İnşirah ya Rab!
İnsan, fıtratı gereği kolayı sever. Zor olan tercih edilmez. Oysa dünya demek zorluk demek, imtihan, ağır yük, zorlanmak demek.
Fıtratın güzergâhına uymayan şeyler gibi duruyor bunlar. Peygamberler de dâhil istisna yok oysa; çekeceğiz bu yükü. Dünya tarihi bir nevi yükler tarihi. Ağırı var, hafifi var. Künhüne vardığımız, ıskalayıp anlamın yanından teğet geçtiklerimiz mevcut.
Dayanma gücünü destekleyen, geliştiren, mukavemeti bir noktaya kadar pekiştiren bir şey yük. Esasen, fıtratın ihtiyaç duyduğu bir zorunluluk da. Belki, yüksüzlükten korkmak lazım. Zaten üst sınırı ilahi nizam veriyor; istiab haddi belli her şeyin ve Allah 'fazlasını yüklemem' diyor.
Yük, zorlukların olmadığı dönem yok, bu nedenle. Her devir kendine göre zorlu, kendine göre çetin ve çetrefilli.
Kutsal metin; "indirmedik mi üzerinden ağır yükünü..." diyor mesela.
Dikkat buyurun, çok hassas bir çizgiden bahsediyorum. Ne hakikatlere sırtını dönmek ne de karamsarlığın küflü dehlizlerinde kendi kendini yiyip bitirmek. Uyduruk bir karşılığı da var sanki bunun: Farkındalık.
Farkına varmak idrak etmenin ilk adamı. Şuur, tahammülün dayanak noktası.
Dört bir yandan geliyor üzerimize zorlu yükler. İnsanlık zorlanıyor, küre-i arz zorlanıyor bu yükü taşımakta. Her tarafta acı, her tarafta gözyaşı, her tarafta yükün ağırlığından iki büklüm olmuş insanlık.
Daha bir ay bile olmadan sapasağlam yolladığı dalyan gibi evladının parçalanmış cesedini bekleyen acılı babayı ne teselli edebilir söyler misiniz?
Ruhsuzluk ve hayatı dünyadan ibaret görme, varlığı 5 duyu sınırlarına içine hapseden maddecilik ancak kin ve nefret verebilir teselli yerine. Öfke ile kuşanınca rahatlar sanılır sineler.
Oysa ihtiyaç olan şey inşirahtır. Bırakınız müptezeller istedikleri gibi küçümsesinler, gönüllerince alay etsinler.
"Biz senin göğsüne inşirah etmedik mi?" diyor Allah ü azim-üşşan...
Ki bilenler bilir, kolay değildir inşirah. Bildiğimiz ameliyattır, ruha ve bedene cerrahi müdahaledir bir çeşit. Nebiler Nebisi üç kez geçirmiştir bu operasyonu.
'Şeraha'dan geldiğini bilir işin ehilleri ki, biz de onlardan öğreniriz. Onlar, sadece yapılan değil, yapanlardır da hakkın inayetiyle. İnsanı keser anlamını uzatırlar bize, tabiatı karnıyarık gibi açar ve hikmet buketleri sunarlar önümüze. Kelam bile açar sinesini ve içine gizlediği, sıkıştırıp durduğu derinlikleri sunar işin ehillerine.
Melek ile Peygamber'in ilk karşılaşmasında da ilahi inşirah vardır. İsra'ya çıkmadan atılan ilk adımlarda da.
Bunca nefreti nasıl taşır sineler? Bunca kin, düşmanlık, alçaklık sığar mı göğüs kafesinin içine? Sıkıştırmaz mı insan kalbini?
Ve sıkışmaz mı, bu hazin tabloları gören hassas gönüller?
İnşirah en acil, en lüzumlu ihtiyaçtır.
Sanılanın aksine ne kolaydır ne de hemen alınır netice.
Ameliyat, dedik sevgili dostlar; büyük ameliyat... Sıkıntı olmazsa yatar mı insan o masaya? Kolaya kaçıp ertelemez mi, bıçak kemiğe dayanana kadar?
Ve operasyonun kendisi de, sonrası da kolay mı geçer zannederiz?
Yükün ağırlığı acının boyutuyla mütenasiptir. Operasyonun ağırlığı da, ağrının derinliği, sıkıntının büyüklüğü ile...
İnsanî olmayan ne varsa tasallut etmişken ruh ve bedenlerimize, sıkıp dururken yüreklerimizi merhametsiz bir mengene gibi dünya ve üzerindekiler, vakit inşirah vakti, inşirahı talep etme zamanıdır.
Elbette yüzlerce, binlerce aklı evvel, çözüm ve reçete üzerine akıldânelik yapacaktır, yapıyorlar da... Bizimkisi naçizane farklı bir yol teklifi, kesin sonuç alınabilecek, denenmiş, ilahi testi yapılmış bir yöntem.
Nereden mi biliyorum?
Kapı gibi senedim var elimde:
"Rabb'in seni terk etmedi, darılmadı da!"
Anlatabildim mi?
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT