sıkıya bağlı. IŞİD’in nihai hedefi dünyanın tümüne hakim olacak kesinkes Sünni bir hilafet kurmak olduğundan ulus devlet yapılarını sorgulaması zorunludur. IŞİD’nin siyasi lideri Ebu Bekir El-Bağdadi’nin bu siyasi hedefi, cihat mücadelesini yerel bir anlayışla savunan ve bu safhada bir devletin temelini atmayı zorunlu bulmayan El-Zevahiri ile kopuşunun temel nedenidir. IŞİD için devlet kurmak Nuri el-Maliki ve Beşar Esad’ın temsil ettiği Şii rejimleri tarafından zulme uğrayan Irak ve Suriye Sünnilerine yönelik çözüm üretmenin koşuludur.
Suriye’nin Der Zor ve Rakka bölgelerini denetim altında tutan cihatçı bir örgüt nasıl ocak ayında Felluce’yi ele geçirmesinin ardından son günlerde göründüğü kadarıyla büyük direnişle de karşılaşmadan ülkenin ikinci büyük kenti Musul, Anbar, Ninova, Kerkük ve Selahaddin vilayetlerinin geniş bölgelerini ele geçirebildi? Bunu anlamak için 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgal günlerine geri dönmek lazım.
Saddam Hüseyin rejiminin hızla devrilmesinin ardından 2003 Mayıs ayında o zamanki ABD başkanı George W.Bush, Paul Bremer’e Irak’ı yönetme görevi verdi. Bu “vali” görevini Amerikan yeni muhafazakârlığının mantıksal katılığının gerçek bir örneğini sergileyen aptallık ve hoyratlıkla yerine getirdi. Bremer, o dönemde tüm Sünnileri Saddam Hüseyin’in içinde bulunduğu İslam mezhebinden oldukları bahanesiyle yönetim ve siyaset kademelerinden el çektirdi. Yüz binlerce kişi Irak ordusu ve kamu hizmetlerinden dışlanmış oldu. Irak, Washington himayesi altında ordusu ve idari teşkilatı olmayan bir ülke haline geldi. Beyaz Saray tarafından oluşturulan Bremer politikası Sünnileri sefalete ve öfkeye boğup tüm iktidarı Şiilere devretti. Aradan yıllar geçtikten sonra devlet aygıtı kısmen kurulduktan sonra işgal güçleri çekildi ama Başbakan Nuri el-Maliki de Sünnilerin farklı kesimlerine aynı yıldırma politikasını uyguladı. IŞİD saldırısının Sünni halkın kendini siyasi olarak ifade edemediği Irak genel seçimlerinin ardından birkaç hafta geçtikten sonra belirginleşmesi bir tesadüf değildir.
Sünni halkın bir bölümünün siyaseten temsil edilememesi onların El-Maliki rejiminin saldırısına karşı en mükemmel korumayı oluşturan örgüte yönelmelerine neden oldu. Bu sürecin etkisi IŞİD’in zengin, hem de çok zengin olmasının kendisine birçok savaşçı kazandırması ve bazı aşiretlerin desteğini sağlamasından daha önemli. IŞİD’i tüm zamanların en güçlü cihat örgütü haline getiren olağanüstü zenginlik birçok kaynaktan geliyor: Suriye’de ve şimdi de Irak’ta denetimleri altında tuttukları bölgelerdeki petrol kuyularının işletilmesi, denetimleri altına aldıkları bölgelerdeki bankaların yağmalanması, kazanç sağlayıcı rehine “ticareti”… IŞİD’in temeli güçlü, mücahitleri de disiplinli ve muhaliflerine karşı en aşırı düzeyde şiddet kullanmaktan çekinmeyen kişiler.
Ancak IŞİD’in sınır tanımayan şiddeti aynı zamanda onun zaafını da oluşturmaktadır. Aslında IŞİD savaşçılarının işgal ettikleri bölgelerdeki sert tutumu, şeriatın harfi harfine uygulanmasını dayatma iradeleri onlara karşı tepkilerin oluşmasına neden olacaktır. Ancak doğal olarak, şu an için hiç kimse bu cihat örgütünün ne zaman daha fazla düşman edineceğini ve halihazırdaki müttefiklerinin de ne zaman yanından ayrılacaklarını öngöremez. Hiçbir örgüt terörle denetlediği toprakları uzun süre yönetemez ve özellikle aşiretler uzun süre IŞİD’in dayattığı püriten düzene boyun eğmeyecekler. Bu dinamiği hızlandırmak için Nuri el Maliki hükümetinin radikal bir biçimde politikasını değiştirmesi, Sünni cemaati iktidardan ve yetkili makamlardan uzak tutma anlayışına son vermesi ve bir ulusal uzlaşı siyasetini başlatması gerekiyor. Bu cüretkar program Irak ulusal birliğini kurtarabilmeye muktedir yegane programdır.
Durumun vahameti, IŞİD’in Suriye ve Irak’ın bir bölümü üzerindeki varlığının ötesinde, Kerkük işgal kararının gösterdiği gibi Irak Kürtlerinin kaos durumundan faydalanarak ayrılma ya da özerkliği genişletme riskini doğruyorsa da, bölgesel sınırları tartışma konusu edilmeyecek gibi görünüyor.
Ulus-devletlerin parçalanmasına karşı direnmek gerek. Ulus-devlet çerçevesi demokratik egemenliğinin işlemesi için en ideal ortam. Hukuksal eşitlik, vatandaş hakları ve ödevlerine dayanan ve etnik ve/veya mezhepçi her türlü düzenlemeye karşı çıkan toplumun cumhuriyetçi örgütlenmesi anlayışı, içinde bulunduğumuz safhada cihatçı grupların barbarlığına maruz kalmamanın tek güvencesi.
Bölgedeki devletlerin ulusal birliklerini tartışma konusu yapan tehlikeli anlayışı reddetmek gerek. IŞİD bu anlamda 2003 Irak emperyalist işgalinin ve El-Kaide örgütünün doğurduğu bir canavar. Eğer Irak parçalanırsa bu sadece cihatçıların değil Amerikan yeni muhafazakârlarının da siyasi zaferi olacak. Bölgesel düzen bu şekilde çökerse hiç kimse çıkar sağlayamaz.
KAYNAK: ZAMAN GAZETESİ
HABERE YORUM KAT