İnsanlık yeni bir model arıyor
Adı ister Kapitalizm, ister Komünizm, isterse Faşizm olsun; belli ki insanlık beşeri sistemlerde aradığını bulamıyor...
Çünkü adı ne olursa olsun, beşeri sistemlerde servet sadece el değiştiriyor. Bir bakıma patronun kimliği değişiyor, ancak fukaranın kaderi değişmiyor...
Aslında zenginler de savaş ve terör tehdidi altında mutsuz ve huzursuzdurlar. Zaten paranın satın alabildiği şeylerle sağlanan mutluluk çok kısa sürüyor... Yürekler bomboş...
Hâsılı, Yaratıcı ile arasındaki bağı koparmak, insana çok pahalıya mal oldu.
Madde için mânâ dışlandı, ancak maddiyatın sağlayabildikleri de sınırlıydı; para insan ruhunu tatmin edemiyordu. Doyumsuz ve şaşkın kitleler uyuşturucu ile ölüm arasında gel-git kurdu.
Uyuşturucu ve çılgın eğlence partilerinde aradıklarını bulamayanlar ise ya sahte bir peygamberin izinde toplu intihar seansları yapıyor, ya da Rio Karnavalı örneğinde görüldüğü gibi “değişiklik olsun” diye kendilerini çılgın boğalara öldürtüyorlar!
Görünen o ki, fani lezzetlerle sınırlı materyalist hayat telakkisi mukadder noktaya geldi. Materyalizmin müritleri bir süre zevk-u sefa ile oyalandıktan sonra, kendilerini ve kendi geleceklerini yemeye başladılar.
Batılı gelişmiş toplumlar şu sıralar ölümlerden ölüm beğenme durumunda: Çünkü fanî zevklerin çoğunu tattılar. Sanayinin ve teknolojinin kendilerine sunabileceği imkânların yanı sıra her türlü eğlenceyi yaşadılar.
Böylece dünyevi maksatlarının ve hedeflerinin çoğuna ulaştılar...
Dünyevi maksatlarının ve hedeflerinin çoğuna ulaştıktan sonra da maksatsız ve hedefsiz kaldılar. Artık hayattan fazla bir beklentileri kalmadı.
Yanlış çizgide denenen yeni lezzetler, yeni zevkler ise ölümün kapısını aralıyor: Uyuşturucu, içki, fuhuş (AİDS) gibi ölümcül eğlenceler toplumları ruhsal anlamda bitiriyor.
Her mânâda şiddet, boşluğun, başıboşluğun, nemelâzımcılığın ve hayata isyanın çocuğu olarak gelişiyor. Sırada muhtemelen başka ölüm tuzakları, başka Nemrut ateşleri de var.
Kısacası, toplumlar şu sıralar maddeyi aşmanın ve mânâ ile buluşmanın sağlıklı bir yolunu bulamazlarsa, içten içe çürüyüp gidecekler.
Eğer yeni bir “yaşam biçimi” geliştirilemezse, kadim Yunan, Roma ve Hıristiyanlık terkibinden doğan Batı Medeniyeti, öncelikle kendi çocuklarını, sonra da taklitçilerini (bizim durumumuzdakileri) felakete ve helâkete (yokluğa) sürükleyebilir.
Artık her şey gösteriyor ki, ne “aydınlanmacılar”ın öncülük ettiği maddeci reçetelerde varlık arayan Batı âlemi, ne de kendi varlık sebebini unutup onları şuursuzca taklit eden İslâm âlemi mutlu değil.
Görüntü topyekün bir tıkanmayı işaretliyor.
Beşerin beşer için bulduğu çözümler beşeriyete mutsuzluk getirdi. Hayat, para ve güç kıskacına sıkıştırılmış maddeciliğe tıkandı.
Bu aşamada, yeni bir “hayat felsefesi”ne dünyanın gerçekten çok ihtiyacı var. Öyle bir düzen kurulmalı ki, “insan insanın kurdu” olmaktan çıkıp, yaradılış hikmetine tekrar dönmeli, hayata ve insana saygı çerçevesinde ebedileşmeli yeniden...
Yaşama hakkı başta olmak üzere, dini, dili, ırkı, rengi ne olursa olsun, tüm insanlar her türlü hak ve özgürlüklerden eksiksiz yararlanmalı...
Herkese inanç hakkı, ibadet hakkı, eğitim hakkı, ticaret hakkı, seyahat hakkı ve dilediği gibi giyinme hakkı tanınmalı... Okullar, insanlar ve kıyafetler arasında hiçbir ayırım yapılmamalı.
Ancak böyle bir anlayış insanlığa huzur getirir, mutluluk getirir...
Böyle bir anlayışın örneğine ulaşmak için “Devr-i Saâdet”e gitmek gerekiyor.
Otomobil, uçak, tren, buzdolabı, bilgisayar, çamaşır-bulaşık makinesi, fritöz gibi, bugün hayatımızı kolaylaştırdığını düşündüğümüz teknoloji nimetleri olmadığı halde, Peygamber Efendimiz’in yaşadığı döneme “Mutluluk Asrı” denmesinin hikmeti, insanlar arasında hiçbir ayırım yapılmamasında, özellikle de nimet ve külfet paylaşımında hakkaniyet esaslarına riayet edilmesinde aranmalıdır.
Dünya işte böyle bir “yeni oluş”un peşinde: Dünyanın yeni bir yürek inkılâbına ihtiyacı var!
Cuma günü yazmıyorum. Cumartesi günü devam ederiz inşallah.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT