1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. İnsanî yardım ve tencere dipleri..
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

İnsanî yardım ve tencere dipleri..

22 Mayıs 2008 Perşembe 16:06A+A-

Alman Fed. İçişl. Bak. Wolfgang Schauble, Irak’dan kaçıp başka ülkelere iltica etmek isteyenlerle ilgili olarak, ’Irak’tan çıkıp başka ülkelere sığınmak isteyen müslümanları Türkiye alsın, hrıstiyanları da biz alalım..’ demişti, geçen hafta.. Haber, Türkiye kamuoyuna yeni yansıdı.. Ve tepkiler de yükselmeye başladı..

Sığınma ihtiyacında olan insanların kimliklerine göre bir ayırım yapılmasının yanlış olduğunu Vatikan bile söyledi.

Schauble’nin yanlışı, görüşünü hiç eveleyip gevelemeden, cilâlamadan söylemiş olmasıdır.. Yoksa, hemen her ülke ve toplumda, kamuoyu ve sokaktaki kitlelerin, bu gibi durumlarda hemen, gelecek veya yardım edilecek olanların kendileriyle ortak yönlerini sordukları bilinir ve ortak yön azaldıkça, suratlardaki ekşime artar..

’Sen iyilerden başkasını kabul etmezsen, kötü nereye başvursun?’ sözü bir ölçü verebilir bize Bunu, biz kendi toplumlarımızda da yaşamadık mı, yaşamıyor muyuz?

Bulgaristan’da, 1986-87’lerde Todor Jivkof diktatörlüğü zamanında 300 bine yakın insan Türkiye’ye sığındığında, türk kavminden olmayan müslümanlar olan ’pomak’ların yüzüne kapıları kapatmadık mı? Ya da, 1991-92’de, Saddam, Kuzey Irak dağlarını kimyasal bombardımana tâbi tuttuğunda, Türkiye’ye sığınanlar 300 bin’i aşınca, diğerlerine karşı sınırlar kapatılmadı  mı? Ve yapılan kavmî ayırımlar da bir başka facia idi.. Ve, bu gelişmeler karşısında toplum olarak itirazımızı yükselttik mi? Yani, tencere dipleri mes’elesi..

Almanya da, kendi toplumunda entegre olması olması zor olan unsurları almak istemiyor ve bunu açıkça dile getiriyor.. Mes’eleye bir de bu açıdan bakmak gerekiyor..

*

Sığınma, bir tehlikeden korunmak için, sadece insanda değil, bütün canlılarda olan ve nefsin korunması içgüdüsüyle ortaya çıkan iradî veya reflektif hamleler manzumesidir, kısaca.. Pasif mukavemet ve savunma..

Sığınmanın, ilticanın sebebi çok çeşitli olabilir..

Kişi bir cezadan veya, kendi inanç veya ideolojisine uygulanan baskılardan kurtulmak ve hattâ ekonomik buhranlar sebebiyle de, başka otorite veya ülkelere sığınabilir.

Sığınılan yere sığınak veya melce; sığınan kişiye de sığınmacı/ mülteci denilir..

Kişi, sığınılacak yer, melce olarak gördüğü yerdeki otorite tarafından da kabul edilirse,  artık onun himayesindedir; ona orada yapılacak her saldırı, o sığınılan güce yapılmış sayılır..

Ama, hele de yurtdışında bulunan Anadolu insanlarının çoğu, ’iltica’ ve ’irtica’ kelimeleri arasındaki tek harflik farkı farkedemeyip, ’ilticacı’ ile ’irticacı’ kelimelerini karıştırmaktadır. Yani, zor zanaattir ’ilticacı’ ve ’irticacı’ ya da ’mülteci’ ve ‚mürteci’ olmak, vesselam..

Batı dillerinde ilticacılar için, ’refugié / refugee gibi terimler varsa da, ’sığınılacak yer / melce’ için, latinceden alınan ’asyl’ (azul) terimi, genelde, ’ilticacı/ mülteci’ olan kişiler için de kullanılır hale gelmiştir. Ve, ’asyl’  terimi, ’yarı kutsallık’ ifade eder.  Kiliseler ’asyl’, yani ’melce’ olarak ilk akla gelen mekânlardı, Batı’nın iltica hukukunda.. . Kiliseye sığınan kişiler suçlu bile olsa, kilise sorumlusu izin vermedikçe, güvenlik güçleri onları alamazdı.. Ancak, 11 Eylûl 2001’den sonra, önceliği güvenlik aldı,  hak ve özgürlükler geriye itildi..

Kilise’nin bu fonksiyonunun benzeri, diğer dinlerin mâbedlerinde de görülür..

