1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Yolu katil Esed’in zindanlarından geçen hanımların tanıklığı Suriye gerçeğini ortaya koyuyor
Yolu katil Esed’in zindanlarından geçen hanımların tanıklığı Suriye gerçeğini ortaya koyuyor

Yolu katil Esed’in zindanlarından geçen hanımların tanıklığı Suriye gerçeğini ortaya koyuyor

Aynur Karabulut’un birçok Suriyeli hanımla yaptığı ve bir yazı dizisi şeklinde derlediği demeç ve röportajlar, katil Esed’in zindanlarındaki insanlık dışı manzaraları gözler önüne seriyor.

22 Şubat 2021 Pazartesi 16:52A+A-

Suriye zindanlarında tutsak kadınlar

Aynur Karabulut / Fikrinisoyle.net

Burası cehennem buradan çıkamazsın…

Aklımın almadığı, nefes almakta zorlandığım işkence gören, tecavüze uğrayan kadınları, kız kardeşlerimi dinledim. Hikayeleri canınızı acıtacak, sizi nefes almakta zorlayacak tüm detaylarıyla hiç sansürlemeden yazdım.

Ne anlatması ne dinlemesi ne de yazması asla kolay olmadı. Onlar gözyaşlarıyla hıçkıra hıçkıra anlattıkça ben dehşetle dinledim.

Suriye savaşı 10 yıldır kötünün daha da kötüsünün olabileceğini öğretti. Bundan kötüsünü duymayacağım diyemiyorum artık. “Lütfen sesimizi duyurun” diye çığlık atıyorlar. “İçeride sesi kısılan, çığlıkları duyulmayan kız kardeşlerimizin sesi olun, onları kurtarın” diye yalvarıyorlar. “Biz sadece eşit haklara sahip olmak, daha özgür yaşamak için uzlaşmak ve orta bir yol bulmak istemiştik. Bir zamanlar kardeşlerimiz dediğimiz insanların bizlere böyle yapabileceklerine asla inanmazdık. Kendim yaşamasaydım, yaşadıklarım başkası tarafından bana anlatılsaydı asla inanmazdım” diye ekliyorlar.

"Kan donduran" tabirini anladım sanırım. Zira; dinlediklerim, gözyaşı içinde olayı tekrar yaşayarak anlatmaları karşısında günlerdir üşüyorum, zangır zangır titriyorum. Ellerim, ayaklarım buz gibi. İçimin üşüdüğünü, kalbimin soğuduğunu hissediyorum... Sadece onlara sıkı sıkı sarılabiliyorum, ellerini tutuyorum... Yaşanmış binlerce hikayeden yayınlayacağım birkaç kesit üzerinden Suriye zulmünü görebilmenizi umuyorum...

GALİA

33 yaşındayım. Aslen Şam'lıyım. Ticaret ve İktisat bölümünü okuyan başarılı bir öğrenci olarak Şam Üniversitesinden mezun oldum. Suriye de iç savaş başladığında Şam’day dım. Bir inşaat firmasında muhasebeci olarak çalışıyordum. Millet Beşar Esad’ı istemediği ve daha demokratik şartlarla yaşamak istediği için 2011 yılında sokağa çıktı. Bende o sırada sokağa çıkıyordum. Yürüyüşleri videoya çekiyor ve sosyal medya da paylaşıyordum. Amacım dünyaya Esad’ın zulmüne baş kaldırıyı göstermekti.

Şam’da iç karışıklık giderek büyüyordu ve sokağa çıkan insan sayısı artıyordu. İç karışıklık Şam’dan bir yıl sonra Halep’e de sıçramıştı. Reklam sektörü ile ilgili çalışmalara ilgi duyduğum için bir grup öğrenci arkadaşımla olayları servis etmek, daha organizeli çalışmak ve birbirimizden haberdar olmak için ufak bir yeri ofis olarak belirledik, etkili olup sesimizi duyurmak istiyorduk. O sıralar 26 yaşlarındaydım. Halk sokakta sadece yürüyüş yaparken Esad destekçileri ve rejim askerleri halkı vurmaya, öldürmeye başladı. İnsanlar ölüyor ve yaralanıyordu. Cenazelerimizi almamıza ve yaralılarımızı hastaneye yetiştirmemize izin vermiyorlardı. Hastanelere giremiyorduk.

Bizde Esad karşıtı, muhalif, yaralı göstericileri acil müdahalede bulunup tedavi etmek için küçük ve gizli sayılacak bir yeri hastane olarak belirledik. Sağlıktan anlayanlar, hemşireler, doktorlar bizim gibi gençler orada bu yaralılara gönüllü olarak müdahale ediyordu. Bende tüm varlığımla koşturuyordum. Bir taraftan yaralılara yardım ediyordum diğer taraftan sokakta olayları görüntüleyip yayınlamaya çalışıyordum. Çünkü insanlar suçsuzdu ve sadece mahrum bırakıldıkları haklarını sloganlar eşliğinde yürüyüşlerle talep ediyorlardı.

Giderek tıbbi ekipman ve gıda malzemelerimiz tükeniyordu. Şam’da Hamidiye pazarı diye bir yer var. Orada iş adamları, ticaret yapan kişiler bulunurdu. Ben reklam işiyle de ilgilendiğim için onları tanıyordum. Pazara giderek yaralılar için yaptığımız çalışmalar adına yardım talep ettim. Hem maddi olarak para verdiler hemde tıbbi malzeme desteğinde bulundular.

Rejim askerlerinin mazlum halka muamelesi gittikçe şiddetleniyor, sokaklarda sayısız insan katlediliyordu. Bu olanlara daha çok dikkat çekmek için grupta ki arkadaşlarımızla beraber askeri noktaları çekerek paylaşmaya ve halkı bu noktalara karşı uyarmaya karar verdik. Birbirimizden haber alabildiğimiz, olayları takip edebildiğimiz tek yer sosyal medyaydı. Çünkü TV, Radyo, Gazete engellenmiş habersiz bırakılmıştık. Bizde sosyal medyayı hem sesimizi duyurmak hem birbirimizi bulmak hem de birbirimizi uyarmak için kullanıyorduk. Facebook hesaplarımızdan ve Özgür Suriye Ordusunun yönettiği bir haber sitesiyle çektiklerimizi paylaşıyorduk.

6 ay boyunca sürekli sahada ölmemeye çalışarak ülkem ve halkım için çabaladım. Yine bir gün grup arkadaşlarımla çekimleri paylaşıp evlerimize dağılırken, Reis köprüsü diye bir köprü noktasında bulunan kontrol noktasından geçerek evime gitmek zorundaydım. Ancak buradan geçerek evime gidebilirdim. Bu nokta tehlikeli bir noktaydı ve halkı bilgilendirmek gerekiyordu. Çaktırmadan fotoğraf çektim kimse görmedi diye düşünürken arkamda istihbarattan bir adamın olduğunu fark etmemiştim. Kontrol noktasına bana görünmeden gidip, beni tarif edip fotoğraf çektiğimi bildirmişti. Haberim olmadan kontrol noktasına gittiğimde beni durdurup telefonumu, çantamda ki fotoğraf makinamı aldılar. Elimde ne varsa vermek zorunda kaldım.

Beni göz altına aldılar. İlk gün başıma ne geleceğini bilmeden sorgu odasında bana hiçbir şey yapmadan beklettiler. Ne olacağını bilmiyordum. Sorgu odasının kapısı açıldı. Benim ellerim kelepçeliydi. İki Rejim askeri ve yanlarında muhalif olduğu belli olan bir genç delikanlı girdiler. Hiç konuşmadan gözümün önünde genç adamı taciz ettiler. İğrenç şeyler yaptılar. Gözümü kapatmama, başımı çevirmeme müsaade etmediler. İşleri bittiğinde “eğer konuşmazsan sana da bunları yapacağız, muhalefete dair ne biliyorsan bize anlat” diyerek çıktılar.

Ben ağlıyor ve Allah’a yalvarıyordum. İki gün bu sorgu odasında kaldım. Yemek, su hiçbir şey vermediler. 40 numaralı hücre denilirdi buraya. Bu hücrede bana fiziksel işkence yapılmadı. İki gün sonra 251 numaralı istihbarat hücresine götürüldüm.

Şam’da numaralandırılmış, nerede olduğu bilinmeyen 15 tane hücre var. Suçun ağırlığına göre bu numaralandırılmış hücrelere gönderilirsiniz. Bu hücrelerde merhamet yoktur. Acıma yoktur. Allah korkusu yoktur. Kimse sizi burada bulamaz ve çıkaramaz. Siyaset suçundan alınırsanız başka istihbarat suçundan başka hücrelerde tutulursunuz. Bende istihbarattan alındığım için buraya getirildim. Karanlık bir hücrede 5 gün boyunca yanıma kimse gelmeden tek başıma kaldım. Sessiz ve karanlıktı. 5 gün sonra sorguya aldılar.

Hiç unutmuyorum beni sorgulayan memurun adı Cihad Eşkar’dı. Adımı, mezun olduğum bölümü, yaptığım işimi, ailemin ekonomik ve emlak durumunu sordular, cevapladım. Neden buraya getirildiğimi sordu. Bilmediğimi söyledim. Bir kâğıda imza attırdı ve çıktı, beni hücreye aldılar.

4-5 saat sonra beni tekrar sorguya aldılar. “Sen bize yalan söyledin” diyerek suratıma, vücudumun her yerine tokat, tekme atmaya başladılar. Çok dövdüler, her yerim morarmıştı acı ile kıvranıyordum beni sürükleyerek tek kişilik hücreye koydular. Tek kişilik hücrede kaç saat her yerim acı içinde beklediğimi hatırlamıyorum. Kapı açıldı ve beni tekrar işkence odasına aldılar. Orada gözümün önünde erkeklere işkence ederek Psikolojik işkenceye maruz bıraktılar. Hala her gece çığlıkla uyanırım çünkü erkeklere bize yaptıklarının çok daha fazlasını yapıyorlardı. O gün karşıma sadece alt iç giyimi olan bir adam getirdiler. Asla gözümü kapatmama, sağa sola bakmama, başımı öne eğmeme izin vermediler. Tam karşımda üzeri türlü uzun çiviler ve keskin demirlerle bir sandalye vardı, adamı üzerine oturttular. Sordukları soruları o adam “bilmiyorum” diye cevapladıkça başında duran iki adam onu sandalyeye bastırıyordu. Taki bütün çiviler vücuduna batana kadar. Ben dayanamayıp başımı önüme eğince tekmeyle çeneme vurup, kafamı tutup “bakacaksın” dediler. O gencin başından kaynar su döktüler. Vücudu hem yanıyor hem kanıyordu. Genç bağırdıkça bende bağırıyordum.

Beni işkence odasından çıkardılar. Konuşup konuşmayacağımı sordular. Bende “bir şey bilmediğimi” söyledim. “Sorduğunuz sorularda bildiklerime cevap veririm ama bilmediğim sorular soruyorsunuz, o soruların cevabını gerçekten bilmiyorum” dedim. İşkence odasından çıkınca tuvalet, hücrelerin, işkence odasının kapılarının açıldığı bir hol vardı. Orada 3-4 asker bekliyordu. Ellerinde çok sert bir futbol topu vardı. Beni holün ortasına oturttular. Etrafımı sardılar. Ve o topla şut talimi yaptılar. Top her yerime çok sert çarpıyordu. Canım çok acıyordu. Ben “bilmiyorum” dedikçe daha sert şut çekiyorlardı. Top kafama geldi ve bayıldım.

Kendime geldiğimde kamera olan bir odadaydım. Kameradan kafamı kaldırdığımı gördükleri anda tekrar gelip beni sorgu odasına aldılar. Yine sordular “konuşacak mısın?” Ben de “bildiklerimi anlattım” dedim. Ölmüş erkekleri karga tulumba sorgu odasına taşıdılar. Yere sırt üstü yatırdılar. Genç, yaşlı 9-10 adamı önümde yere yatırdılar. Morarmış ve kokuyorlardı. “Cesetlerin üzerinden basa basa yürüyeceksin” dediler. Cesetlerin kokusunu tarif etmem imkânsız. Döve döve, zorla, ite kaka yürüttüler. Hızlı yürüyecek olsam tekrar yürüttüler. Ağlaya ağlaya, Allah'a yalvara yalvara yürümek zorunda kaldım. Korkunç bir manzaraydı. Ölmüş cesetlere basarak ölmüş olmalarına rağmen hem onlara hem bana işkence yapıyorlardı. Dayanamıyordum artık ve “istediğinizi sorun ne biliyorsam anlatacağım” dedim. “Sen askeri noktaları çekerek teröristlere bilgi veriyorsun” dediler, inkar ettim, itiraf edersem bana neler yapacaklarını düşünemiyordum.

“Neden burada olduğumu bilmiyorum” dedim. Telefonumu açtıklarını onun içinde iki tane Facebook hesabı olduğunu bir tanesi şahsi diğerinden ise sosyal medyada sayfalara paylaşım yaptığımı gördüklerini söylediler. O hesabın arkadaşıma ait olduğunu söyledim. Bana inanmadılar. O arkadaşlarının isim soy isimlerini bize vereceksin, yerlerini söyleyeceksin dediler. Bilmediğimi söyledim. İşkence odasına tekrar aldılar. Bir hafta boyunca hiçbir şey sormadan sadece işkence yaptılar. Hiç sormadılar. Konuşturmadılar. Sırtıma, göğsüme her yerime elektrik verdiler. Saçımı ateşe verdiler. Saçım tutuşmuş saç derime doğru alevler yükseliyor, derim yanıyordu. Ateşi söndürüp sopayla vurdular. Birkaç saat dinlendirip tekrar işkence odasına alıyorlardı.

Erkeklere gözümün önünde çok daha ağır işkenceler yapıyorlardı. Tavana ellerinden asıyor oradan sallanırken ayağına da ağır bir şeyler bağlayarak aşağı çekilmelerini sağlıyorlardı. Tavandan düşmesine izin vermeden ayağına bağlanan bu ağırlıkla aşağı çekilmesini, acı çekmesini kahkaha ile izliyor, gözümü kırpmadan bana da izletiyorlardı. Yine bir dinlenme arasından sonra işkence odasında getirdikleri bir erkek gence benim gözümün önünde zorla izlettirerek tecavüz ettiler. Zorla izlettiler, gözümü elleri ile açıyorlardı. Başka bir erkeğin elini ayağını bağlayarak kazık sokarak öldürülme anını gözümü kırpmadan, gözümü ve çenemi tutarak, elleri ile açarak zorla izlettiler. Acımasız, merhametsizdiler. “Burası cehennem buradan çıkamazsın” diyorlardı. Gerçekten cehennem tam olarak orası olmalı. Artık dayanacak gücüm kalmamıştı, öldürmeleri için yalvarıyordum aldığım cevap “ölüm asla kolay olmayacak, bu kadar kolay kurtulamayacaksın” oluyordu.

Bayanlara, erkeklere göre daha az işkence yapıyorlardı. Ama erkeklerin çoğu bu zulümlere ve daha fazlasına, aklınızın asla almayacağı, hayal bile edemeyeceğiniz işkencelere maruz kalıyorlardı. O yüzden arkadaşlarımın adını vermek istemedim. Direniyordum fakat artık dayanacak takatim kalmamıştı. 2,5 ay sürekli çeşitli tacizlere maruz kaldım. Bildiğim her şeyi anlatmama rağmen inanmadılar ve hep daha fazla bilgi isteyerek işkence ediyorlardı. Beni tekrar sorgulamak için odada yüzüm duvara dönük olacak şekilde aldılar. “Konuşacak mısın?” dediler. “Konuşacağım” dedim. İçeride ki asker beni kendine çevirdi. Sigarasını yakarak yüzümde, boynumda söndürdü.

Hiç konuşmadan uzunca bir süre bu işlemi tekrarladı, rahatsız etti ve hücreye gönderdi. Hücre çok karanlıktı. Gündüz mü gece mi anlamıyordum. 2 gün hücreye kimse gelmedi. Günde sadece 3 defa tuvalete gitmemiz için hücre kapısı açılıyordu. Tuvalete gidince de 10’a kadar sayıyorlardı. O sürede gidip gelmen gerekiyordu eğer 10 diyene kadar gelemezsen korkunç şeyler oluyordu.

Sorgudan sonra tek kişilik hücrede kaç gün geçti bilmiyorum. Tuvalet dışında hücre kapısı iki gün sonra tekrar açılmıştı, gelen askerler beni alarak yüzümde sigara söndüren kişi ve iki askerin daha olduğu odaya götürdüler. Sorgu memuru karşımda duruyordu, biri arkamda elimi kelepçeledi, ayağımı bağladı ve zorla oturttular, arkamda duran kişi kaçmamam için beni tutuyordu. Diğer adam oturduğum yerde önüme diz çöktü ve elinde ki kerpetenle ayağımda ki bütün tırnaklarımı söktüler. Bağıra bağıra bayılmışım.

Gözümü hücrede açtığımda ayaklarım kan revan içindeydi. O acıyı nasıl tarif etmeliyim bilmiyorum. Hücrenin kapısını açtılar getirdikleri tuza ayağımı bastılar. Tekrar bayılmışım. 2-3 gün bana dokunmadılar. Tekrar hücre kapısı açıldığında artık sırada hangi işkence var düşünemiyordum bile ama korkuyordum çünkü gittikçe şiddetleniyordu işkenceler. Oysa bildiğim her şeyi anlatmıştım. Anlatacak bir şey kalmamıştı. Beni bir merdivenden yukarı çıkaracaklardı, ayaklarım acıyor, sızlıyor basamadığım ve yavaş yürüyorum diye iri yapılı asker parmaklarını burnuma geçirip merdivenden yukarı sürükledi, burnum koptu sandım. Aynı odaya, sigarayı yüzümde söndüren kişinin yanına götürdüler. “Konuşmaya hazır mısın?” dediler. “Hazırım” dedim. “Bildiğim her şeyi anlattım. Sorun yine anlatırım” dedim. Ve bildiğim her şeyi anlatmaya başladım. Tıbbi malzeme getirdiğimi, yaralılara yardım ettiğimi, video çektiğimi hatta yapmadığım şeyleri bile yaptığımı söyledim. “Silah taşıdın mı?” diye sordu. “Hayır” dedim. Tamam diyerek kağıda imza attırdı.

1 hafta boyunca ayak tırnaklarım söküldüğü için iltihap tutmasın diye tuzun içinde tutular. 1 hafta sonra tekrar aynı kişiye çıkardılar. “Ayakların rahatladı mı?” dedi. “Evet” dedim. Odadan çıktı. Odada tek başıma kaldım ne olacağını bilmiyordum. Sonsuz, hiç bitmeyecek bir bekleyiş gibiydi. Aradan biraz zaman geçince odaya aynı adam geldi. Biraz sarhoş gibiydi. Saçımdan tutarak yan odaya götürdü. Hem işkence yaptı hem de tecavüz etti. Bağırıyordum, yalvarıyordum, ölmek istiyordum. Ama ölmüyordum ve kurtulamıyordum. Sonra kendimden geçmişim, ayıldığımda üstüm başım berbat haldeydi. Beni hücreme sürükleyerek götürdüler. 1 hafta dokunmadılar. Bir hafta sonra tekrar aynı adama götürdüler. Tekrar tecavüze uğradım. O kadar çok dövmüştü ki bayılmıştım. Yine karanlık hücrede gözlerimi açtım. Kendimden tiksiniyordum. İğrenç kokusu her yerime sinmişti. Yıllarca yıkanmama, derimi soyarcasına arınmama rağmen temizlenemedim.

Aradan bir hafta geçtikten sonra hücreden hapishaneye götürdüler. Yaşayan bir ölü gibiydim. Hapishanede 2 ay kaldım. Özgür Suriye ordusu takas usulü içeriden kadınları kurtarıyordu. Beni de o takasa dahil etmişlerdi. O takas usulü ile çıkarıldım. Toplamda 6 ay kaldım. Çıktıktan sonra beni tekrar tutuklamak istediler. Çünkü takas usulü çıktığım için dosyamı kapatmamışlardı. Sadece takas karşılığında verip tekrar alacaklardı. Arandığımı duyunca Özgür Suriye ordusu desteği ile Lübnan’a kaçak yollarla gittim. Ama orası da tehlikeliydi benim için. Orada Türk bir adam ile evlendim. Ve buraya geldim. Ama sadece 3 ay evli kalabildim çünkü ben yaşadıklarımı atlatamadım, unutamadım. Eşimde kaldıramadı.

Ben o süreçte ailem ama en çok ta babam için dayandım. Allah görüyor, bizimleydi. Hesap günü geldiğinde bize yapılanların hesabını soracaktı, inanıyorum. Çıktıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Kaldığımız yerden devam edemedik. Dışlandım. Ama suçum yoktu. Hala geceleri bağırarak uyanıyorum. Kırmızı rengi görünce kan görmüş gibi oluyorum.

Vücudumun her yerinde en mahrem bölgelerimde bile işkencenin izleri var. İçime kapandım. Artık kimseyle konuşamıyorum en ufak bir olayda bağırıyorum. En kötüsü rüyalarımda hala ölülerin üzerine basa basa yürüyorum. Çığlık çığlığa uyanıyorum. O günden sonra ilk kez anlatıyorum, konuşuyorum.

“Nasılsın?” dediniz ya!.. Yaşıyor muyum? Ölü müyüm? Nefes alıyor muyum? İyi miyim? Bilmiyorum. Sadece hissettim, samimiydiniz o yüzden ilk kez böyle detaylı anlatmak istedim çünkü artık tek amacım var içeride hala yüzlerce işkence gören, tecavüze uğrayan, tacize uğrayan kadın var. Onların sesiyim artık. Belki sesimizi duyurabilirsiniz. Size güveniyoruz.

Yaşadıkların sana ne öğretti?

Sabırlı olmayı öğrendim. Allah'a havale etmeyi öğrendim. Allah'tan başka kimsemizin olmadığını, namusumuzun kimse için önemli olmadığını gördüm. Kardeşim dediğimiz insanların bizlere neler yaptığını yaşadım. Ama günün sonunda iyi ki cehennem var, iyi ki ahiret var, iyi ki Allah’ın sorgu günü olacak diyerek imanımı tazelemeyi öğrendim.

Son olarak neler söylemek istersin?

Hem Suriye hem burada ki adamlar lütfen ceza evinden çıkan kadınlara sahip çıkın. Dışlamayın. Aileleri onlara sahip çıksın. Onlar böyle olmasını istemedi. Ceza evinde tecavüze uğrayıp, hamile olan kadın dışlandığı ve suçlandığı için canına kıydı ama onun bir günahı yoktu. Evinden alınmıştı. Lütfen ama lütfen onları dışlamayın. Bu bir kaderdi. Ve bu kaderi yaşadık. İsteyerek yaşamadık. Bizi dışlamasınlar. Hor görmesinler. Bu bizim suçumuz değildi

*

Allah elimi bırakmadı ve benden vazgeçmedi…

İnsani, siyasi, ekonomi ve iktisadi hemen hemen her alanda çözülemez krizlerin yaşandığı Suriye’de en büyük yarayı şüphesiz kadınlar ve çocuklar aldılar. Ülkede insani değerlerin ayaklar altına alındığı bir ortamda, kadına yönelik hak, hukuk ihlallerin, had aşımlarının, şiddetin ve tecavüzün bir savaş silahı haline dönüşmesi, toplumsal çöküşün iğrenç yüzünü gün yüzüne çıkarmıştır. Savaşta rol almadıkları halde öldürülen, sakatlanan, tutuklanan, mülteci konumunda milyonlarca kadının acıları, Suriye toplumunda ve dünya Müslümanlarının vicdanlarında onarılması zor yaralar açmış olmalı diye düşünüyorum. Suriye’de kadınların ve çocukların ölümden kurtulmaları; onurlu, sağlıklı, temel insan haklarına sahip barış içinde bir yaşam sürdürmeleri için yeterli olmadı maalesef. Geçmişte yaşanmış acı örnekler ve halen tutsak olarak yaşamaya mahkûm edilmiş binlerce kadının durumu, ülkede hiç kimsenin güvende olmadığını göstermektedir.

