1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. İnsanın Yaratılışı ve Evrim Konusu Tartışıldı
İnsanın Yaratılışı ve Evrim Konusu Tartışıldı

İnsanın Yaratılışı ve Evrim Konusu Tartışıldı

Pazartesi akşamı Ümraniye Özgür-Der’de Hamza Türkmen “Yaratılış Hakikati ve Evrim Teorisi” başlıklı bir konferans verdi.

13 Aralık 2011 Salı 09:30A+A-

Hamza Türkmen, Ümraniye Özgür-Der Şubesi’nde “Yaratılış Hakikati ve Evrim Teorisi” konulu bir seminer verdi.

Rüşd yaşına varan herkesin derinliğine, yüzeysel olarak veya taklitçi bir tutumla da olsa gerek fıtri gerek duyduklarından kalkarak merak içinde hayatı anlamlandırmaya çalıştığını ve bu zorunlu eğilimin temel bir konusunun da var olma veya yaratılış hakikati ile ilgili olduğunu belirten Türkmen, “göklerin ve yerin yaratılışını düşünmek” ile ilgili ayetleri de hatırlatarak konuyu işlemeye başladı. İnsan fıtri olarak bir yaratıcı algısına vardığında, karşısına vahyi bir tebliğ veya bilginin çıkmasının da mümkünattan olduğunu belirtti. Çünkü Rabbimiz bizi yaratmış ve başıboş bırakmamış ve bizim nefsimizden olan (enfusikum) elçilerle vahyin aydınlığını iletmişti.

Türkmen, vahyi açıklayan Kur’an’a ulaştığımızda bu temel sorunu ve merakımızı çözmeye başlayabileceğimizi belirtti. Ancak Kur’an’daki yaratılışı materyalist veya idealist kavram ve senaryolarla değil, aklımızı salim olarak kullanmaya çalışarak “hakk” ile çözmemiz gerektiğini söyledi. Hakk kavramının Kur’an’da doğru, gerçek, gerçeklik, yerindelik veya Rabbimizin sıfatı olarak kullanıldığını belirtti. Ayrıca Kur’an’ın indirilişi de onda anlatılanlarda “hakk” ile beyan edilmekteydi. En’am, İbrahim, Hicr gibi surelerde “göklerin ve yerin de gerçeklik olarak (bil hakk)” yaratıldığı bildirilmekteydi. Ancak hayatı “hakk” kavramı bağlamından vazgeçip Yunan düşüncesinin tesirinde kalan felsefe, kelam ve tasavvuf havzaları “vücud”, yani “varlık/existence” ile izah etmeye başladılar. Avrupa’da İ. Kant ile hakk veya gerçeklik kavramı önemini kaybedip “varlık” kavramı yani var oluş ve akıl kavramını tartışılmaz kılmak öne geçti. Akıl sadece sınırlılığı ile, mümkünat ve bilinen yaratılmışlarla ilgili “varlık”ı ve anlamını izah etmeye, tecrübe etmeye yöneldi. Bu hakikatin bilinmesinde insan merkezliliği (ego santrizm) getirdi. Varlık, yaratılış, zaman ve mekan anlayışları da bu eksende oluşturulan Kuantum Teorisi veya Genel Relative Teorisi gibi kuramlarla açıklanmaya başlandı.

Oysa bizler evreni ve gaybı yaratan Rabbimizin “hakk, emr, kada, kadr, izn, sahhara, akl, ruh” gibi kavramlarla bildirdiği gerçekliği, beşeri olan ruhçu veya maddeci teorilerle değil, vahyi bildirimlerle ve salim akılla tertil fıkhı üzerinden izah etmeliyiz. Bu nedenle de Rabbimizin yaratılış kavramını ve bu bağlamdaki muhkem ayetleri nasıl kullandığını öncelikle bilmeli ve rehber edinmeliyiz. Ancak bu öncülümüzden sonra müteşabih alanla ilgili boşlukları yorumlarken uygun beşeri ve bilimsel verilerden tutarlı olarak yararlanabiliriz.

