İrademizle imanın bütünleştiği ay: Ramazan
Tegâbün Suresi - 16-18
- فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَاَطٖيعُوا وَاَنْفِقُوا خَيْراً لِاَنْفُسِكُمْؕ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهٖ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
- اِنْ تُقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً يُضَاعِفْهُ لَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْؕ وَاللّٰهُ شَكُورٌ حَلٖيمٌۙ
- عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ
‘’O halde gücünüz yettiğince müttakiler olunuz; kulak veriniz, itaat ediniz ve kendi hayrınıza olmak üzere infakta bulununuz! Kim nefsinin bencilliğinden korunursa işte onlar felaha erecek olanlardır. Şayet Allah’a güzel bir borç/karz-ı hasen verirseniz O size (verdiğinizin karşılığı olarak) bunu kat kat öder ve size mağfiret eder. Allah şükrün karşılığını bol bol verendir, Halim’dir (kullarına gücü yeten ve cezada mühlet verendir). Allah, gaybı (bilinmeyen ve görünmeyenleri) ve şehadeti (bilinen ve görünenleri) bilendir; O üstündür, hikmet sahibidir’’
Allah’a kul olma bilincini korumak; imani ve ameli bir sürekliliğe ve müttakice bir kararlılığa sahip olmakla mümkündür. Takva ancak mümince bir irade ve azim içinde korunabilir. Allah’ın ayetleriyle ve Onun Rasulü’nün örnekliğiyle kopmayan bir ilişki içinde olmak bu halin tabiatındandır. Rasullerin yoluyla ve ilk Kur’an nesliyle kuracağımız bağ her zaman canlı ve dinamik olmalıdır. İnsan çok yönlü yaratılmıştır ve dış etkilere açık bir varlıktır. Bitmeyen heva ve hevese sahiptir. Ve insan; güzel ve maruf olanı da kavrayabilecek güçte yaratılmıştır. İlk ayetin son cümlesinde “nefsinin bencilliğinden korunma” olarak ifade edilen durum bu potansiyele işaret eder. Çift yönlü bir kabiliyet ve irade insanın imtihanı gereği onun kendi ihtiyarına verilmiştir. Rabbimizin övdüğü kulluk şiarları ve ahlakının içinde olmak; mümin şahsiyetimizi korumak ve geliştirmek için uğraşlarımız, ilgimiz ve tercihlerimiz hidayet yolunun veçheleri üzerinde olmalıdır. Bu sürekliliği ve kararlılığı koruyacak kriterleri ve ahlaki vecibeleri rabbimiz bize katından bir nimet ve rahmet olarak bildirmiştir. Gerçek güzellik ve iyilik “başkaları için harcama yapmak ve Allah’a güzel borç vermek/karzı hasen” şeklinde açıklanmıştır.
Takva kişinin, Allah Teala’nın Kur’an’da tanımladığı ahlak, iman, huşu, samimiyet, sabır, azim ve irade ile kalbini olgunlaştırma gayretinin adıdır. İlâhî bir aydınlık ve hikmet ışığında; Allah’ın nimet ve rahmetinden takva ölçüleri edinen mümin kişi, kulluğunun bu minvalde devamını sağlamak için büyük bir hassasiyet ve çaba içindedir. O, hayrı şerden, hakkı bâtıldan, sevabı günahtan ayırt eden gayretin sahibidir. Haram ve günahlardan, şüpheli şeylerden dikkatle kaçınan kişidir. Tecessüsten, gıybetten, kusur bulmaktan uzak durandır. Kalbine doğacak bir şeytani vesveseden, çoğunluğun kirlettiği düşünce ve algılardan teberri eden ve hemen Allah’a sığınan kişidir:
‘’Balık sahibi (Yunus'u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: 'Senden başka ilah yoktur, sen yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum' diye çağrıda bulunmuştu’’ (Enbiya, 87)
Nefsinin ve beşeri algıların şerrinden Allah’a sığınan Yunus (as)’ın duası… Yaptığı eylemin yanlışlığını fark edip pişman olan ve sadece rabbine sığınan bir kuldur Yunus (as). Kur’an’la bize nefsimizin şerrinden, cahiliyenin ve fıskın kuşatmasından nasıl kurtulacağımız örnekleniyor. Takvada sürekliliğe ve her daim muhasebeye dair bir hatırlatma yapılıyor. Mücadele azmi taşıyan muttaki kullara tüm nefsi şaşırma ve şaşırtmalara, şeytani yönlendirmelere karşı ‘’La’’ tavrı öğretiliyor:
‘’La ilahe illa ente Subhaneke inni küntü minezzalimin’’; ’'Senden başka ilah yoktur, sen yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum’’
Müminlerin önceki kuşakların yaşadıklarından ve yaşananlardan dersler çıkarmaları ve kendi hayatlarına dair hikmetle ve basiretle karar vermeleri ancak kalplerindeki takva sayesinde mümkün olacaktır.