“…Her zaman Allah’a güvendim. Allah çok büyük, yardım etti. İnsanlar benden vazgeçti ama Allah elimi bırakmadı ve benden vazgeçmedi.”

WARDA

44 yaşında lise mezunu 4 çocuk annesiyim. Eşim 2013 de vefat etti. Şam’da kalıyorduk. Aslen Golan Tepelerinden Türkmen bir aileyiz. 1967 yılında Altı Gün Savaşı sırasında Kuneytire kenti dahil Golan tepelerini İsrail ele geçirince Dürzi köyleri hariç Golan köy ve kasabalarında kalan halkın tamamını Suriye topraklarına gönderdiler. Bizim ailemizde o zaman Şam’a göçmüşler. Bende Şam’da doğup büyüdüm.

Bizim oralarda kız çocukları üniversite okuyup Öğretmen, Doktor, Mühendis gibi bir meslek edinmemişse ailesi fabrikalarda, mağazalarda çalışmasına asla izin vermez. Bu konuda çok sert kurallar var. Lise sonrası evlendim. Eşim müteahhitti. Maddi durumumuz çok iyiydi. Evimiz, arabamız vardı her türlü ihtiyacımızı karşılayabiliyorduk.

2012 yılında Savaş şiddetlendiğinde 3 çocuğum vardı ve hamileydim bu yüzden yürüyüşlere katılamazdım. Doğum yakındı sezaryen olmam gerekiyordu. Hastaneyi, doktorumu aradım, doktorumun gittiğini onu beklememem gerektiğini, dönmeyeceğini söylediler. Hastaneye Muhaye Yermuk Al-Rahma Şifahanesine gittim. Annem savaştan önce vefat etmişti. Yanımda babam, ablam ve kardeşlerim vardı.

Sezaryen ile doğum gerçekleşti bebeğimi gördüğüm sırada garip bir kargaşa başladı. İnsanlar camdan dışarıya bakıyor, telefonla telaşla konuşuyorlardı. Ablam telaşlanarak “seni buradan çıkaralım ben huzursuzlandım” dedi. Yürüyemiyorum. Karnımda dikişlerim vardı. Ablam ısrar edince babam ağlasa da ablamın ısrarına dayanamadı. İmza vererek çıktık. Taksiye tekerlekli sandalye ile gidebilmiştim. Taksiye binip uzaklaşmaya başladık 5 dakika uzaklaşmamıştık ki çıktığımız hastaneye bombalar düştü. Yer gök toz duman olmuştu.

Muhaye Yermuk artık sürekli bombalanıyordu. Bütün ailemizin fertleri bizim evde toplandık. Doğum yaptığımın üstünden henüz 2 gün geçmişti, sürekli bomba sesleri duyuyorduk. Önce uzaklar sonra bizim mahalle bombalanmaya başlandı. Çatışmalar hiç durmuyordu. Arabamız bombalanarak yandı. Çatışmalar hiç durmuyor sürekli devam ediyordu. Artık orayı terk etmemiz gerekiyordu. Evden hep beraber çıktık Golan Tepelerinde El- Kuneytire de bahçemiz ve küçük bir evimiz vardı oraya gitmemiz gerekiyordu. Arabamız bomba sonucu yandığı için epeyce yürüyüp taksi bulmamız gerekiyordu.

Evden hep beraber çıktık zorla yürüyordum. Askerler bütün yolları kapatmışlardı. Yazın sıcağında boğuluyoruz. Askeri noktadan geçmek için askerlere; yeni doğum yaptım, ayakta duramıyorum, bebeğim için bahçemiz var oraya gideceğiz diye adeta yalvardım. İzin vermediler. O sırada kanamam başladı ve o kadar çok kanamam olmuştu ki yerlere akmıştı bu durumu gördükleri halde izin vermediler. Ben ne yapacağımı bilmezken arkamızda bir servis arabası para vererek geçecekti bizim de paramızı vererek bizi arabalarına aldılar öyle geçebildik ve ulaştık bahçemize.

Gitmemizle beraber orası da bombalanmaya başladı. Babam gidecek yer kalmadı ne yapacağız diyordu ben yapacak bir şey yok öleceksek hep beraber burada öleceğiz artık bir yere gitmiyoruz dedim. Çünkü gücüm kalmamıştı, bebeğim ve çocuklarım çok küçüktü.

Benim çok aktif ve hiç yerinde durmayan yürüyüşlere katılan, yaralılara yardıma koşan hemşirelik yapan bir kız kardeşim vardı. Yaralılara yardıma gidiyordu ve sokaklarda olaylara ait çektiği görüntüleri sosyal medyada yayınlayarak insanların görmesi için çabalıyordu. Sabah gider akşam gelirdi. Uyarıyorduk ama hiç dinlemiyordu. 2 ay böyle geçti.

Bizim terk ettiğimiz evlerimizin olduğu yerler rejimlerin olduğu bölgedeydi. Rejim ve muhaliflerin yerleri belirlenmiş, sınırları oluşmuş, ortalık biraz durulmuştu. Bizde tekrar evlerimize gitmiştik. Biz rejim bölgesinde ki evimize geçip normal yaşantımıza dönmek isterken, kız kardeşim muhalif bölgede kalarak gelmek istememişti. Evlerimize geçtikten sonra artık kimse yer değiştiremedi. Babam üzüntüden çok hastalandı. Beyin kanaması geçirdi. Kızım doğalı 1 yıl olmuş kimliğini çıkaramamıştım. Ancak 2013 yılında bir yıl sonra çıkarabilmiştim.

Yine bombalar düşmeye başladı. Sokaklarda çatışma oluyordu. Rejim bölgesinden muhalif bölgeye sürekli bombalar düşüyordu. Bu çok acı veriyordu. Kardeştik sonuçta. Sokaklarda çatışmalar giderek artıyor kendi halimizde öleceğimiz günü bekliyorduk. Sokak aralarında sürekli çatışma olurdu. 3 numaralı kızımın kulağında işitme cihazı vardı. Kızımın kulağı kanıyordu eşim bir şey yapamıyor diye çok üzülünce kalp krizi geçirdi. Sokakta çatışmalar var hastaneye götüremiyorum. Sokağı inletecek çığlıklar atıyordum. Bağırıyor, çağırıyordum kimse sesimi duymuyordu. Eşimin adı Ömer’di. “Ömer kalk bana ses ver” diye bağırıyordum. O da “kızlarım kızlarım” dedi bayıldı. Sokağa indim rejim askerlerine yalvardım, yakardım ama kimse yardım etmedi. Eşimin hiçbir şeyi yoktu aniden oldu. Burnu ve ağzından kan akıyordu, hastaneye yetiştiremedik vefat etti. Onu defnettik.

1 oğlum 3 kızımla kalmıştık. En büyük oğlum 12 kızlarım 9 ve 7 yaşındaydı birde bebeğim vardı. Çocuklarım babalarına çok bağlıydı. Eşim çok iyi bir insandı. Bir isteğimi iki etmezdi. Ben yorulunca yardım ederdi. Her şeyime koşardı. Çocuklarıma bakıyorsun başımın tacısın derdi. Hiç saygısızlık etmedi bana. O kadar iyi bir insandı. Oğlum babasının ölümünü kabul edemedi. Eşim çocukların gözü önünde öldü. Çaresizlik hepimizi yıkmıştı. Oğlum babasının ölümünü kabul etmedi.

Bu arada abilerim Türkiye’ye kaçak yollarla çıkacaklardı. Abilerim, yengelerim, babam çıktı benim çocuklarımla çıkmaya yetecek param yoktu ve kız kardeşimi bırakmak istemiyordum. Abilerim ve babamla oğlumu Türkiye’ye gönderdim. Ben ve üç kızım Şam’da kaldık.

Bu arada kız kardeşim eve gelmişti. Ama yine rahat durmuyordu. Yaralılara yardım ediyor ve çektiklerini yayınlamaya devam ediyordu. 28 yaşındaydı. Bir gün öğlen vakti evden çıktı ve gelmedi. Telefonla ulaşamıyoruz. Kız kardeşim Aralık 2012 yılında kayboldu. 6 ay hiç haber alamadık. Nerede olduğunu bilmiyorduk. Fotoğraflarını internette sosyal medya hesaplarında yayınladık. 6 ay sonra internetten bize mesaj geldi. Aradığınız bu kız merkezi hapishanede tutuluyor diye. Merkezi hapishaneden çıkan biri paylaşımımızı görmüş ve mesaj atmıştı. Ben haberi alır almaz çıkıp Merkezi Hapishaneye gittim. “Kardeşimi görmek istiyorum” dedim “böyle göremezsin, Mahkeme-i İrhab’tan izin alacaksın” dediler. Söyledikleri yer terör ile mücadele mahkemesi gibi bir yerdi.

İki hafta boyunca izin almak için uğraştım. Sonunda izin alabildim ve çarşamba günü görüş günüydü, ancak o gün kardeşimi görebilecektim.

Görüş gününde gittiğimde Kız kardeşimi neredeyse tanıyamayacaktım. Taciz ederek çok işkence etmişlerdi. Her yeri yara bere içindeydi. Mahvolmuştum. Bir sene boyunca her hafta çarşamba günü görmeye gittim. Görüş günlerine gidip geldikçe yanında ki kızların isimlerini almaya ve bu isimleri “şu isim şu cezaevinde” diye sosyal medya da paylaşmaya başladım. Bir sene boyunca hep orada ki isimleri alıp dışarı yaydım. Çünkü kimse bilmezdi kızları nerede tutuyorlar.

Bir muhbir benim dışarıya isim çıkardığımı bildirmiş. Rejim askerleri bana tuzak kurdular. Kardeşimi ziyaret edip eve geldim, bebeğimi emzirdiğim sırada telefon geldi kardeşimin arkadaşı olduğunu, kız kardeşimden haber getirdiğini, acil gitmem gerektiğini söylüyordu. Israrla aradılar. Bende ya doğruysa diye düşündüğüm için tek gitmeyi de doğru bulmadığımdan eltim ile beraber gitmeye karar verdim.

Gider gitmez etrafımızı sardılar, ellerimizi, gözlerimizi bağlayıp beni ayrı eltimi ayrı arabaya aldılar. Ben telefonumu yere atmaya çalıştım bunu görünce dövmeye başladılar.

Gözlerim bağlı ellerim kelepçeliydi. İstihbarat şubesine götürdüler. Beni dışarı çıkarıp yüzümü duvara baktırdılar. Orada baya bekledim. Askerler geldi “seni arıyorduk” dediler “ben bir şey yapmadım, neredeyim” dedim. “Öğreneceksin burası cehennem Cehennemden çıkış yok dediler.” 235 Numaralı Filistin istihbarat şubesindeydim.