Einstein’in başını çektiği Genel İzafiyet Teorisi’ndeki ışık hızı eğilimindeki mikro kütlelerin kitle kaybına uğramasının ve zamanın yavaşlamasının bilimsel metodu tıkadığını belirten Türkmen, pozitivist bilimin izah edemediği zaman ve mekanla ilgili kayb, yok olma halini ancak hakk ile açıklayabileceğimizi belirti. Bu konu da Fatır suresindeki “Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar (yok olurlar) diye tutuyor…” ayetinin hayat/evren hakikati ile ilgili temel bir gerçekliği beyan ettiğini söyledi.

Yaratma ile ilgili ayetleri işlemeye başlarken Naziat suresindeki soruyu belirtti: “Yaratmak bakımından insanı yaratmak mı güçtür yoksa semayı mı?”

Rabbimizin gökleri ve yeri yoktan var ettiğini (En’am S.); bu yaratma işleminin altı gün/yevm (yani aşama) sürdüğünü (Kaf S.), yerlerin yaratılmasından sonra da yedi gök/semaun (nekre) yarattığını (Fussilet S.), yaratılan dağların, rüzgarın, bulutun, yağmurun vd. fonksiyonlarının ne olduğunu ve her canlı şeyi sudan yarattığını (Enbiya S.) açıkladı.

Rabbimizin meleklere çamurdan bir “beşer” yaratacağını, onu düzenleyip ruh/hayat üfleyeceğini ve kendisine secde etmelerini bildirdiği (Sâd S.) yaratmanın ilk yaratma/“halaka” olduğunu, halife olarak yaratılmasını “ceale”/yaptı-kıldı (Bakara ve A’raf S.), bir tek nefisten “inşea”/inşa etti (En’am S.) ifadeleriyle anlattığını; bu ifadelerin hem icaz hem etimolojik açıdan büyük önemi olduğunu belirten Türkmen, yaratılma ile ilgili aşama tasavvurunu da uyandıran diğer kullanımların da “sevva, savvere, fatara, nebete, benea, kada, emr, kadr” olduğunu hatırlattı. Bu kelimelerin hepsinin de nekre/belirsiz, yani ne dişil ne eril olduğunu vurguladı.

“Allah sizi (beşeri) bitki bitirir gibi bitirdi” (Nuh S.) ve “anılmaya değer bir şey değilken üzerinden uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin)” gelip geçerken, bu sürede topraktan ilk “nefs” olana kadarki hali ifade edeceğini söyleyebileceğimiz “turab, tîn, tîn lâzib, hamain mesnûn, sülâle-tîn, salsâl-hamain mesnûn, salsâl kel-fahhar” kavramlarını İbrahim Sarmış’tan yaptığı bir alıntıyla değerlendirdi. Sonunda çamurun tesviye edilen haline ulaşıldığını belirtti.

Nisa Suresi’nin ilk ayetinde ve Araf Suresi’nde de Rabbimiz insanı önce bir nefisten (min nefsin vahidetin) yarattığını bildirmektedir. Buradaki “nefis” nekre/belirsiz insanoğlunun ilk özü olmalıdır. Bu nefsin Adem olduğu Kur’an’da geçmez. Zaten özel isim olarak Adem’i kastetseydi (“mine’n nefsi’l-vahideti” veya “min âdem” şeklinde) marife/belirli olurdu.

Hamza Türkmen Kur’an’ın icazı açısından ve kelimeler üzerinde oynamalar yapan dünkü Yahudilere ve bugünkü tarihselcilere spekülasyon imkanı tanımamak için bu kavramların önemli olduğunu ve önemsenerek ele alınması gerektiğini belirtti.

Ondan “zevc/eşi”nin yaratılmasını da “enfusikum/türünüzden” (9/128) lafzında olduğu gibi “onun/nefsin cinsinden eşini yarattı” şeklinde olduğunu belirten Türkmen, “zevc”in ise çoğu meallerde Tevrat etkisi ile Havva olarak değerlendirilmesine rağmen, eril/müzekker olduğunu; bunun da Kur’an’daki dil kullanımı açısından uygun olduğunu söyledi. Çünkü Kur’an’da çoğu zaman kadın ve erkeklere erkek üzerinden mesaj verilmektedir. Buradaki erkeği ifade eden “zevc” ise nefsin cinsinden olan hem erkeğe hem kadına tekabül etmektedir.