‘’İçinizden cumartesi günü hakkındaki hükmü çiğneyenleri elbette bilirsiniz. Bu yüzden onlara, “Aşağılık maymunlar olun!” demiştik. Biz bunu, hem çağdaşlarına hem de sonradan gelenlere ibret veren bir ceza, müttakiler için de bir öğüt kıldık. (Bakara, 66)
Kur’an’da ahlâk ile takva arasında bir bütünlük ve sıkı bir ilişki kurulmaktadır. Bu ilişkinin ilk kapısı iman ve salih ameldir. Bu temel öğelerden birinin yokluğu diğerini olumsuz etkileyecektir. Ayette takva dinin hükümlerine sadakat göstermek ve rabbine verdiği kulluk sözüne uygun davranmak olarak ahlaki bir tavır olarak karşımıza çıkıyor. Hükmü ihlal etmek İslam dairesinin dışına çıkmak oluyor. Allah’a verilen misakı yerine getirmemek anlamına geliyor. Kur’an’da sıkça geçen misak kavramı da ahlak ve takva bütünlüğü olarak vurgulanmaktadır;
‘’Allah’ın üzerinizdeki nimetini, sizden aldığı sağlam ahdini-misakı hatırlayın; o zaman, “İşittik ve itaat ettik” demiştiniz. Müttakiler olunuz; şüphesiz Allah kalplerin içindekini bilmektedir’’(Maide, 7)
Takva, günahların ve kötülüklerin terkedilerek iyi ve sevap olan hususlara yönelmenin mânevî müeyyidesi olarak gösterilmiştir. Takva ile af (el-Bakara 2/189), adalet (Mâide, 8), dürüstlük (Bakara, 177), sözde doğruluk, sadakat (Ahzâb, 70), şükür (Âl-i İmrân, 123), merhamet (En‘âm, 155), iyilik (Bakara 177, 189) arasındaki bağlantıların özünde takva yatmaktadır. Allah katında en değerli mümin en takvalı kişidir(Hucurât, 13).Takvâ elbisesi (A‘râf, 26) kalpteki takvanın insanda kalp ve bedenle mücessem halin adıdır. Rasulullah (sav) takvâ sahibi bir müminin ahlâkının da güzel olacağını belirtmişti (Tirmizî, “Birr”, 55). (İslm.Anskl.’takva’)
Allah’a kulluğa yakışır bir takva üzerinde olmak imanın en mükemmel şeklidir. Mümin böyle bir takvaya ulaşmak için bir süreklilik ve gayret içinde olan kişidir. Onun bu hali kendiyle sınırlı da değildir. Diğer mümin kardeşleriyle bütünleşen ve gittikçe cemaat olmaya doğru yol alan, hayır toplumunu, Kur’an toplumunu inşa etmeye başlayan süreç içinde takva artarak mümin bir ahlakı kaim kılacaktır. Bu yöneliş insanın özünü yani onun ‘’kişiliğini” şekillendirir. Onun nezdinde Müslüman olmanın vasıfları toplumsal şahidlik ve davet bilinciyle yoğrularak Müslüman kişi modeline dönüşür.
‘’Mümin Allah’ın katında; ancak Allah’a duyduğu takvasıyla değerlidir’’ (Buhârî, “Menâḳıb”, 1; Müslim, “Feżâʾil”, 168).
Takvâ; helâl-haram, net-şüpheli, vela (dostluk) ve bera (uzak durmak) konularında rabbimizin ölçülerine göre hassasiyet içinde davranmanın ahlakını var eder. İmani bir duruşu açığa çıkartır. Hayatında dinen şüpheli olarak bildirilen şeylerden korunan kimse dinini, imanını muhafaza etmiş olur. “Günah seni (fıtratını) rahatsız eden ve gönlüne yatmayan şeydir” (Müslim, “Birr”, 14; Tirmizî, “Zühd”, 52). Kesin olmayan şeyler üzerinden insanları vehim altında tutmak men edilmiştir. Bunlar takvanın düşmanı davranışlardır.(İbn Mâce, “Muḳaddime”, 2) Kişilerin hakkını hukukunu gözetmek de takvamızın gereğidir.
‘’Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi; müttakilerden olasınız diye size de sayılı günlerde oruç farz kılındı’’ (Bakara 183)
Önümüzdeki günler nefsimizi madden manen yemeden içmeden ve dünyalıklardan uzak tutacağımız oruç günlerine giriyoruz. Ümmeti İslam olarak Ramazanı Şerifle müşerref olacağız inşallah.