Eltimi bir daha görmedim. Beni sorguya aldılar. Su hortumları vardı ellerinde onunla dövdüler. Tekmelediler. Yumrukladılar. Ellerim, parmaklarım, vücudum simsiyah olmuştu. Eşim öldü diye ayrı (onlara göre muhalif olduğu için ölmüştü) isim götürmüşüm diye ayrı döverlerdi. Beni tutup yukarı kaldırdı, yumruk attı yere düştüğümde dişim kırıldı, kendimden geçtim. Karnıma bastı “ayılacaksın, bayılamazsın, bildiğin tüm bilgileri vereceksin” dediler. Acıdan hiçbir şey düşünemiyordum. Keşke o sırada aklıma çocuklarım gelseydi belki daha az acı çekerdim ama o kadar canım acıyordu ki aklıma hiçbir şey gelmiyordu.

Beni hücreye merdivenden sürükleyerek götürdüler. Bu ilk günümdü. Gece yarısına kadar dövdüler. İkinci gün yine işkenceye götürdüler. “Özgür Suriye ordusundan bildiğin isimleri söyle” diyorlardı ama ben bilmiyordum. İsim veremiyordum. Tecavüz etmekle tehdit ediyor, dövüyorlardı. Yere düştükçe düşüyorsun, güçsüzsün diye tekrar dövüyorlardı. Karnımın üstüne basıyor, sırtımı tekmeliyordu. 2 gün böyle sorguda kaldım.

Toplam 4 ay tuttular. Her sorguda işkence edilirdi. 3 metre de kırk kişiydik. Pencere yok. Kamera vardı. Kadınlar, 14-15 yaşında kızlar vardı. Hamile kızlar, küçük kızlar vardı. O küçük kızı yan odaya alarak tecavüz ettiler. Getirdiklerinde her tarafı kan içindeydi. Kız 3 gün kendine gelmedi. Kendine gelerek bağırmaya başladığında onu tekrar aldılar ve bir daha hücreye geri gelmedi.

Ailelerimiz nerede olduğumuzu bilmiyorlardı. Ailemin bir kısmı Türkiye’de Suriye sayfalarında fotoğraflarımı yayınlamışlardı. Ben bu hücrede iken kız kardeşim hala merkezi hapishanedeydi. Bizim hücreden o hapishaneye götürülen bir kız tesadüfen kardeşimin olduğu hücreye giriyor ve kız kardeşime benim burada olduğumu söylüyor. Böylece kız kardeşim görüş gününe giden biri aracılığıyla benim yerimi dışarıya gönderebilmişti. Abilerim mahallede ki insanlara ulaşmış ve mahallemizin ileri gelenleri rejim ile anlaşma yapmaya giderek “mahallemizden 9 kız var onları bize verin, istediğiniz parayı vereceğiz” demişler. Rejim parayı kabul etmeyince görüşmeleri ısrarla devam ettirmişler. Rejim mahalleliden serbest bırakılmamız karşılığı silahlarını teslim etmelerini isteyince mahalleli mecburen kabul etmek zorunda kalmış.

Ben ve eltim dört ay, kız kardeşim iki sene tutulmuştuk zindanda. Silahların teslim edilmesi sonrası o mahalleden dokuz kız serbest kalabilmiştik. Ben tutukluyken çocuklarım tek kalmış ve bakacak kimseleri yoktu. Başka bölgede bir okula sığınmış ablam yemek götürmüş onlara ama çocukları yanına götürememiş. Aç, susuz 4 ay sefil olmuşlardı. Ablam sadece haftada bir bakmaya gidebiliyormuş. Biz dışarı çıktıktan sonra mahalleden çıkmamıza aracılık eden ekip “silahlarımızı sizin için teslim ettik. Siz hala tehlikedesiniz. Çıkalım gidelim artık bu mahalleden” dediler.

Bu sırada ablamın oğlunu tutukladılar. Erkeklik organını kestiler, gözlerini çıkarıp derisini soydular. İbret olsun diyerek internette paylaştılar. Muhaliflere gözdağı veriyorlardı. Ablam görünce aklını yitirdi. Biz Türkiye’ye çıkacağımız zaman onu ikna edemedik oğlum gelecek onu bekleyeceğim diyerek bizimle gelmedi. Onu zorla getirecek durumumuz da yoktu maalesef. Ablama yalvardık, yakardık, zorladık kabul etmedi. Onu çıkaramadık, orada bırakmak zorunda kaldık. Ben ve kızlarım tehlikedeydik, seçim yapmak zorunda kaldım. Çocuklarımı alıp ablamı bırakmak zorundaydım başka çarem yoktu. Yardım edenim yoktu. Çaresizdim.

Yollarda akrabalarımıza gidiyoruz diyerek, para vererek İdlib’de Özgür Suriye ordusunun yanına geçtik. Bizi Hatay üzerinden Türkiye’ye geçirdiler. Ablamın beş ay sonra vefat haberini aldık.

Babam, abilerim İstanbul’daydı, onların yanına geldim. Oğlum işe girmiş çalışıyor. Ev tutmuştu ben gelmeden. İçeride sadece bir kilim bir battaniye vardı. Geldiğimde kızlarım, oğlum ve kız kardeşimle o evde yaşamaya başladım.

6 senedir buradayım. Çalışıyorum. Her işi yaptım. Gece gündüz çalıştım. Buraya geldiğimde hiç param yoktu, dil bilmiyor, yol bilmiyordum. Perişan ve çaresiz haldeydik. Herkes bize kötü gözle bakıyor, dışlıyordu. Ama yardım eden iyi insanlar da vardı. Fırında çalışmaya başladım. Patronum sürekli bağırıyordu. O bağırdıkça ben ağlamaya başlıyordum çünkü korkuyordum. Bana kovayı getir, tepsiyi getir derdi anlamıyordum. Kova, tepsi nedir bilmiyordum çünkü. Ben anlamayınca bağırıyordu. O bağırınca ağlıyordum. Niye ağlıyorsun diye tekrar bağırıyordu. Ağlıyordum çünkü 4 ay askerler hep bağırıp, dövdü, korkuyordum. Durumumu anlattım. Daha az bağırmaya başladı ama o işten ayrıldım çünkü çok yorucuydu. Başka bir iş buldum. Kastamonuluydu sahibi. Çok zulüm ediyordu. İşten çıkacaktım tehdit ediyordu. Tehdit ettiği için işten çıkmaya korkuyordum.

Allaha çok dua ettim “zulümden kaçtım zulme mi düştüm” diye. Sonra başka bir iş buldum ve bir gün cesaretimi toplayıp ne olursa olsun diyerek işe gitmedim. Evimi değiştirdim. Kurtuldum o işyerinden.

Bulduğum o işyerinde çalışırken o kadar yoruluyordum ki bir gün işten çıkınca başım döndü, yere düştüm, başımı kaldırıma çarptım. O sırada ayağımın üzerinden araba geçti. Ayağım kırıldı, uzun süre işe gidemedim. Böylece işsiz kaldım. 1 yıldır çok zorluk yaşıyoruz ama Allah’a şükür ki özgürüz. Oğlum iş bulursa geçiniyoruz. Burada da aç kaldık, susuz kaldık, üşüdük ama kızlarım, oğullarım bomba altında değildi ona şükrediyordum.

Türkçeyi öğrenmek için uğraştım. Çabaladım. Ve artık konuşabiliyorum. Bir umre firmasında tercümanlık yapmaya başlamıştım her şey güzel gidiyordu ki pandemi dolayısıyla iş yeri kapandı ve işsiz kaldım.

Pandemi döneminde aklıma tutuklu kızlar geldi. Onlara ulaşmalıyım dedim. Kız kardeşim aracılığıyla onları buldum. Kendi aramızda buluşup dertleşirdik. Sohbet ederdik. Sonra içeride ki kızların sesini duyuralım dedik.

Gittiğimiz tüm vakıf ve dernekler, büyük kuruluşlar bizi kapıdan almadı. Yardım istiyoruz sanıyorlardı, oysa bizim derdimiz içeride ki kadınların yaşadıklarını, bildiklerimizi anlatmak, gönüllü olduğumuzu, çalışma yapmak istediğimizi söylemeye çalışmaktı. “Yardım veremeyiz size” deyip dinlemeden herkes birbirine gönderiyordu. Bir gün bir abinin yardım dağıttığını duyunca gittim. Amacım yardım almak değil sesimizi duyurmaktı. Yardım dağıtan kişilere durumumuzu anlattım. Bize destek oldular. Görüşmeler devam etti. Uzun süre mücadele ettik. Bir çatımız, bir derneğimiz olsun dedik. Burayı kurduk. Burası tutuklu kadınların toplandığı bir yer oldu. İçeride ki kardeşlerimizin sesini duyurmayı hedefliyoruz. Bir yandan da yardım kolileri, sağlık, eğitim gibi işlerini hallediyoruz.

Burası kadınları yetiştiren, geliştiren bir merkez olacak. Büyük düşünüyoruz. Burada gönüllüyüm en azından içim rahat bir şekilde kafamı yastığa koyuyorum. Çünkü içeriden çıktıktan sonra bana ne demedim. Sesleri olmak için çabaladım. Çabalıyoruz hala. Bir gün hepsi özgür kalacak inanıyoruz. İçerde hala binlerce kız var. Bizim kaldığımız 3 metrelik hücrede 40 kız vardı. 5 katlı bir yerdi. Bunun gibi birçok merkez var. Hepsi dolu. Onlar kız kardeşimiz. Hepsi özgür kalsın istiyoruz.

Benim bir suçum yoktu. Tutuklandım. Çok acı çektim, buraya geldikten sonra acılar devam etti. Bitmedi. Çocuklarım normalleşemedi. Hala korkuyla yaşıyorlar. Biraz geç kalsam dönmeyeceğimi düşünüyorlar. Ama artık kendimi geliştirdim. Şimdi her işimi yapabiliyorum. Türkçe biliyorum ama kolay olmadı. Ben başardım peki ya içeride kalanlar ne yapıyorlar. Bunu nasıl unutabilirim. Nasıl görmezden gelebilirim.

Her zaman Allah’a güvendim. Allah çok büyük, yardım etti. İnsanlar benden vazgeçti ama Allah elimi bırakmadı ve benden vazgeçmedi.

MELEK

45 yaşında 3 oğlumun annesiyim. Eşim şehit oldu. İkinci evliliğimi yaptım. Şam Kabun’da Spor ve Fizik Tedavi Merkezim vardı. Büyük oğlum asker olarak vatani görevini yerine getiriyordu. Ortanca oğlum Lise öğrencisiydi, küçük oğlum 11 yaşındaydı. 2011 yılında savaş başlayınca merkezimde muhalif yaralıları kabul edip yardım ediyordum. Eşim, oğullarım ve kardeşimle gizli yapıyorduk. Büyük oğlumu 2012 yılında Rejim güçlerinin, muhalif sivillere ateş açın emrine uymadığı için tutukladılar. Yaralı tutuklandığını biliyoruz ama öldü mü, ölmedi mi? Bilmiyoruz. Bir taraftan oğlumu bulmaya, hakkında bilgi almaya çalışırken diğer taraftan yaralılara yardım etmeye devam ediyorduk.

Olaylar şiddetlendi. Yaralı sayıları arttı ve artık çoğu yaralı gelemeyecek şekilde ağır yara alıyordu. Yaralılar gelemeyince ben onlara gider yardım ederdim çünkü savaş öncesi de Suriye Kızılay’ın da gönüllü çalışmalara katılıyordum. Bir bomba patlaması sonucu yaralandım. Hastanede tedavi olurken beni tutukladılar.

12 gün sorguda kaldım, tutuklanmadan serbest kaldım. Yaralı olmama rağmen çok işkence yaptılar. Aldığım yara sonucu hastanede nefes almam için cihaz takmışlardı, o şekilde gözaltına alınmıştım. Ama durumum hiç umurlarında değildi. İşkenceleri hiç hafiflemedi.

