İntifadalar, Ümmete İlişkin Küresel Bir Zihniyet Devriminin Müjdecisi Ol
Tunus ve Mısır’daki intifada ateşi üzerine çok şeyler yazılıp çizilmekte bugünlerde. Klasik manada alışageldiğimiz oryantalist bakış açıları ve sosyolojik argümanlarla beslenen tespitler de cabası:
Yoksulluk, işsizlik, açlık, sefalet, günde 1-2 dolarla yaşayan %40’lar %50’ler, villalarda, saraylarda refah süren azgın azınlık vs.
Hiç şüphesiz bütün bunların isyan ateşini körüklemedeki rolleri azımsanamaz; ama bir intifadayı tanımlamak için bütün bunlar yeterli midir?
Filistin’i düşünelim. Hamas’a destek veren kitleleri. Hamas’ın seçim zaferinden önce aylık 1000 dolarlara varan maaşlar alan işçilerin Hamas’ın zaferinin ardından %1000 fakirleştirilip 100 dolarlara mahkum edilmelerini. Normal şartlarda, rasyonel bir düşünüş biçimiyle bu gerileyişin faturasını Hamas’a kesmeleri gerekmez miydi? Bunca fakirlik, bunca ambargo, bunca ekmeksiz, ilaçsız, susuz kitleler yaptıkları seçimin yanlışlığını düşünüp Hamas’ı alaşağı etmek için sokaklara dökülmeleri gerekmiyor muydu? Siyonist rejim ve işbirlikçi Abbas bunu hesap ederek halkın ümüğünü sıkmaya ahdetmemişler miydi? Hesaplarını bunun üzerine oturtmamışlar mıydı? Oysa bilinçlenmiş bir halkı bundan daha çok öfkelendirecek bir politik tutum daha olamaz. Öyle de oldu. Hamas’a olan destek azalacağı yerde arttı. Şimdi belki de yeni Wikileaks belgeleri, Fetih’e destek veren kitleleri de onun karşısına dikecek ve Abbas’tan kurtulmak için bir isyan ateşi de orada yakılacak…
Bir de tersinden düşünelim. Onca Afrika ve Arap ülkelerinin durumu Tunus ve Mısır’dan daha vahim durumda. Ama birçok Afrika ülkesinde benzer durumlar yaşanmıyor. Çünkü yaşanabilmesi için öfkenin ardında birikmiş bulunan bir siyasi bilinçlilik hali, öfkeyi nitelikli ve etkili kılan araçlar ve felsefi-kültürel bir birikim gerekmekte.
Bir de… Ve belki de hepsiyle birlikte küresel gelişmelerle irtibatı sağlayan, insanlığın küresel kültürel, zihni birikimini arkasına almış olmak. Bu coğrafyaların arka planında da böylesi bir birikmişlik ve birikimi karşılaştırmalı olarak test edebilecekleri enformatik araçlar söz konusu idi.
ABD, Olayların Arkasındaki Değil, Ardına Düşmüş Bir Siyasi Güç Olarak Değerlendirilmelidir
ABD’nin başını çektiği Batılı güçlerin yeni dönemin dizaynında rol alacaklarında şüphe yok ama isyanın arkasında bit yeniği arama girişimleri ve Tunus ve Mısır’ın ABD’nin BOP çerçevesinde oluşturacağı yeni dizaynın uğrak noktalarından biri olduğu bildik komplo teorileri de gerçeği yansıtmamaktadır. Mesela Tunus’u bütün Mağrib ve Afrika ülkelerine timsal gösterenlerin başında ABD gelmekteydi. Elbetteki ordu gibi güçlerin arkasında potansiyel anlamda ABD’nin olması ve olayları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek istemesi doğaldır. Mesela Tunus ve Mısır’daki durum “Bizim çocuklar pusuda bekliyor” tavrını andırmaktadır. Hakeza Mısır’la ilgili olarak Obama’nın yaptığı konuşmada henüz seçimlerden bahsetmeyişi de, Mübarek’ten vazgeçilmişlik sinyallerini veren ama batılı güçlerin yegane güvencesi olan ordunun yaşananlara rağmen kontrolü kaybetmek istememesi de yine pusuda beklediği bir sürecin işletilmek istendiğini gösteriyor.
Buradan yola çıkarak orduların tutumunu 12 Eylül öncesi TSK’sına benzetmek mümkündür. Ve bundan sonraki süreçte oluşması kaçınılmaz yeni çok partili sistemde orduya görece demokrasiyi koruma ve kollama görevinin verileceğini söylemek için kahin olmaya gerek yoktur. TC tarihi bu durumun veciz örnekleriyle doludur. Ancak enformasyon devriminin getirileri hesap edildiğinde aynı hızla seküler ya da İslami anti-militarizmin de ülkede yaygınlaşacağı, hele ki görece özgürlük ortamlarında bunun geçmişe nazaran hızlı gelişeceğinden de kimsenin şüphesi olamaz.
Enformatik Devrim, II. Neo-Emperyal Dönemin Eskiler Kadar Aldatıcı Olamayacağının İşareti mi?
Böylesi bir intifada ve halk ayaklanması ümmetin bu coğrafyası açısından bir ilki ifade etmektedir. Bu, insanlık tarihinin son ikiyüz yılı açısından önemli kırılmaların işaretidir. (Bir ilktir; çünkü Emperyalist işgaller ve kurtuluş mücadeleleri ardından oluşturulan yerli-işbirlikçi diktatörlüklere karşı neo-emperyal dönemde ilk defa bir halk isyanı gerçekleşmiş ve isyanın neticesinde bir diktatör ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır.)
Olayların ardındaki birikimi oluşturan ilk husus Emperyalizmin İslam dünyası üzerindeki son yüzseksen yıllık işgallerin ve ardından daha az maliyetli neo-emperyal sürece geçilip yerli despotlar ve azınlık elit sayesinde ülkelerin yönetilmesi, sömürülmesi senaryolarının artık toplumsal bilinçte ciddi travmaya yol açmış olması söz konusudur.
Hiç şüphesiz, son yüzelli yıldır, Batı’daki refah disiplini ile İslam dünyasındaki politik hegemonyaların sürekliliği arasında kopmaz bir bağ oluşmuştur. Bu bağ ise belli bedeller üzerine inşa edilmiştir: Despot rejimler, ekonomik krizler, dini alanlardaki baskılar, işsizlik, yolsuzluklara batmış askeri-sivil bürokrasi, hukuk katliamları, faili meçhuller bu ilişkinin doğasının bir sonucudur. Ancak, bölge halklarının aleyhine sürgit devam edegelen bu Batı-Yerli elitler-Diktatörler üçlemi kitlelerin gözünde sadece faş olmakla kalmamış, aynı zamanda kitlesel bilinçlenmeleri de beraberinde getirmiştir. Bu bilinçlenme elbette, alternatif hayat alanlarından, rejimlerden, yaşanmışlıklardan haberdar olmuş olmak ve beklentilerin bu alternatiflere yakınlaşmak istemiyle gelişmiştir.
Bu bilinçlenmenin önündeki en büyük engel, yakın geçmişte Panarabizm, Arap milliyetçiliği ve Baasçı politikalar idi. Bu halklar yıllarca bu geçiş dönemini bir kurtuluş dönemi gibi algıladılar ve bu süreçte rejimler tarafından hem modernizasyon politikalarına tabi tutuldular, hem de sürece direnenler sindirildiler. Kitleler ise tıpkı 1923-1950 arası takriri sükun, istiklal mahkemeleri, tek adamlık, tek parti diktatoryası sürecinde olduğu gibi susturuldular, sekülarize edilerek kişiliksizleştirildiler, hem fiili hem de kültürel bağlamda teröre muhatap oldular. Bütün bunlar da sadece silaha ve ideolojiye sahip olmakla değil, kitle iletişim araçlarının tek elden kontrol edilebilmesiyle mümkün kılınıyordu.