Ramazan takva ayıdır. Muhasebe günleridir. İrademizle imanın bütünleştiği zamandır. Kur’an’ın inzal olduğu rahmet ve mağfiret ayıdır. Hakla batılı, doğruyla yanlışı ayıran Furkan-Kuran ile müminler bu ayda tanışmışlardır. Hayatın rehberi olan kriterler insanlığa bu günlerde inzal olmuştur. Nefsin açlık ve arzularla imtihanıyla, iman ve ahlak ilkeleri arasında birbirinden etkilenen sıkı bir bağ vardır. Bedenen ve kalben arınmayla Kuran’ın beyanı arasında bir bütünlük vardır.
Bu günlerde arınma fırsatı yakalayacağız. Canımızın çektiği şeylerden Allah rızası için uzak duracağız. Takvayla boyanacağız. Rasulullah’ın (sav) hayat serüvenini yeniden gündemimize alarak derin bir muhasebeye yöneleceğiz. İnfaklar bizi dünya hırsından arındıran ve bizi temizleyen amellerdir. Kalbimiz diğer bir yönüyle ümmet kardeşlerimizle yardımlaşma ve dayanışma duygusuyla yenilenir ve takva yönünden güçlenir.
Kitab-ı Mübin’in ayetleri bizi sadakat ve samimiyetimizi kuvvetlendirmeye davet ediyor;
اِنَّا سَنُلْقٖي عَلَيْكَ قَوْلاً ثَقٖيلا‘’Çünkü biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz indireceğiz. Kuşkusuz gece ibadeti, gündüze göre daha zor, fakat sözü daha etkilidir. Çünkü gündüzleri, seni uzun uzun uğraştıracak işlerin vardır. Rabbinin adını an, bütün varlığında O’na yönel. O doğunun da, batının da Rabbidir, O’ndan başka ilah yoktur. O halde tek dayanağın O olsun’’(Müzzemmil 5-9)
“Ağır söz” den maksat Kur’an-ı Kerîm’dir; yüceliği, önemi ve değerinden, içeriğinin zenginliğinden, getirdiği sorumlulukların ağırlığından dolayı ona ağır söz denilmiştir (Râzî, XXX, 174; Şevkânî, V, 365). Rasulullah sav‘ a geceleri kalkıp namaz kılma emri verilmesinden de onun aklen, kalben ve moral yönüyle olarak bu ağır göreve hazırlanmasına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Gecenin onaran, dirilten haşyet hissinin galebe çaldığı sessiz muhasebe vakitleri takvanın, basiretin, mümin kişiliğin eğitim vakitleridir. Bilgi, ahlak, iman ve takvanın mümin şahsiyeti inşa ettiği sadakat ve samimiyet vakitleridir. Gündüzün meşguliyetinden uzak bir diriliş anıdır; geceler.
Kur’an’ın yüküne “ağır” denilmesi, onun emanetlerinin, misakın, hükümlerin ve sorumlulukların ağırlığından olsa gerektir. Yoksa Kuranı Mübin okunması ve anlaşılması kolay bir kitaptır. Nitekim Allah Teala başka bir ayette “Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirmiş olsaydık, sen onun Allah korkusu ile parça parça olduğunu görürdün” buyuruyor’’(Haşr, 21)
Önce kulu ve elçisi Muhammed (sav)’i sonra ona tabi olan müminleri bu “ağır söz” ü algılamaya ve bu koca yükü sırtlanmaya hazırlayan yüce Allah, onlar için gece ibadetini uygun görmüştür. Çünkü gece faaliyetleri, gündüze göre daha zor ve daha yorucu olmakla birlikte geceleyin okunan, idrak edilen sözler daha etkilidir.
“Rabbinin adını an, bütün varlığınla O’na yönel.” “Allah’ın adını anmak” demek O’nun yüce adını tekrarlamaktan ziyade gerçek anlamda kalbin O’nu anmasıdır. Onu anmak ibadet bilinciyle tüm hayatı programlamaktır. Kalpleri ihata eden mutlak irade sahibi Allah ile baş başa kalmaktır.
“O doğunun da, batının da Rabbidir, O’ndan başka ilah yoktur. O halde tek dayanağın O olsun.” O bütün yönlerin, tüm coğrafyaların ve tüm halkların Rabbidir. O’na dayanmak, şu evrendeki tek güce Onun egemenliğine teslim olmak ve dayanmaktır.
Samimiyet ve sadakat rabbimizin hükümlerine tam riayet etmektir.