Özellikle Psikolojik şiddet fazlasıyla uygulanıyordu. Hakaretlerle sözlü tacizlere maruz kalıyorduk. Erkeklere gözümüzün önünde işkence ediyorlardı. Ölülerin olduğu yerde bekletildim. İnsanlar üst üste yığılmıştı. Bulunduğum odada küçük bir cam vardı. Bir kamyona onlarca ceset taşındığını görebiliyordum. Ölülerle geçen bu günleri unutmam mümkün değil.

Araya ileri gelenler girdi. “Suçu yok, yaralılara gönüllü olarak yardım ediyordu” dediler ve bu şekilde çıkarıldım. Büyük oğlum hala tutukluydu ki ortanca oğlumu da tutukladılar. Okuldan aldılar onu. Çocuktu henüz, liseye gidiyordu. İki oğlumdan bir daha hiç haber alamadım. Hala ortada yoklar.

Artık korkacak bir şeyim kalmamıştı, insani yardım çalışmalarıma devam ettim. Yaralılara yardımcı oluyordum. Bizim bulunduğumuz Kabuni bölgesini kapattılar. Kabuni de sıkıştık kaldık. 1 sene giriş çıkış olmadı. Yemek, su, erzak, elektrik, gaz kesikti. Hiç yardım gelmiyordu. Gece gündüz sürekli bombalanıyordu. Eşim sara hastasıydı. Düşen bomba sonucu yara alınca ve götürecek bir yer olmayınca iyileşemedi. Aldığı yaraya 15 gün dayanabildi ve şehit oldu. 2 oğlumdan haber alamıyorum, eşim şehit olmuştu. 11 yaşında ki en küçük oğlumla kapatılmış bir bölgede çaresiz kalmıştım.

2014 de yolumuzu açtılar, merkeze gidip gelebiliyor, gıda, ilaç gibi temel ihtiyaçları bulabiliyordum. Merkeze gidince sadece kendi ihtiyaçlarımı değil yaralılara da yardım getiriyordum. Bu yardımlaşmam fark edilince “muhaliflere yardım ediyor” şeklinde rapor yazıldı. Bu sefer beni ve kız kardeşimi tutukladılar. Şam da ki istihbarat binasına götürdüler. Beni ayrı kız kardeşimi ayrı bir hücreye koydular. Sorguya aldılar. Anadan doğma soydular. Rencide edecek şekilde arandık.

Kız kardeşim para istiyorsanız ailemi aramama izin verirseniz ailem getirir demiş. İzin vermişler, ailemizi aramış, ailemiz parayı getirdi ama parayı alıp bizi bırakmadılar. Tecavüz etmekle tehdit ettiler. Ben kendimden çok kız kardeşimi düşünüyordum. Orada erkeklere yapılan eziyeti görünce, seslerini duyunca aklıma oğullarım geliyordu. İkisi de küçüktü. Ana kuzusuydu.

Ellerimi kapattılar. Gözlerimi bağladılar. Arabanın arkasında ki bagaja koydular. Beni başka şubeye götürdüler. Neredeydik bilmiyordum.

Mezze diye başka bir istihbaratta olduğumu öğrendim. Askeri bölgedeydik. İki kat yerin altına indik. Hücre vardı. Karışık birçok insan vardı. Kadın, çocuk, erkek, cami imamı, yaşlı, genç. Beni başka odaya aldılar, üzerimi aradılar. Fotoğraf çekerek başka bir yer altı hücresine götürdüler. 2 metreye 1 metre. Karanlıktı. Işık yoktu. Soğuk ve havasızdı. Korkuyordum. Çünkü tek başımaydım. En önemlisi de ne olacağını bilmiyordum.

Gece bitiminde sabah gelip sorguya aldılar. Ne biliyorsan anlat dediler ama hiçbir şey bilmiyordum. Saçımızı çekerek, döverek, hakaret ederek işkence ediyorlardı. Ben sadece yaralılara yardım etmiştim. İnsani yardım da bulunmuştum. İnsanlık vazifemi yerine getirmiştim ve başka hiçbir şey yapmamıştım. Bu şekilde cevap verdikçe dövüyorlar, türlü işkencelere maruz bırakıyorlardı.

10 gün böyle devam etti. En çok elimizin üstüne, sırtımıza ıslak sopayla vurduklarında acı çekiyorduk. Çok sert vururlardı. 11. Günde tekrar yerimi değiştirip başka hücreye götürdüler. 11 gün boyunca sadece karanlıkta eli gözü bağlı, sürekli yerimi değiştirip, işkence ettiler. Ben yaralılara yardım ediyordum diye “yaralıları nerede tuttuğumuzu öğrenmek istiyorlardı ama yerlerini söylersem acımadan bombalayacaklardı biliyordum. O yüzden söylemedim. 4 ay boyunca 22 kişi 3 metrelik yerde kaldık. Yemek, su, üstümüzü örtecek örtü yoktu. Hepimiz üşüyorduk. Hastaydık. Bunlara itiraz edip, bağırıp, kavga edince tek kişilik hücreye kapattılar. Tek kişilik hücrede 20 gün geçirdim. Korkmuyordum ve sürekli hakkımı savunuyordum.

Şubelerin adları vardı Filistin, Hatip, Hareste gibi. Namaz kılıp, dua ediyordum, bağırıyordum. Allah’ın varlığı ile dayanabiliyordum.

Takas yoluyla değişim şeklinde kurtuldum. Etkili bir isim ve 10 Milyon para verilince karşılığında ben çıkarılmıştım. Çıktıktan sonra Kabuni’de 3 yıl daha kaldım. Oğullarım hala kayıptı. Bende yaralılara yine yardıma koşturuyordum.

Hücrede en çok etkilendiğim şey iki numaralı oğlum hücre kapısına ismini yazmıştı, o hücre kapısında onun ismini gördüm. Meğer o da kaldığım hücrede kalmış. Onun ismini gördükten sonra sanki oğlumun kokusu sindi hücreye. Saçları yerine hücre kapısında ki ismini okşuyordum.

3 yıl yokluk içinde Kabuni de yaşadık. Bu bölgede sıkışan muhalifleri 2017 yılında Özgür Suriye Ordusu bir anlaşma yaparak İdlib’ e çıkardı. 15 gün İdlib’de kaldım ve oradan Türkiye’ye geldim.

Hala 2 çocuğumdan haber alamadım, neredeler bilmiyorum. Çocuklarımın yaşadığına ve bir gün geleceklerine inanıyorum. Umudumu koruyorum. Ana kuzularımdan ölü ya da diri hiç haber alamamak en zor olanı. Oğlum 15 yaşında tutuklandı şimdi 24 yaşında ama yok. Büyüdüğünü göremedim. Büyüdü mü onu da bilmiyorum. İçeride ki kardeşlerimizin sesini duyurmak tek amacımız. Umarım bir gün dünya bizi görür ve sesimizi duyar.

*

İnsan hakları, kadın hakları nerede, biz insan, kadın değil miyiz?

Esad rejiminin kadınlara ve çocuklara yönelik zulmüne insan hakları savunucularının sessiz kaldığını ve bu konuda adeta üç maymunu oynadığını görebiliyoruz. Suriye savaşı 10 yılı geride bıraktı. 10 kış, 10 yaz, 10 ilkbahar, 10 sonbahar… Yapılan zulüm karşısından atılan çığlıklar arşı deldi de insanoğlunun kulağından geçip vicdanına sesini duyuramadı. Arşı delen çığlıklar karşısında dünya hep sessiz kaldı. Genelde masum kardeşlerimizin ama özelde kız kardeşlerimizin hapishanelerde, işkence merkezlerinde kısılan sesini kim duyacak, kim yükseltecek!..

Kadınlar ve çocuklar hiçbir şekilde esir tutulmamalı, taraflarca herhangi bir şekilde pazarlık konusu ve unsuru yapılmamalıdır. İnsan hayatının, onurunun korunması, insani ölçüde temel prensiptir. Şartsız bir şekilde Suriye'de ki tutsakların, özellikle kadın ve çocukların özgürlüğüne kavuşturulması için bütün sivil toplum kuruluşlarını ses çıkarmaya davet ediyoruz. Nisva Derneğine gidip onlarla tanışabilir, dinleyebilir ve kendi çerçevenizde desteğinizi sunabilirsiniz. Unutmayalım ki; Suriyeliden çok bizim; bu sınavı nasıl verdiğimizdir önemli olan.

LARİN

Adım Larin 34 yaşındayım. Halep’ten geldim. Arap dili mezunuyum. 4 yıl önce Türk vatandaşlığı aldım. Savaş başladığında Şam’da üniversite okuyordum. Yürüyüşlerle başladı her şey. Demokratik ölçüde haklarımızı istemek için meydanlarda sadece yürüyüşlere katılıyor, slogan atıyorduk. Yürüyüşlerde her kesimden insanlar vardı. İsmaililer, Şiiler, Aleviler, Kürtler, Sünniler birçok insan vardı. Esad zulmüne artık dur diyen ve baş kaldıran binlerce insan. Çünkü Beşar Esad çok zalim bir adamdı.

Ailemin birçok ferdini sadece yürüyüşe katıldılar diye tutukladılar. 1980 yılından bu yana Beşar ve ailesinin zulümlerine maruz kalıyorduk. Hiçbir hakkımız yoktu. Alimlerimiz, önderlerimiz zulüm altındaydı. Onların istediği bir hayatın dışında bir hayatımız yoktu. Onların istediği kadarını biliyorduk, öğreniyorduk, okuyabiliyor ve dinleyebiliyorduk fazlasını değil.

Halk olarak her zaman patlamaya hazır bomba gibiydik. Yıllardır bu başkaldırıyı bekliyorduk. Sadece kendi aile, akraba ve mezhebinden olanlara yaşama hakkı vardı. Diğerleri sadece zulümlere maruz kalıyor, eziliyordu. İş bulamaz, kolay kolay okuyamazdık. Kendinden olmayan herkese cehennem hayatı yaşatırdı.

Bizim mahallede çok meşhur bir doktor vardı. Üniversitede ders veriyordu. O doktoru bir söyleminden dolayı tutukladılar. Göz altında her yerini delik deşik ederek öldürdüler. Sınıra attılar. İnsanlar doktor olduğunu anlayamadılar, tanıyamadılar. Sınırdan bulmuş gibi yaparak terör örgütü öldürdü diye açıkladılar.

Öncesinde ise Dera’da Hamza El Hatap diye 12 yaşında bir çocuğu tutuklayıp birçok işkence sonrası erkeklik cinsel organını kestiler. Bu duyulunca insanlar başta Dera’da olmak üzere sokağa yavaş yavaş çıkmaya başladı. Mısır ve Libya da bahar ayaklanmalarıyla başladı. İşte o zaman çocuklar onları taklit ederek sadece duvarlara “Hürriyet istiyoruz, özgürlük talep ediyoruz” diye yazmaya başladı. Bu çocukları okuldan alıp göz altında büyük işkenceler uyguladılar. Parmaklarını kestiler. Bir daha yazamayın böyle şeyler diye. İleri gelen aileler bu çocuklar için görüşme talep edip görüştü, “bu çocukları niye tutukladınız” diye sordular, “bu duvara yazılanlardan dolayı bize gelen emirleri uyguladık, bırakmayacağız” diye cevap aldılar. Buradan başlayarak giderek büyüdü sokağa çıkmalar, yürüyüş ve sloganlar. Sesler daha gür ve birçok yerden yükselmeye başladı.

Suriye’nin her bölgesine yayıldı bu ayaklanmalar. Haksızlığa sesimizi yükselttik. Sadece slogan eşliğinde yürüyorduk.

Peki sesi çıkardınız, yürüyüşler yaptınız sonra ne oldu?