“Dehr” ve “hin”den sonra beşer olan âdemoğulları kadınlar ve erkekler olarak adeta yumurta ikizlerini andırır şekilde çoğalmış olabilirler diyen Türkmen; Rabbimizin artık bu aşamadan sonraki çoğalmayı ise “nutfe” ve “doğum” olarak belirttiğini söyledi. “Toprak, çamur ve nutfe aşamalarını yaratılışın ontolojik tedriciliği veya evrimi olarak değerlendirmek mümkündür.” diyen Türkmen, Âdem kelimesinin de Rağıb İsfahani’ye göre “toprak yüzeyinde yaratılan (a-d-m) insan” olarak ele alındığını, Adem kavramının Kur’an’da hem tekil/müfred (ente, zevcuke, kulâ, sa’tuma…) hem ikil/tensiye (ihtibâ) çoğu zaman da çoğul (ihbitû, bâdukum, lekum…) kullanımlarıyla da ele alındığını söyledi.

Türkmen, Âdem ve yaratılışla ilgili şunları söyledi:

“Meleklerin secde edilmeye çağrıldığı Âdem, A’raf 11’de (siz) cins isim olarak; isimlerin öğretildiği Âdem (2/31) (sen) ise, Abduh’un çözümlemesiyle hem özel isim hem cins isim olarak değerlendirilebilir. Zaten “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye nefisleri şahit tutulan ve bellerinden zürriyetleri alınan (7/172) beşere de “Âdemoğulları” denilmektedir. Bu bağlamda Âdem bir nefisten uzun bir dönem geçerek yaratılan beşerin tekil, ikil veya çoğul adıdır. Bu beşer türü seçilen ve peygamber yapılan Âdem’e “isimlerin öğretilmesi” ve daha sonra da “kelimelerin verilmesi” ile mükellef/sorumlu insan konumuna geçmiştir. Çünkü Hz. Adem eşini, çocuklarını ve diğer beşer türünü eşyaya ad verme gücünü elde ederek ve vahyi kelimeler alarak insanlaştırmaya/medenileştirmeye başlamış, çocukları da ensest yolla değil, bu insanileşme sürecine katılan insanlaşan beşerlerle evlenerek çoğalmışlardı.”

Konuşmacı, imtihan yeri olarak kendilerine takdim edilen, ama günahın işlendiği, iblisin girebildiği Cennet’in kıyametten sonra yaratılacak ve içinde ebedi kalınacak Cennet olamayacağını; bunun yeryüzünde “bahçe” olabileceğini belirtti. Burada da yasak ağaç karşısında imtihanı niçin kaybettikleri üzerinde durdu.

Hamza Türkmen evrenin ve insanın yaratılışıyla ilgili Kur’an’daki delaleti açık nassların ve kavramların konuyu izah açısından işaret taşları ve ölçüsü olduğunu belirtti. İşaret taşları arasındaki boşlukları, meçhul alanları ve müteşabih konuları yine bu konuda muhkem ve delaleti açık nassları dikkate alarak yapacağımız yorumlarla izah edebileceğimizi ama yapacağımız makul yorumları ise mutlaklaştıramayacağımızı söyledi. Bu konulardaki tutarlı yorumlarımızın akaid değil ancak kelami yaklaşım olabileceğini vurguladı.

Konu bittikten sonra katılımcıların soru ve ek açıklamalarıyla Kur’an’da yaratılış ve evrim telakkisi üzerinde biraz daha duruldu. Hicri 2. 3. yüzyıllardan bu yana Cahiz gibi tahkik ehlinin de ele aldığı evrim meselesine, dün de bugün de muhkem ayetleri gözetmeyen ve konuya “hakk” temelinden değil de “varlık” ve “salt akıl” temelinden bakan materyalist veya idealist teorilerin etkisiyle bu konudaki ayetleri yorumlayanların yanlışlarına dikkat çekildi. Bizler için birçok gaybi boyutu olan ama fıtri olarak da merak edilen bu konuya, ancak Kur’an’ın muhkem ayetlerini ölçü edinerek tertil fıkhı çerçevesinde yaklaşabileceğimiz tespiti üzerinde duruldu.

O. Nuri Özyurt / Haksöz-Haber

 

HABERE YORUM KAT

8 Yorum