Ancak ‘Enformatik devrim’in küresel boyutta yaptığı etkiler Tunus, Türkiye, Mısır gibi ülkeleri adeta birbirlerine yaklaştırdı. Aynı kültürel köklerden gelen coğrafyaların halkları aynı anda 11 Eylül’ü, Hizbullah-İsrail savaşını, Gazze’yi, Davos’u, bölgede değişen dengeleri, Batılı ülkelerde varolan ve insanların yaşam standartlarını daha adil mekanizmalarla yükselten insan haklarını, evrensel değerleri, bunların İslam kültürüyle ilişkilerini gözlemlediler, sorguladılar, idrak ettiler. Enformatik imkanların, aslında insanlığı ortak tecrübelerde buluştururken, sanal olarak nitelendirdiğimiz ve pek çok kötülüğüne atıf yaptığımız network dünyasının, insanlığın birbirini izleme, taklit etme, birbirlerinden haberdar olma, sahip olduğu imkanları tanıma ve tüm yapay sınırlardan sıyrılarak zihinsel dönüşümleri körükleyen rolüne aşina oldular. Artık dünya, bir tarafta feodal yapılar ayaktayken (ve tabii aynı zamanda feodal zihin yapıları) diğer tarafta sanayi devrimlerinin gerçekleştiği (ve zihinlerin buna göre dönüştüğü) bir dünyadan, farklı siyasal sistemler yaşanagelse de, insanlığın ortak zihinsel dönüşümler geçirdiği, ortak beklentilerle hayata baktığı, birbirlerinin standartlarını haklar ve özgürlükler bağlamında takip edebildiği, buna ilişkin kurumların varlığından ve işleyişinden haberdar olduğu bir dünya haline gelmişti.
Bunun örneklerini Tunus ve Mısır’daki eylemler bağlamında somutlaştırırsak “işsiz, aç, sefil, yalın ayak” diye nitelenenlerin meydanlardaki talepleri karşımıza çıkmaktadır:
“Yolsuzlukların bitmesi”, “Avrupa bankalarına kaçırılan milyarlarca doların ülkeye geri döndürülmesi”, “Mısır’ın özgürlüğünü simgeleyen Süveyş’te özgürlük”, “Mısır’ı Gazze’den ayıran duvarın yıkılması”, “G.Sudan’ın kaybına atfen Nil’in de kaybedilmemesi”, “Sadece Bin Ali’nin değil, diktatörlüğün de bitmesi”, “İfade ve örgütlenme özgürlüğü başta olmak üzere haklar ve özgürlüklerin ivedilikle tanınması”, “Yeni bir meclis ve yeni bir anayasa”, “Muhalefetin önünün açılması”, “İsrail’le ilişkilerin kesilmesi”.
Bütün bunlar bize intifadanın dinamiğini bilinçsiz aç, sefil yağmacıların değil, dijital devrimlerin yarattığı yeni örgütlenme biçimlerinin zihinlerini geliştirdiği genç-orta yaş bir yeni devrimci neslin ipuçlarını vermekte.
Şimdi önümüzdeki izlek şu: Dünyanın değişim dinamiklerini iyi takip eden kitlelerin yaktığı bu kıvılcımın en büyük avantajı, intifadanın, bizatihi geçmişte İslam kültürüyle yoğrulmuş bu coğrafyalarda ortaya çıkmış olması. Dolayısıyla, İslam’ın (daha doğrusu İslam’ı çağa yorumlayan inkılapçı müctehidlerin) enformatik devrimin etkileriyle bilinçlenmiş kitleleri kendi evrensel diliyle kuşatıp yönlendirebilmesi.
Kanımca burada hepimiz için yepyeni bir süreç başlıyor. Belki de alternatif bir İslami mücadele süreci. Bu sürecin getireceği dönüşümler, devinimler, kültürleşme ve gerek Batı hegemonyasına direniş, gerekse yepyeni bir sürecin inşası bağlamında bir siyasal-sosyal zihnin ve dilin görünür olması, çözüm üretir olması.