Önce her sokakta, mahallede sadece gençler çıkıyordu sonra yaşlı, kadın, erkek, çocuk herkes çıkmaya başladı. Ben hala Şam’da olayların içerisindeydim. Ailem korktuğundan dolayı beni Halep’e geri çağırınca döndüm. Halep’e geldiğimde işte o doktorun cenazesi vardı. O cenazeyi arabada gördüğümde dayanamadım ve bağırmaya başladım. “Hem insanları öldürüyor hem siz yapmamış gibi cenaze düzenliyorsunuz. Tabutu açın insanlar zulmünüzü görsün” diye bağırdım. Caminin imamı ağzımı kapattı “bir şey söyleme seni öldürürler” dedi ve önünde durduğumuz binanın içine itti tutuklamasınlar, duymasınlar diye.

Ertesi gün cami imamı öldürülen doktorun eşine taziyeye gidelim başsağlığı dileyelim, yürüyüşle protesto edelim diye cemaate duyurdu. Biz Esad’ı protesto edecek sloganlarla yürüyüş için sokaklara çıktık. Hemen Esad taraftarları da çıktı. Kameraları getirdiler, bizi videoya çektiler. Ve dünyaya Esad’ı destekleyenler olarak servis ettiler. Oysa biz protesto ediyorduk. Doktorun hesabını sormak için çıkmıştık sokaklara.

15 yaşında ki erkek kardeşimi o yürüyüşlerde tutukladılar. 1 hafta kaldı. Annem iyi bir öğretmendi. Halep’te birçok büyük sorumluların çocuklarını okutmuştu. O yüzden tanıdığı herkesi arayarak görüştü ve bir hafta da kardeşimi çıkardı. Vücudunun her yerinde sigara söndürmüşlerdi. Çok dövmüşlerdi. Kardeşimi öyle görünce sessiz kalmamaya karar verdim. Ve bütün yürüyüşlere çıktım. Yürüyüşlere önce 10, 100 ve sonra binlerce kişi katıldı.

Her gün onlarca şehit vermeye başladık. Şehitlerimizi asla bize vermezlerdi. Onlar alırdı cenazeyi. Bu cenazeyi vermek için bir akrabasını tutuklamaları gerekiyordu. Hiç orta yol bulmaya yanaşmadılar. 4 ay sürdü bu yürüyüşler. İlk kez 22 Haziran 2012 de tutuklandım. Üç şehit vardı onlar için cenaze yapıyor, yürüyüş düzenliyorduk. Bu yürüyüşlere hep katılıyordum. Annem, kardeşlerim de vardı. Annem elektrik için kullandığımız bir boru vardı bir şey olursa kendimizi savunalım diye bize de vermişti.

Bu şehitlerden bir tanesi 14 yaşındaydı. Annesi oğlu öldürülünce aklını yitirdi. Ailenin tek oğluydu. Bütün mahalle çok üzüldük ve protestolara katıldık. Yürüyüşe katılan herkesi rejim takibe alıyordu. Bizi de takibe almış. O yürüyüşte aramıza ses bombası attılar. Patlayınca herkes bir yere dağıldı. Kargaşa çıktı. Herkes koşturunca ben ve kız kardeşlerim rejim arabasının önünde kaldık çünkü o güne kadar hiç kadın tutuklanmıştı. İlk kez Dera’da o yürüyüşle kadınlar tutuklanmaya başladı. İnsanlar şok oldu çünkü asla böyle bir şey olamazdı. Kadınlara el sürülemez, tutuklanamazdı. Halk buna asla inanamadı. Çünkü bu çok büyük ayıptı, günahtı. Oysa ki bizim orada kadınlar geçse erkekler başını önüne eğer, yol verir, geçmesini beklerdi. O yüzden kadınları tutuklayabilecekleri asla aklımıza gelmezdi.

Bizi almayacaklarını düşünerek kargaşa arasında kalmayalım diye rejim askeri aracının önünde durduk. Çok büyük bir kargaşa çıkmıştı. Durduğumuz yerde donup kaldık o an en güvenli yer o arabanın yanı gibi geldiği için ilerlemedik, kaçmadık durduk. Ben, kız kardeşim ve 14 yaşında ki kız arkadaşımızla ne yapacağımızı şaşırmıştık. O sırada Esad destekçileri bu kızlar size karşı yürüyor deyince bütün gözler bize çevrildi. Sokaklar kapalı gidecek yer yoktu. Cami hocası önümüze çıktı kızları bırakın deyince onu yere atarak tekmelediler. Ve bizim etrafımızı sardılar. Korkuyorduk.

Kardeşimi mi, 14 yaşında ki kız çocuğunu mu? Kimi kurtaracağımı şaşırdım ve gidecek, kaçacak hiçbir yer olmadığı için kaçmaya yeltenmedik. Bizi tutup arabaya aldılar. Arabanın içinde elimizde ki elektrik borularını ve benim cep telefonumla çaktırmadan arkadaşımı arayıp hızlıca anneme haber ver dediğimi fark edince çok dövdüler.

Önce karakola götürdüler. Başörtümü çektiler, açtılar. Bu bizim orası için olabilecek bir şey değildi. Ben onlara bağırmaya başladım. “Ben Suriyeli bir kızım. İsrail’in, düşmanın kızı değilim, sizin kızınızım, bize neden böyle yapıyorsunuz” dedim. Bize çok işkence ettiler. 3 gün karakolda tuttuktan sonra hapishaneye götürdüler. Ardından Emniyete götürdüler sonra yargılamak için mahkemeye çıkardılar. Bu ilk tutuklamada 7 gün kaldım. 22 Haziran da girdim 29 haziranda çıktım.

Çıktığımda mahallede üç doktorun cenazesi vardı, o doktorları öldürüp, yakıp küllerini bir kutuya koymuşlardı. Bu kutuları ailelerine götürüp bak bu sizin oğlunuz diyerek teslim etmişler. Bunlara şahit olunca her şeye rağmen susmayacağım, bu zulme ses çıkaracağım diyerek vücudumun her yerinde yara olmasına, yüzüm gözüm şiş, her yerim morarmasına rağmen bu zulme sessiz kalmamak adına tekrar yürüyüşlere çıktım. Annem çok korkmuştu, çıkmayın diyordu ama bu doktorlardan bir tanesi annemin öğrencisiydi. Bu öğrencinin annesi evlere temizliğe giderek oğlunu okutmuş, doktor yapmıştı. O doktoru yakıp küllerini götürdüler. Buna sessiz kalamazdım. Bu doktor sadece yaralıları tedavi ediyordu.

Artık korkmuyor yürüyüşlere çıkmaya devam ediyorduk. Binlerce insan sokaktaydık. Sadece slogan atıyor, yaşadığımız onca zulme rağmen biteceğini, bir orta yol bulunacağını düşünüyorduk. Savaş uçakları aralıksız sadece yürüyen sivil insanların üzerine bomba yağdırmaya başlamıştı. Evimizi bırakıp o mahalleden uzaklaşmak zorunda kaldık çünkü bombalar durmuyordu. Evimize bazen girip bir şeyler almak için kontrol noktalarından izin istiyorduk. İzin almadan evlerimize girip evraklarımızı, eşyalarımızı alamıyorduk. İzin vermek için genç kızlarla beraber eve gitmeyi teklif ederlerdi. Kızları kirletmek niyetindelerdi. Ancak onun karşılığında evinizden eşya veya evrak alabilirdiniz. “Evine girmek için önce istediğimi ver sonra senin istediğini ben veririm” derlerdi. Annem çevresi olduğu için onlara karşı çıkabiliyor, sesini yükseltebiliyordu. Annem ve eniştem eve girerek evrakları aldılar. O evrakları aldıktan sonra başka mahalleye gidebilmiştik. Yeni evlenen kız kardeşimin ve eniştemin evinde kalıyorduk. Yemek pişirir gizlice özgür askerlere verirdik.

Kız kardeşim hemşireydi. Yaralıları gönüllü olarak tedavi ediyordu. Elimizden geldiğince ülkemizin, mahallemizin yaralarını sarmaya çalışıyorduk. Kaçmadık. Sonuna kadar durduk. Hastaneye bomba düştü. Elektrikleri, gazı kestiler. Gıda yoktu. Ekmek yoktu. Su yoktu. Olan ekmek raptası 5 TL ise 5 Milyona satarlardı. Ortam biraz durulunca tekrar kendi evimize geçtik. O durulma anında normalleşeceğimizi düşünmüştük. Öyle olmadı.

Ben Halep’e dönmeden önce Şam’da paralı üniversitede okuyordum. Son sınavıma girmem gerekiyordu ama Şam’a gidemeyip Halep’te gireceğim için önce para vermem gerekiyordu. İş yok, para yok o yüzden o dönemde sınav parası yatıramazdım. Abim savaştan önce ülke dışına çalışmak için çıkmıştı. O sınav için abim bana para gönderdi. Sınavıma girdim, çok güzel geçmişti ve nihayet mezun olacaktım.

O gün arkadaşlarla giyindik, süslendik kendi aramızda bir şeyler yapacaktık. Çünkü mezun olmuştuk. Gerginlik vardı ama ortalık durulmuş bir şey olabileceğini hiç düşünmüyorduk. Kontrol noktasına geldiğimizde kimliğimi istediler. Kimlik kontrolü yaptılar. O sırada kız kardeşim bize doğru geliyordu ona işaret ettim ben buradayım diye. Merve gelince asker dalga geçerek “hoş geldin Merve” dedi ve onu tutuklamak istediler. Kardeşim Merve hemşire olup gönüllü olarak yaralılara yardımcı olduğu için daha önce 2 defa tutuklanmıştı. Bu sefer alamazlardı, müsaade etmeyecektim ve kardeşime sarıldım “alamazsınız” dedim. İkimize sert davranarak arabanın içine attılar. Ben anneme güveniyordum birkaç güne çıkarız diyordum. Ama bu sefer öyle olmadı 17 Nisan 2014 de aldılar 23 Temmuz 2014 de çıktım. 100 gün kaldım. Ben hep birkaç güne annem çıkarır diyordum. Ama çıkaramadı.

Kardeşimle ayrı ayrı yerlere koydular. Taktığım tüm takıları, küpemi çekerek, kulağımı yırtarak aldılar, hala izleri var. 1 metreye 2 metre bir hücreydi. 7 bayandık bu hücrede. 82 yaşında kadın da 17 yaşında kızlar da vardı. Ben dizimi karnıma çektim kollarımı bağladım öylece oturdum. Kendimi saklamaya, korumaya çalışıyordum. 7 kişi böyle oturuyorduk. 92 gün boyunca orada 7, 8, 10 kız olurduk. Birileri gider yenileri gelirdi. Hiç 5 kişinin altına düşmezdik.

Hem çocuk hem genç erkeklere işkence yaparlardı. Üzerlerinde sadece alt iç giyimleri vardı. Bize izletiyorlardı. Pişmemiş yemek verirlerdi. Önce tuvaletin önünde 15 dakika bekletirlerdi üzerine böcekler gelirdi sonra bize getirirlerdi. Erkek koğuşu, kadın koğuşu, tuvalet, sorgu odası, idari bölüm vardı o katta. Bütün işkenceye girenlerin sesini herkes duyuyordu. 3 ay hiç banyo yapmadık. Vücudumuz yara oldu. Kaşıntıdan kanıyordu.

Beni ilk sorguya aldıklarında gözlerim kapalı ellerim kelepçeliydi. Önce kız kardeşimi aldılar 1 saat kaldı. Ben makyajlı, süslü giyinmiştim. Yanımda ki kıza annem bizi alır çok kalmayız diyordum ki kız kardeşim işkenceden çıktı. Nefes almakta güçlük çekiyordu. Sürüyerek her yeri kan içindeydi diğer koğuşa götürdüler. Sesini, hırlar gibi nefesini duyuyordum. Beni çağırdılar, üstümü başımı saklayıp toparlamaya başladım. Gel gel böyle gel dediler. Bana taktıkları göz bandı kız kardeşimin gözyaşları ile ıslanmıştı. Sırılsıklamdı.