‘’Kendilerine apaçık deliller (Beyyinat) geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayınız. İşte onlar için büyük bir azap vardır’’ (Ali İmran 105)
Müslüman cemaat açık ve net hükümler karşısında bahane üretmez. Çağın algılarından etkilenip kendini temize çıkarmaya çalışmaz. Hükümleri gizleme ve onları örtme yoluna gitmez. Önceden kitap verilenler içerisinde büyük kalabalıklar ne yazık ki ‘’misak, emanet, beyyine, hüccet, ayet, nur, rahmet’’ olan delilleri bırakıp ayrılığa düştüler. Hak yolu terk ettiler. Onlar Allah’ın yolunu bıraktı; Allah da onları bıraktı. İçinde bulundukları durum onlara hak gibi geldi. Fıska saptılar. Allah korusun bu durum Kuran’ın aydınlığından; sadakatten, takvadan, haktan ayrılmaktır. Kitabı terk etmektir. İmana küfür karıştırmaktır.
Bir rivayette Allah Rasulü (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah sizin görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.”(Müslim, Birr, 34.) Rabbimizin katında iyi bir kul, halis bir Müslüman olmak istiyorsak, takva dolu bir kalbe ve samimi amellere sahip olalım. Allah’ın rızasını hayatımızın amacı haline getirelim.
İman ve takvanın üzerinde yükseleceği sıdk ve samimiyet zemini için şu hususların altı çizilmiştir;
a)Söz ve düşüncelerimizde Rabbimizin bizlerden istediği sadakat ve samimiyet içinde olmamız takvamızın gerekir. “Şüphesiz ki sözde ve işde doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûr) sürükler. Fücûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.” (Buhâri, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105)
b)Düşünce ve iradede sadakat ve samimiyet olmazsa düşünce ve eylemin bir etkisi olmaz. Allah Rasulünden bir rivayette şunlar ifade edilmiştir; “Allah sizin bedenlerinize (şekillerinize) ve mallarınıza değil kalplerinize ve amellerinize bakar” (Müslim, “Birr”, 33, 34).
Sadakat ve samimiyet gerçek müminin şiarıdır;
‘’Siz Rasulullah’a yardımcı olmasanız da önemli değil. Nitekim inkârcılar onu, iki kişiden biri olarak yurdundan çıkardıklarında Allah ona yardım etmişti: Hani onlar mağaradaydılar; arkadaşına “Tasalanma! Allah bizimle beraberdir” diyordu. Derken Allah ona kendi katından bir güven duygusu indirdi, sizin göremediğiniz askerlerle onu destekledi ve inkârcıların sözünü değersiz hale getirdi. Allah’ın sözü ise en yücedir. Çünkü Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir. Kolay da olsa zor da olsa sefere çıkın ve mallarınızla canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Bilirseniz, bu sizin kendi iyiliğinizedir’’(Tevbe 40, 41)
Rasulullah’ın (sav) hayatında önemli bir dönüm noktası olan Mekke’den Medine’ye hicret sahnesinden bir kareye gönderme yapılıyor. Müslümanlar ince düşünmeye davet ediliyorlar. Sadakat ve kararlılığın kimliksel üst bir tavır olarak altı çiziliyor. Allah için çıkılan yolda cesaret, cihad azmi ahlaki, imani bir tavır olarak övülüyor. Sığınılan mağarada duyulan korku ve kaygıyı terk etmeye dönük tam bir tevekküle işaret var. Beşeri tedbirlerin tükendiği yerde Allah’a olan güven ve ittikaya vurgu var. Bu bir diriliştir adeta. Sonraki 41. ayette “hıfâfen ve sikālen” ifadesiyle ‘’az veya çok, zor veya kolay hangi durumda olursanız olunuz” sadakat ve samimiyetinizden ödün vermeden cihad ediniz deniliyor. ‘’İnfiru’’ emri muazzam bir ‘’İslami uyanışı’’ ve ‘’Müslüman şahsiyeti’’ aktive eden etkili bir emirdir.
Son söz; Rasûlullah (sav)bir rivayette şöyle buyurmuştur: “Kim Allah için sever, Allah için nefret eder, Allah için verir, Allah için engel olursa, imanını kemale erdirmiş olur.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 15)
Ebu Zer nakletti; “Nerede ve nasıl olursan ol, Allah’dan kork! Kötülük işlersen, hemen ardından bir iyilik yap ki, o kötülüğü silip yok etsin. İnsanlara karşı da güzel ahlakla muâmele et!” (Tirmizî, Birr, 55/1987)
Yüce rabbimiz bizleri iman, takva ve samimiyetten ayırmasın. Kalbimizi mümin ahlakı üzere metin kılsın..
YAZIYA YORUM KAT