Bu cümleden olmak üzere, Kâbe’ye sığınan kimseler de, İslam öncesinde de, oradan çıkmadıkça dokunulmazlığı haizdi.. Bu uygulama, -bazı istisnaları olsa da- İslam tarihinde de asırlarca yaşandı.. Kâbe’ye ve Kâbe’nin etrafını kuşatan ’Mescid-i Haraam’ın sınırları içine sığınan bir kişi, oradan çıkmadıkça, güvenlik güçlerince yakalanamazdı.. Çünkü, Beytullah olarak isimlendirilen bu mekân, Ev Sahibi’nin dokunulmazlık alanıdır; ’harem-i emn-i ilahî (ilahî güvenlik haremi)’dir ve bir, ‘belde-t-ut’tayyîbe’ / ’kutlu belde’dir..

Ama, bugün.. Özellikle de, miladî -1979 sonunda, yüzlerce silahlı eylemci, Kâbe’yi işgal ettiğinde, Suudî rejimi bu badireyi atlatmakta aylarca zorlandı ve sonunda, hattâ fransız komando birliklerini bile hadise mahalline getirmek suretiyle ve şiddetli çatışmalar sonunda, duruma hâkim olabildi ve o zamandan beri, Kâbe’nin her tarafında, Suudî güvenlik güçleri devriye gezmektedir. ’Harem-i emn-i ilahî’  bölgesinin üzerinde, herhangi bir haksız gücün gelip‚ ’de facto/ fiilî’ durum oluşturup, hâkimiyet kurması yolunun, oluşturulacak bir ’Dünya Müslümanları Ortak Şûrâsı’ eliyle önlenip, güvenliği üstlenmesi umulur.

*

Asıl konumuza dönelim..

Güç durumda olan insanların, hattâ diğer canlıların da yardımına koşmak, insanlığın gereği.. Yüce Yaratıcı tarafından her insanın fıtratına yerleştirilen vicdan denilen bir ölçü ve duygu yerleştirilmiştir. Vahşî, canavar ruhlu olanlar her toplum ve kesimde, istisnaî ve anormal olarak bulunsa bile; vicdan, hiç bir inanç sahibi olmadığını söyleyenlerde bile vardır. Bu vicdanî ölçüler bile bize, sıkıntıda olan insana, hele de mazlûm ve mağdura, haksızlığa uğrayanlara ve hattâ başka yaratıklara bile yardımcı olmak gibi bir vazife yüklemektedir..

Bu noktada, bir diğer noktaya da dikkati çekmek gerekiyor..

Dünyanın her bir yanında zaman zaman büyük felaketler meydana geliyor.. Depremler, salgınlar,  tayfunlar, tsunamiler..

Ve bu felaketlerde, binlerce, onbinlerce insan telef oluyor..

Bizim bu gibi durumlardaki tepki ve ilgilerimiz genelde, hemen, bize yakınlık ölçülerimize göre oluşuvermiyor mu? Ve bu çok zâlimâne ve gayri-islamî değil mi?

Son olarak, Miyanmar (Birmanya)’da kurbanlarının sayısının 100 bini aştığı sanılan tayfun faciasına ilgimiz nasıl oldu? Ve keza, Çin’de meydana gelen korkunç depremde de resmî rakamlara göre, ölenlerin sayısı 52 bin kişiyi bulmuş ve toprak altında olanların sayısının da 40 binden az olmadığı bildiriliyor.. Yani, bir 100 binlik facia da orada..

Mazlûm ve mağdura, felakete uğrayana, kazaya, musibete uğrayana kimliği sorulmaz, yardımların da kimliğe, inanca göre yapılması, en büyük zulümlerdendir.. Amma, bu hususta, ne yazık ki, bugünkü müslüman toplumlar iyi bir imtihan veremedi. Başımıza bir felaket geldiğinde, dünyanın herbir yanından gelen yardımların insanca olduğundan söz ediyoruz da, başkalarının faciaları sözkonusu olunca, âdetâ taş gibi duruyoruz.. Bu gibi felaket anlarında herkesten önce müslümanlar olmalıdır, oradalarda..  

Müslüman toplumların başında öyle zâlimler var ki, tahakküm ettikleri halkların bir tepkisi olsa o felaket bölgelerine yüzmilyonlarca dolar verebilecek iken, öylece bakıyorlar..

Bizlere de düşüyor, 100 bine yakın Çin’li deprem kurbanlarının arasında var olduğu söylenen 400- 500 kadar müslümanın faciasını gündeme getirmek!

Ayıp olmuyor mu? Çizdiğimiz bu resim, inancımıza gölge düşürmüyor mu?

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum