İp İnceldiği Yerden Kopsun!
Askerlik görevini 15 aydan 12 aya indiren kanuni düzenleme yürürlüğe girdi ve yeni yılın girişle birlikte 50 binden fazla genç birliklerinden terhis edildi. Zorunlu askerliğin kısaltılmış olması bir taraftan askeri vesayetin geriletilmesiyle alakalıysa diğer taraftan da siyasi ve toplumsal açıdan ülkede yaşanan normalleşmenin güçlü bir göstergesidir.
Normalleşmeye ilişkin bu güçlü göstergeye rağmen muhatap olduğumuz sorunların kaynağında sadece askeri ideoloji ve kadrolar olmadığı için normalleşme sürecini sıkıntı ve sancılarla, kesinti ve yalpalamalarla ilerletmeye çalışıyoruz.
Vekâlet Belki, Vesayet Asla!
Bürokratik oligarşinin vesayete gerekçe kıldığı “laik-Kemalist değerlerin tartışılmazlığı, vatanın bölünmez bütünlüğü, İslamcı veya Kürtçü meydan okuma” gibi klişe tehdit unsurlarının yerini şimdilerde ‘yolsuzluk’ almış durumda.
Gerek içeride gerekse dışarıda ‘sistem dışı’ addedilen siyasi iktidarı tasfiye etme konusunda başvurulacak en önemli ve kestirmeden sonuç alıcı araç her zaman için ‘iç tehdit’ söyleminin olduğuna defalarca şahitlik ettik. “İç tehdit” üretme becerisi açısından bürokratik oligarşi hiçbir dönem yalnız kalmamıştır elbette. Çünkü Kemalist ideoloji ve kadroların kurumsallaştırdığı militarist düzenin sözde muhalifi sol ve liberal çevrelerin de sergiledikleri gerilim ve çatışma tırmandırıcı siyaset tarzlarıyla esas itibariyle statükoya hizmet ettikleri defalarca tescillenmiştir.
Çok fazla gerilere gitmeye gerek kalmadan bir iki örnek statükoya hizmette kimlerin ne gibi vazifeleri deruhte ettiğini net olarak ortaya koyuyor zaten. Mesela Gezi’de zirve yapan “AKP despotizmi perçinleniyor” tarzı kara propagandaların merkezinde Kemalist-sol unsurlarla ittifak içindeki liberal sol unsurların arkalarına aldıkları AB-ABD rüzgârı nasıl da yeminli AK Parti muhalefetinin asıl güvencesi olmuştu?
Gezi’deki manzara şuydu: Liberaller ve çevreciler her nasılsa AKP despotizmine karşı yürüttükleri özgürlük mücadelesine Mustafa Kemalin Askerleri ve onların kuyrukçusu sol-sosyalist gruplarla birlikte soyunmuşlardı. Bu sebeple TÜSİAD’ın kucağında devricilik oynayan sol-sosyalist parti, sendika ve aydınlar kadar Ergenekon-Balyoz uzantısı ulusolcularla müttefik olan liberal demokratlar da “Taksim Düştü” naraları atıyorlardı.
Peki, bütün bir topluma korku salmak amacıyla haykırılan kehanet gerçekleşti mi? Taksim düşmedi, Hükümet istifa etmedi ve “Gezi Ruhu milyonları kuşattı” tarzı bilimsel analizler bir masal olarak geride kaldı. Ama bu kesimlerden “akıl verme, strateji çizme” tarzında sadır olan küstahça meydan okumalar, seçim sandığına mani olmak üzere devreye sokulan hile ve kaotik operasyonlar hiç eksik olmadı. Köylü ve görgüsüz, ufuksuz ve irrasyonel/akıldışı olarak yaftaladıkları Başbakan Erdoğan’ın temsil ettiği toplumsal kesimler sadece Kemalistlerin değil AK Saçlı liberallerin vesayetini de reddetti. Belli alanlarda tanınan vekâlet ilişkisini vesayete çevirmek isteyenlerin tahammülsüz söylemleri ve saldırgan siyasetleri işte tam da bu vesayetin reddedilmesinden kaynaklamıyor.
Kriz İçin Cemaat Nöbette
17 Aralık operasyonun dayandığı “yolsuzluk” diye bir gerekçe var elbette. Hiç kimse tarafından küçük ya da önemsiz bir ayrıntı kabilinden görülmüyor. Tersine şüpheleri derinleştiren şöyle bir soru soruluyor: Polis ve savcı tarafından sıkı bir takibe alındığı söylenen ‘yolsuzluk’ neden uzun bir dönem ‘görülmedi’ de bunun üzerinden AK Parti Hükümetine yönelik itibarsızlaştırıcı ve yıkıcı bir tezgâh kuruldu?
Beklenen ekonomik kriz bir türlü çıkmıyor. Yaklaşan yerel seçimler ve takiben Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde de seçimlerde güçlü bir alternatif bulunamıyor. Liberallerin ve her biri küçük birer Ergenekon cephesi sayılabilecek sol-sosyalist parti, sendika ve aydınların ayartmalarına rağmen PKK ve BDP barış sürecini sabote edemiyor.
Alevi unsurların aşırı gürültülü ama bir o kadar da toplumsal destekten yoksun talepleri karşılık görmüyor. Suriye’de Rusya ve İran çizgisine gelen AB ve ABD’ye karşı “Esedsiz Çözüm”de direnç sergileniyor. Mısır’da hala Rabia ve Mursi takıntısıyla politika yürütülüyor.
Her ne kadar TÜSİAD sermayesi karlılık ve büyüme kapasitesinde hiçbir eksilme yaşamadan yoluna devam ediyorsa da ‘yeşil’ denemeyecek ‘yandaş’lığı dahi kuşkulu sermaye gruplarının yükselişi krizin tetiklenmesinde önemli bir faktör olmalı. İyi ama bütün bunların üstüne FG Cemaati’nin polis ve yargı ayağındaki örgütlenmesi ve paralel işleyen medyadaki propaganda mekanizmalarının estirdiği şiddetli kasırgaların nasıl bir bağlantısı ya da bağlantıları olabilir?
Mesele şu: FG Cemaati hem Türkiye’de hem de küresel çapta bir iktidar mücadelesi veriyor. Kendilerine uygun gördükleri ve başka türlüsünü zinhar reddettikleri “hizmet” veya “cemaat/camia” gibi statü ve sıfatlar propagandaya yönelik bir çalışmadan hatta markadan ibarettir. FG Cemaati siyasette, ekonomide, diplomaside, yargıda, emniyette, kültürde hatta din anlayışında da eğitimde olduğu gibi rakipsiz yani tekel olmak istiyor. Engel olanları zamanı geldikçe tasfiye etmek üzere kimi usulüne uygun kimi de hepten usulsüz yöntemlerle tasfiye etmeye girişiyor. Kriz Hükümetin kapısını bu sebeple şimdi çaldı.
YAZIYA YORUM KAT