Elinde bir kırbaç vardı. Bu kırbaç üç başlıydı. Bir başında jilet gibi şeyler vardı, bir başında dikenler vardı, diğer başında ıslak deri vardı. Bir darbede üç farklı yara açıyordu. Hayatımda böyle acı duymadım. Kırbacı çektikçe etimin koptuğunu hissediyordum. Sırtım kan içindeydi. Gözüm kapalı, ellerim kelepçeliydi. Kendi acımı mı düşüneyim kız kardeşimin göz yaşları ile ıslanan bantlarda kız kardeşime ne yaptılar acaba diye mi düşüneyim. Bana taktıkları kelepçe sıcaktı. Kardeşimin bileğinin sıcaklığı, kardeşimin teriyle ıslanmıştı. Kendi acımı unuttum sadece onu düşündüm. Bana böyle yapanlar ona ne yaptılar acaba diye düşünmekten kafayı yiyecektim. İşkence de bayılmışım.

O kırbaçların sırtımda açtığı yarayı, acıyı anlatmam imkânsız. Abimin bana sınav için gönderdiği parayı özgür orduya verdin diye suçluyorlardı. Bilinçli olarak bize tutuklu erkek gençlerin odasının önünde işkence yaparlardı. Benden sonra tutuklanmış erkeklerden birinin eşine işkence etiler. Eşinin çığlıkları karşısında eşi bağırıyordu “eşimi bırakın ne olur bırakın” diye bağırıyordu. En son Allahu Ekber deyip şehadet getirdiğini duyduk. Onu öldürdüler. 100 gün kaldım. Her gün farklı işkencelere maruz kalıyorduk.

Günde sadece 3 defa tuvalete girebiliyorduk. Tuvalete giderken 10’a kadar sayıyorlardı. 7 bayan 10’a kadar işimizi bitirip çıkmamız gerekiyordu. Çıkmazsak saçımızdan çekip sürükleyerek döve döve çıkarırlardı. Yine bir gün sorgu da beni havaya fırlatıp kafamı tavana vurdu sorguda ki asker, sersemlemiştim, kafam şişmişti. Orada ki askerler çok büyüktü. Uzun boylu, kilolu, güçlü, acımasız. Yere düşüncede ayağıyla sırtıma bastı bayılmışım. Ben bayıldığımda öldü, poşete koyun ölülerin odasına atın dediler. Sesleri duyuyordum kendimde değildim. Hareket edemiyordum. Beni battaniyeye koyup götürdüler, merdivenlerde inerken kafam merdivene çarpmıştı. Kanamıştı. Orda sesim çıkınca yaşadığımı anladılar.

Çok kan kaybedince annemin öğretmen olduğunu bildikleri için hastaneye götürdüler. Annem peşini bırakmayacaktı çünkü. Sadece su içebiliyordum. Hemşire su getiriyordu asker silahla su sürahisini vurdu “su içmeyecek bu kadar yeter” dedi. Kolumda serum vardı, saçımdan tutup, serumu kolumdan çekip, fırlattı. Tekrar kaldığım koğuşa getirdi. O günden sonra sırtımda fıtıklar oluştu hala devam ediyor sıkıntılarım. Ayaklarım üstüne basamadım. 12 gün boyunca arkadaşlar beni tuvalete götürüyordu. 12 gün hayalet gibiydim. Kendimde değildim çoğu zaman. Ateşim çok yüksekti. Kardeşimle hep ayrıydık. 12 gün ölü gibiydim. Yüzüm artık tanınmıyordu. Annem bile tanıyamazdı. Bir suçum yoktu. Sadece o paradan dolayı suçlu görüyorlardı.

Bu süreçte ne hissettin, seni ayakta tutan ne oldu, umudunu nasıl korudun?

Sadece kız kardeşimi düşündüm. Beni hayatta tutan tek şeydi. Her gün işkence vardı. Psikolojik olarak uygulanan işkenceler çok daha zordu. Kız kardeşimin çığlıklarını duyuyordum, ağlamasını, nefes alışverişini ama göremiyordum. Canı çok acıyordu ve ben bir şey yapamıyordum en acısı bu psikolojik işkenceydi.

Çocuklar, gençler vardı. Biz Allaha sığınıyorduk. Tekbir getiriyorduk. Onlar bize yaptıklarından dolayı seviniyor, iğrenç kahkahalar atıyor, hiç acımıyorlardı. Kapılar kapanır hiç açılmazdı ve hep karanlıktaydık. O kadar dövdüler ki gözlerime kan inmiş, açılmıyor, zar zor aralıyordum.

En kötüsü ve utanç verici olanı ise bayanlar olarak regl olduğumuz zamanlardı. Aylık regl zamanımızda bezlerimiz yoktu. Koğuşun bir köşesinde bir leğen vardı. Diğerleri gözünü kapatırdı, affedersiniz o pislik içinde o leğende işimizi görüyorduk. Sonra o leğeni yıkardık 10’a kadar saydıkları tuvalet sırasında. Nasıl yıkadığımızı siz düşünün sadece çalkalıyorduk ve sonra ona su koyup içerdik, su bitince tuvaletimizi yapardık ve su içmek için tekrar kullanırdık. Bunun gibi yüzlerce kötü ve onur kırıcı işkenceye maruz kaldık.

Bunu yapan bizim milletimiz başkası değil. Oraya bir kadın getirdiler. 82 yaşında kalp ve şeker hastası bir kadın. Yürüyemiyordu. Takma dişleri vardı. Eşiyle beraber almışlardı. Kocası 85 yaşındaydı. Lavaboya gittiğinde 10’a kadar dönemezdi. Yetişmiyordu. Tuvalete lavaboya dişleri düştü. Yıkamak için yalvardı. Hayır şimdi buradan alıp ağzına alacaksın dediler. Yaşlı kadın direndikçe taciz ettiler. O pis halde o dişleri alıp takmak zorunda kaldı. Kimseye acımıyorlardı. Yaşlı, genç, kadın, erkek, çocuk, hamile, hasta. Herkese çok acımasızdılar. Tutsak olan herkesi ğrenç işkencelere maruz bıraktılar.

100 gün 100 yıl gibiydi. Yargılama için Şam’a götürdüler. İdam ile yargılandık. Serbest kalmamız için ya annem 5 milyon Suriye parası verecekti ya da idam olacaktık. Araya mahallenin önde gelenleri ve annemin tanıdıkları girdi pazarlık yaptılar. Ben ve kız kardeşim için 3 milyona anlaştılar. Ailem bu parayı vermeyi kabul edince idam olmadan hapisten kurtulabildik.

İçeride aynı hücrede kaldığım tutsak kadınlar sesimizi duyur, lütfen sesimiz ol. Senin annen sesini duyurur, seni çıkarır. Bizim kimsemiz yok, lütfen sesimizi duyur, bizi kurtar diyorlardı. Bizim gibi çok fazla kadın var içeride. Hala içerideler. Ben çıktıktan sonra 15 Eylül 2014 de özgür askerler bizi buraya kaçırdılar. Çünkü bizi tekrar alacaklardı. İki gün İdlib’de kaldım ve sonra buraya kaçtım. Orada kalsaydım parayı aldıktan sonra bizi tekrar alıp idam edeceklerdi.

En büyük korkun ne oldu bu süreçte?

Her gün, bugün yarın tecavüz edecekler diye korkuyla yaşadım. Çünkü bununla tehdit ediliyorduk. Bunun olmasından çok korktum. Allah’a bunun olmaması için yalvardım.

Şimdi bu dernekte bir amaç edindiniz bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Bizim amacımız bu kadınların sesini duyurmak. Bu sesi duyurmak için daha önce tutuklanıp buraya gelmeyi başarmış kadınlar olarak bir araya geldik. Buradaki bütün kadınlar bu acılara maruz kaldı. Tutuklu kadınların bir araya gelerek kurdukları bir derneğimiz var artık. NİSVA ADALET, EĞİTİM VE YARDIMLAŞMA DERNEĞİ Şubat 2020 yılında resmen kuruldu. 7 kişiyle kuruldu şu an 75 aile oldu. Bizim bir davamız var. İçerde tutuklu kadınların sesi olmak. Onların özgürlüğüne kavuşması için çalışıyoruz. İlk işimiz bu derneği resmileştirmekti bunu başardık. Diğer ailelerin bize ulaşmasını sağladık. Bir araya gelmeyi başardık. Bu dernekte amacımız;

* Genelde bütün kadınların özelde mağdur ve tutuklu kadınların savunma haklarını geliştirmek

* Suriyeli kadınların statüsünü iyileştirmek, çalıntı haklarını eski haline getirmek ve ekonomik, sosyal, politik, kültürel hayata katılmalarına destek olmak

* Genel olarak Suriyeli kadınların özelde hayatta kalanlar, tutukluların davasını geliştirecek kadın derneklerin statüsünü yükseltmek

* Özgürlük, adalet ve eşitlik değerleri doğrultusunda, yaşadığı zor koşullar ışığında yerinden edilmiş Suriye toplumunun birlik, dayanışma ve güvenliğini teşvik etmek

* Suriyeli kadın hakları ihlallerinden kişi ve kurumları sorumlu tutmada uluslararası yargıyı harekete geçirmek

* NİSVA yerel veya bölgesel organizasyonlardan bağımsız, kâr gütmeyen bir sivil toplum kuruluşudur.

* Her türlü sömürü ve ayrımcılıkta kadınların davasını ve kurtuluşunu savunan önde gelen sivil toplum kuruluşu olmayı hedefliyoruz

Bu dernekte stratejik hedefler de belirledik;

* Suriyeli kadın tutuklulara ve öldürülen kadın konusuna dikkat çekmek için uluslararası arenada tam destek sağlamak

* Suriyeli kadın ve çocukların haklarını uluslararası gündeme taşımak

* Sağlık, tedavi ve yardım hizmetleri sunarak şehit ve yoksul ailelere destek olmayı planlıyoruz

Son olarak neler söylemek istersin?

İnsan hakları, kadın hakları nerede, biz insan, kadın değil miyiz? Kadınlara yumuşak davranın diyen bir peygamberin ümmeti değil miydik? Kardeş değil miydik? O işkencelerden kurtulup buraya sığındıktan sonra da bitmedi psikolojik baskılar. Çünkü Suriyeliydik ve tutuklanmıştık. O yüzden kimse kabul etmiyordu. Burada da çok fazla zulüm gördük. Dışlandık. Sizden ricamız lütfen sesimizi duyurun. İçerde yüzlerce kız kardeşimiz var onları kurtarın. Sesimiz olduğunuz, bizi dışlamadan, yargılamadan dinlediğiniz için çok teşekkür ederim. Samimiyetinizi hissettik. Şahit olduğum bir olayı anlatarak bitirmek istiyorum. Belki biraz da olsa bizi anlarsınız diye.

1 metrelik hücrede 7 kadın kalıyorduk. Bazen 8, 9, 10 kişi oluyordu. Dizimizi karnımıza doğru çekip kolumuzu dizimize sararak oturuyorduk. Aramızda hamile bir kadın vardı. 11 yıl çocuğu olmamıştı ve tüp bebek yöntemi ile hamile kalmıştı. Azez bölgesi taraflarında oturuyordu. Orası Türkiye sınırına yakın olduğu için Esad’ı destekleyenler ve şebbihaları oradan gelenleri sevmiyor hep suçlu görüyordu. Türkiye’ye casusluk ettiklerini düşünüyorlardı.

Bu kadının olduğu yerde hastane yoktu askeri kontrol noktasından hastaneye gitmesi 1 saat sürerken oradan geçmez de dağlık bölgelerden geçerse 9-10 saat sürecekti. Kadının sancıları başlayınca mecburen askeri noktaya yönelmişler. Siz casussunuz Azez tarafından geliyorsunuz diyerek tutuklamışlar. Adam yalvarmış karım hamile sancıları başladı diye ama dinlememişler, orada adamı öldürmüşler.