Gannuşi ve İhvan ile Yeni Umutlara
Olayların başlangıcında İhvan’ın olmadığı kendi açıklamalarına yansıyan boyutuyla biliniyor olsa da, gelişmelerin İhvan’ı olayların merkezine doğru çektiği ve bu noktada İhvan’ın kartları çok açık oynadığı da bir vaka. İhvan’ın geçmişi, merkezi rolü ve diğer bölge ülkeleri üzerindeki etkileri düşünüldüğünde bu sevindirici bir gelişme. Her ne kadar Baradey, öncü bir role soyundurulmuş olsa, İhvan da bunu onaylar bir görüntü arzetse de şu anki iklimde (diktatoryal kadroların muhtemel tasfiyeleri sürecinde) bundan farklı bir tablo beklemek saflık olur. Önemli olan İhvan’ın bundan sonraki süreçte ciddi roller üstlenmeye aday bir sosyalleşmeyi geçtiğimiz yıllarda üretmiş olduğu gerçeğidir.
Bu minvalde Tunus hakkında yakın gelecek açısından tahmin yürütmek güç olmakla birlikte, Nahda hareketi lideri Raşid Gannuşi’nin İngiltere’de iken el-Cezire’ye yaptığı açıklamalar, muhalif yapıların somut beklenti ve taleplerini göstermek açısından öğreticidir. Kendisine sorulan bir soru üzerine “AKP bizim için ideal bir iktidara geliş modelidir.” diyen Gannuşi, kendisine hükümete katılım açısından herhangi bir çağrı yapılmadığından bahisle “Milli mutabakat hükümetine katılıma hazırız.” mesajı göndermiş ve yeni yapılanmada İslami hareketin de yer almaya hakkı olduğunun altını çizmiştir. Anlaşılan o ki Gannuşi’nin amacı sokaktaki çeşitliliği muhafaza eden bir anlayışla, İslami hareketin dışlanmasını önlemektir. Gannuşi El-Cezire’ye yaptığı açıklamada Tunus’un geleceğini 3 somut taleple birlikte nitelemektedir: Kurucu Meclis, yeni bir anayasa ve seçimler. Kızı Sümeyye Gannuşi de Irak’takine benzer şekilde bir Baassızlaştırma ve Bin Ali’nin partisinin de yolsuzluklardan ötürü kapatılmasını talep etmektedir.
Ülkeye dönüşü ile birlikte havaalanında binlerce kişinin karşıladığı (BBC’nin yüzlerce kişi ifadesi gerçeği yansıtmaktan uzaktı. Görüntüleri seyredenler bize hak vereceklerdir.) Gannuşi, “kendisinin şeriat yönetimi isteyip istemediği” tuzak sorusunu, “Uzun senelerden beri muhalefet partileriyle, inanç özgürlüğü ve siyasi çoğulculuk içeren ortak bir zeminde buluştuk…” cevabıyla karşılıyordu.
Türkiye tecrübesinin Tunus’ta halkın faydasına olacak demokratik kanalları işletmek açısından hem Tunus, hem de bölge ülkeleri için önemli olduğunu belirten Gannuşi, aynı zamanda AK Parti’ye mesaj göndererek, Tunus’taki dönüşüme somut destek vermesi gerektiğinin de altını çizmiştir.
Yine Tunuslu bir gazeteci olan Muhammed Adil, Hakan Albayrak ile yaptığı telefon görüşmesinde “Tunus’ta artık özgürlüğün kol gezdiğinden” hareketle “Yeni anayasa ve seçim yasası için hazırlıklar başladı. İlgili komisyonlarda devrimin hakkını vermeye azimli kimseler çoğunlukta.” demekte ve eklemektedir; “…Başbakan Muhammed Gannuşi, hakkında ömür boyu hapis cezası kararı bulunan Raşid Gannuşi’nin Tunus’a dönmek için genel affı beklemesi gerektiğini söylese de, yaygın kanaat, siyasi affın Raşid Gannuşi’yi de kapsadığı yönünde. Eski rejimin sürgündeki birçok muhalifi Tunus’a döndü ve kendilerine hiçbir sorun çıkarılmadı. Bence Raşid Gannuşi’ye de sorun çıkarılmaz.”
