İnsanlar artık neden birbirlerini anlamıyorlar?
Gökhan Özcan, modern çağda iletişimin başka bir hal aldığını ve doğru anlaşılmanın imkansız hale geldiğini ifade ediyor.
Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Yanlış anlama çağı
Söylediğiniz bir şeyin doğru anlaşılma ihtimalinin yanlış anlaşılma ihtimalinden çok daha az olduğu bir devirde yaşıyoruz. Her gün çeşitli mecralarda yanlış anlaşılmaktan muzdarip halde meramının aslında ne olduğunu anlatmaya çalışan bir çok insan görüyorum. Neden böyle? Eskiden de böyle miydi? Böyleydi de, şimdiki gibi kayda geçmediği için mi gözümüze batmıyordu bu durum? Yoksa tam böyle değildi de şimdi mi böyle oldu? Daha mı yatkın durumdayız şimdi birbirimizi yanlış anlamaya?
Ya da daha mı isteksiziz, birbirimizi gerçekten dinlemek ve anlamaya çalışmak noktasında?
Orta yerde bir şey anlatmaya çalışmak gerçekten zorlaştı. Yazmak da öyle... Herkes, ne dediğinize pek de dikkat kesilmeden kendi bildiği/istediği şeyi anlayıp geçiyor. Kasıt nedir, söz hangi bağlamda söylenmiştir, ne kastedilmiştir, buna takılan insanların sayısı gerçekten azaldı. Bu durumda meramını sözle, yazıyla ya da başka herhangi bir yolla ifade etmeye başlamadan önce beş kere düşünmesi gerekiyor insanın. Söylediğinizin, ifade ettiğinizin yanlış anlaşılma riski çok yüksek çünkü. Sözlerinizden olumlu sonuçlar çıkarılsa da, olumsuz bir yere bağlanmış olsa da, yanlış anlaşılmak çok da isteyebileceğiniz bir şey değil. Çünkü bir meramınız var ve onu anlatmaya çalışıyorsunuz, bunu yapma, sözü söyleme sebebiniz bu. Maksat hasıl olmayacak, söz yerini bulmayacaksa yapmayı niye isteyesiniz?
Hadi bir şekilde söz söylemeyi göze aldınız, meramınız içinizde rahat durmadı ya da vahim bir yanlış gördünüz, herkese zarar verebilecek bir tehlike gördünüz, onu düzeltmeye çalışıyorsunuz ya da ne bileyim bir şey sizi çok etkiledi herkese size sunduğu güzellikten bir nasip, bir pay düşsün istiyorsunuz diyelim... Söze başlamadan önce iyi düşünmeli, söyleyeceklerinizi iyi tartmalısınız. Dümdüz söylemek en mantıklısı, sözü daha derinliğine, daha muhtevalı söylemek için fazladan bir gayret içine girmek yanlış anlaşılma riskinize tavan yaptıracaktır, haberiniz olsun! İyi ama her şeyi dümdüz konuşmak zorunda olmak yoksullaştırmaz mı zihinlerimizi. Sözü güzelinden, incesinden, derininden söylemekten neden vazgeçelim ki! Bu çok sığ, çok yavan insanlara dönüştürmez mi zaman içinde?
Madem bu da bir yol değil, ne yapacağız o zaman? Hiç kimse meramını anlatmaya çalışmayacak mı? Yanlış anlaşılırım, hırpalanırım, Allah muhafaza linçe filan uğrarım diye herkes geri mi çekilecek? Eskiden ‘dilin kemiği yok’ diye izah ediyorduk bazı şeyleri, klavyeler dillere rahmet okutuyor. Klavyelerin geçtim insafı, izanı, duracağı herhangi bir yer yok. Herkes herkesi saniyesinde harcayabiliyor; orada mı, değil mi, söylenenden haberi var mı, yok mu, yargılarım hakkaniyetli mi, değil mi diye hiç düşünmeden. Bunun gıybetin bir nevi olduğunu aklına bile getirmeden. Tamamen keyfi şekilde... Hatta bunu günlük bir uğraşa çevirerek...
Son söylediklerimden yanlış anlaşılmanın ne kadar tehlikeli bir şey olabileceği sonucu çıkıyor. Bir de galiba artık pek çok insanın söz daha söylenmeden zaten bir yargıya sahip olduğu, böylelerinde artık sözün doğru anlaşılma ihtimalinin hiç kalmadığı...
Birbirimize hoş olmayan bazı şeyleri yakıştırmak konusunda azıcık da olsa temkinli davranmamız gerekmez mi? Olur ya, yanlış anlamış olabiliriz karşımızdakini, bir şeyleri eksik biliyor, yeterince dikkatli değerlendirmiyor, haksızlık ediyor olabiliriz. Hüsnü zan mı, sui zan mı sorusunun cevabı aşikar değil mi bizim için?
Noktayı koysun diye, merhum Cahit Zarifoğlu ağabeyimize bırakalım sözü:
“Bizi hoş görünüz/ Sabırlı olunuz/ Çocukları dövmeyiniz/ Zinhar beddua etmeyiniz/ Sui zan değil hüsnü zan ediniz/ Ve acaba ikaz ettik hata mı ettik?”
HABERE YORUM KAT