Hamile kadını bizim olduğumuz yere getirdiler, kanaması başlamıştı. Onu alıp; erkek, kadın hücrelerinin, sorgu odasının, tuvalet ve banyolarının kapılarının açıldığı holde yere yatırdılar. Kadın çığlık çığlığa bağırıyordu. Çığlıkları kulaklarımızı sağır edecek derecede acıyla doluydu. Karnına basa basa doğurttular. Kime casusluk ediyorsun söyle diye bağırıyorlardı. Biz yapmayın diye bağırıyor, yalvarıyorduk. Bebeğin ağlama sesi geldi. Sonra birden sesi kesildi. Yeni doğan bebeğin boynunu çevirerek öldürdüler...

Ne kadının ne bebeğin sesi bir daha gelmedi... Holden şebbihaların ve askerlerin iğrenç kahkahaları yükseliyordu... Biz ağlıyor ve sadece Allah'a yalvarıyorduk sadece ona sığınıyorduk. Henüz yeni doğmuş sabiye bunu yapanlar bize ne yapar dedim. İşte o zaman Müslüman kardeşlerimizin olmadığına inandım ve Allah'tan başka kimsemizin olmadığına bir kez daha iman ettim. Bizi, namusumuzu, yeni doğan bebeklerimizle bir zalimin vicdanına, ellerine bırakan bütün Müslüman kardeşlerimden huzuru mahşerde davacı olacağım and olsun.

VAFA

İngilizce öğretmeniyim. 50 yaşındayım. 6 yıldır Türkiye’deyim. Türk vatandaşlığı aldım. İki kızımla ve bir oğlumla burada yaşıyorum. Oğlum 1 hafta oldu geleli. İlk geldiğimde getirememiştim. Şam’da 15 yıl öğretmenlik yaptım.

Savaş sırasında Unıcef aracılığıyla gönüllü öğretmenlik yapmaya devam ettim. Savaş öncesi ekonomik ve sosyal hayatım çok iyiydi. Evim, arabam, param vardı. Her açıdan rahat bir yaşantımız vardı. İstediğimiz her şeyi alabiliyor, yapabiliyorduk. Çok mutluyduk. 2014 yılı ocak ayında hiçbir suçum yokken beni okuldan aldılar. Biri beni çocuklara siyaset anlatıyor diyerek ihbar etmiş.

235 Numaralı istihbarat servisine götürdüler. 3 ay kaldım. Aldıkları Çarşamba gününden cuma günü saat altı buçuğa kadar hücrede oturdum. Hiçbir şey sormadılar, gelmediler. Sadece tuvalete gitmek için kapı açılıyordu. Korkuyordum. Ne olacağını ve ne için getirildiğimi bilmiyordum. Derin bir sessizlik ve karanlıkta bekliyordum.

Cuma akşam üstü bir kadın geldi. Beni lavaboya götürdü. Üstümde ne varsa çıkarmamı istedi. İç çamaşırım dahil çıkarttılar. Elle her yerimi aradılar. Hücreye götürdüler. Bu hücrede başka kadınlarda vardı. Erkeklere yapılan işkenceleri ve korkunç sesleri o hücrede duymaya başladım.

Şubat ayına girdiğimiz için çok soğuktu. O soğuğu tarif edemem. Soğuktan her yerim acıyordu. Günde sadece üç defa tuvalete gitme iznimiz vardı. 10’a kadar sayıyorlardı. 10 dediğinde işini bitirip dönmüş olman gerekiyordu. Bu hücrede 80 yaşında şeker hastası bir kadın vardı. Tuvalete gitmek için yalvardı, asla izin vermediler ve altına yapmasını izlediler. Sürekli onur kırıcı psikolojik işkencelere maruz kalıyorduk.

Tuvalete giderken öldürülmüş erkeklerin arasından geçiyorduk. Ceset kokuları sarmıştı her yeri. Hücremizde işkenceden bir kadın aklını yitirdi. Gözlerimizin önünde delirmesini izledik. Hücrede kendi kendine olmayan kişilerle konuşuyordu. O kadar Esad diyorlar ki işkence sırasında hücrelerinize kadar işliyor. Tecavüz, küfür sonrası deliren bu kadının aklında kalan tek şey Esad idi.

Başka bir kadını, getirdikleri araba lastiklerinin içine sıkıştırdılar o kadın içindeyken kadını döve döve tekerleği bayıltana kadar yuvarlıyorlardı. Ölen adam üç gün yerde holde duruyordu, tuvalete gidip gelince yanından geçiyorduk. İğrenç bir koku sarmıştı her yeri. Psikolojik işkencelere bilinçli olarak maruz bırakıyorlardı. 6 ay içerde kaldım. 3 ay sorguda 3 ay hapishanede mahkeme bekleyerek geçti.

Mahkemeye çıkarılarak hapishaneden çıktım ama dosyamı kapatmadılar. İşimden etiler, adıma olan bütün emlaklarıma el koydular, şehir dışına çıkmamı yasakladılar. 1 sene bu şekilde Suriye de yaşadım. Çıktıktan sonra 2 defa daha sorguya alıp aynı gün bıraktılar. Sürekli bir gözdağı veriliyordu. Bu gözdağı vermeleri artınca Türkiye’ye gelmeye karar verdim. Çünkü artık bana rahat vermeyeceklerini anlamıştım. 14 ve 8 yaşında kızlarımla kaçak yollarla Türkiye’ye geldim. Oğlum Şam’da okuyor ve eşim gelmek istemiyor diye onları getiremedim. Şimdi bir hafta oldu oğlumu getirebildim. Yıllar oldu oğlumu görmemiştim. Büyüdüğünü izleyemedim. Sevdiği yemekleri pişiremedim. Bir haftadır hasret gideriyoruz

Bir öğretmen olarak yaşadıklarınız size ne öğretti?

Kadınlar hangi ülke de olursa olsun okusun, bir mesleği olsun. Kendini geliştirsin, haklarını bilsin, kendini savunabilsin. Kendinizi her açıdan geliştirin. Yaşadığınız ülkede haklarınızı öğrenin. Kendinizi savunacak kanalları araştırın. Olası durumlar için kendinizi hazırlayın. Mutlaka bir B planınız olsun. Bazen en sevdiklerinizi bırakmak pahasına vazgeçmesini, bırakmasını bilin. Suriye’den kaçmadık hiçbir alternatifimiz olmadığı için bırakmak zorunda kaldık. Ben eşim ve oğlumdan vazgeçmek, onları bırakmak zorunda kaldım. Kalsaydım çok kötü şeyler olacaktı gözaltında.

Sizce Suriye neden bu durumda?

Sivil olarak demokratik bir hayat yaşama isteği en doğal hakkımızdı. Esad’ı biz seçmedik. Babasından devraldı. Yıllarca böyle devam etti. Esad’a halk 10 yıl şans verdi. Babasının yolundan gitmeyeceğine inandı. Ama beklediği gibi olmadı. Çaresiz kalan halk sokaklara çıkınca Esad uzlaşmak için hiç çabalamadı. İlk yaptığı şey sokağa çıkan insanları öldürmek oldu. Ülkemizde çok farklı kültür ve mezhep bulunuyor bu sebeple iç karışıklık çıkınca her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Birlik olamadık. Zulümlere sessiz kalamayan halkın içine provokasyon yapan kişiler de katıldı. Suriyeli dışında her milletten içeri sızanlar ve destek, cihat adına daha çok karıştıranlar oldu.

Hapishanede ki bütün tutukluların kurtulmasını istiyoruz. 2011 yılından beri süren bir savaşın içindeyiz. Her yerden dışlanıyoruz. Yeter artık. Milyonlarca insan öldü, evsiz, yurtsuz kaldı. Herkesin hayatı yerle bir oldu. Artık orta bir yol bulunsun. Ben kadın olarak hayatımı kaybettim. Eşimi, evimi, çocuklarımı, yaşamımı kaybettim. Artık Suriye’ye barış gelsin. Savaş bitsin. Esad gitmeden cezaevinden herkes çıkarılsın çünkü tutsaklar çıkarılmadan Esad giderse o cezaevinde olanlar asla kurtulamaz.

Şimdi nasılsın?

Kendi kendime ağlama krizlerine giriyorum. Unutamıyorum. Her gece kabuslar görüyorum, çığlıklar atıyorum. Şahit olduklarımı ve maruz bırakıldığım psikolojik işkenceyi unutmam imkânsız. Kan kokusu, Ceset kokusu hala burnumda. Bu kokunun tarifi yok. Burnunuzda ceset kokusu ile yaşamak nasıl bir şey bilir misiniz? Yaşayan ölüleriz aslında. Ruhlarımızı, psikolojimizi öldürdüler. Beden olarak yürüyoruz sadece. Ruhsuz. Ruhum çalınmış gibi hissediyorum. Bir et yığını gibi düşünün.

HİYEM TEYZE

Yaşadığı onca zulme rağmen çok şükür diyen 60 yaşında Hiyem teyzenin anlattıklarının etkisindeyim hala. Suriye İdlib’de bir engelli fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezinde karşılaşıyoruz. Hiyem teyze, hava saldırısı sonucu yanında iki kızı ile birlikte belinden ve bacağından ağır yara alıyor. Hastaneye kaldırılıyor. İlk tedavi sonrası vücudunu hareket ettiremiyor, sadece başını sağa sola çevirebiliyormuş.

Hastanede tedavisi sürerken hastaneyi basan Esad askerleri kimlik kontrolü sırasında, oğlu muhalif tarafta olduğu bilinen Hiyem teyzeyi ve kızlarını yaralı hallerine aldırmaksızın sedyeyle hapishaneye götürüyorlar. Tam iki sene hapiste tutuluyorlar “oğlun gelmeden buradan çıkamazsın” diyorlar.

Hiyem teyze sırt üstü hareketsiz yatarak, yastıksız, yataksız, işkencelerle geçen iki yılını tutsak olarak geçiriyor. Tuvalet ihtiyacını, işlerini yanında ki kızları görüyor, yardımcı oluyor.

Hiyem teyzeyi en çok üzen ve canını acıtan şey; 2 yıl boyunca yan koğuşta genç kadın ve kızların tutulduğu, türlü işkencelerle, kötülüğün (tecavüz, taciz) edildiği sırada kulakları delen çığlıklarıymış. “O çığlıkları duydukça kendi acımı ve yaralarımı unuttum” diyor. “Hissetmedim. Biz yaşlılara değil ama o genç kadınlara, genç kızlara çok büyük kötülükler ediliyordu. Hala çığlıklarını kulağımda hissediyorum” diyen Hiyem teyze 4 yıl süren fizik tedavi ve rehabilitasyon sürecinden sonra, son bir haftadır yetişkin yürütecine tutunup zorlansa da ayağa kalkıp günde 20 adım atabiliyor.

60 yaşında ki Hiyem Teyzenin oğlu uzun arayışlar sonunda annesi ve kız kardeşlerinin hapiste olduğunu öğrenince teslim oluyor öyle serbest bırakılıyor Hiyem teyze ve kızları... Hiyem teyze hayatta dört elle sarılmış bir gün oğlu dönerse onu yürüyerek karşılamak istiyor. O genç kadınların çığlıklarını ise “kendimle mahşere götüreceğim, unutmayacağım ki zalime orada bunun hesabını sorabileyim.” diyor.

Not: İdlib’de hala hayatta mı? Akıbetini bilmiyorum maalesef. Kelimeler kifayetsiz, sözcükler manasız, her şey çok anlamsız bu gibi hayatlar karşısında.


 

HABERE YORUM KAT

6 Yorum