Erken bir tahlil gibi görünse de, bu yeni süreci, hakiki anlamda İslam toplumu olabilme yönünde bir geçiş süreci olarak algılamak mümkün. Halkların çoğulcu söylemler ve özgürleşme taleplerini tecrübe edeceği, seküler tecrübelerle İslami olanın rasyonel anlamda halkların taleplerine vereceği cevaplar arasında gelgitlerin yaşanacağı ve İslami öncülerin ve kitlelerin kabiliyet ve becerilerine bağlı bir süreç. Bu süreci kim sağlıklı yürütürse, bir sonraki domino etkisini yaşatacak olan da o olacak gibi görünüyor.
Netice ve Umut
Bu coğrafyaların gerçek gücü ve potansiyelini temsil eden muhalif kanatların basiretli tutumu bu ülkelerin geleceğini belirleyecektir. Nitekim siyasi devrimler kadar; altı yedi nesil boyunca oluşmuş kalıntıları ıslah edip devindirecek olan sosyo-kültürel devrimler önümüzdeki süreçte belirleyici olacaktır. Görece özgürlük ortamları muhtemeldir ki halkları kısmen de olsa Batı’nın özgürlükçü yüzüyle tanıştıracaktır. Bu minvalde soru şu olacaktır: Bu karşılaşma seküler zihnin/kültürün parametrelerini mi güçlendirecektir yoksa çağdaş kültürlerin tecrübeleri İslami bilinçlilik potasında mı eritilecektir? Bu soru ve sorunun cevabını öğrenmek için henüz çok erken. Hatta böylesi, kendisini yakın vadede pek çok badirenin beklediği Tunus ve bölge ülkeleri açısından lüks olarak bile görülebilir. Lakin ok yaydan çıkmış, geri dönülmez süreçlere girilmiştir. Yakın vadede önemli olan Batı-Yerli Elitler-Diktatörler üçleminin bir ayağını kırmak ve bir takım geri döndürülemez hakları ve konumları elde etmektir. Layusel olduklarını düşünen kesimlere gereken korkuları salmak ve hukuk yoluyla ellerini kollarını bağlamak, akabinde de halktan çaldıklarını halka döndürücü politiklara imza atabilmektir. Bütün bunları yapabilecek potansiyeller de sadece İslami hareketlerde mevcuttur.
Öte yandan bu yeni süreçte, seküler muhalif çevrelerin önünün açılmasına karşın, halkın temsilciliğinin paylaştırıldığı süreçlerde İslami hareketlere legal ortamların sağlanmak istenmeyeceği izahtan varestedir. Tunus açısından düşündüğümüzde Gannuşi’nin legal ortamlarda legal siyaset talebi -ve AKP mesajı- karşılık bulur mu bilinmez ama bölge ülkelerindeki bu yepyeni hareketlilik ve değişim ortamları, alternatif İslami mücadele ve ıslah süreçlerini de olumlu anlamda tetikleyebilir. Çünkü Türkiye tecrübemizle de sabittir ki, sorunumuz sadece diktatörler ve yerli işbirlikçilerden kurtulmak değil, aynı zamanda halklar nezdinde yılların tortularını oluşturan kültür emperyalizmin etkilerini İslami bir kültürleşmeyle dönüştürebilmektir. Diktatörler döneminde ölümü görenlere sıtmayı lezzetli kılma politikaları, halklara yeterince vakit kaybettirip, muhafazakarca alternatif modernleşme proseslerini tetikleyebilir. Bu süreç ancak İslami hareket tecrübesiyle az zararla atlatılabilir.
Sürecin devamında, elbette uzun vadede, halkların bilinçli tercihleri ile kazanımlarını İslami bilinçlilik potasında eritip eritemeyecekleri ve uzun soluklu geçmişlere sahip tecrübelerle İslami hareketin halkın taleplerine rasyonel manada öncülük edip edemeyeceği konusu belirleyici olacaktır inşallah.
YAZIYA YORUM KAT