İnsan köpek olmayı tercih edebilir mi?
Tercihlerin ve tanımların sınırsızlığı insanlığa nasıl bir gelecek tasavvuru sunuyor?
Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER
Almanya'da kendilerini “köpek” olarak tanımlayan bir grup “insan” başkent Berlin'deki Platz demiryolu istasyonunda bir araya gelerek havlamalı bir protesto gerçekleştirdiler. Magazin haberlerini andıran bu içerik geçtiğimiz günlerde medyada kendisine yer buldu.
Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz ay ise Japon bir YouTube kullanıcısı, köpek olma yolundaki serüvenini 'hayranlarıyla' paylaşmıştı. 22 bin dolarlık bir kostüm giyerek köpek kılığına giren Japonyalı Toco, "Köpek olmak istemenin garip olduğunu düşünüyorlar. Ben de bu sebepten gerçek yüzümü gösteremiyorum" dedi. “Hiper gerçekçi” olarak tanımlanan bir köpek kostümü giyen ve gerçek adı açıklanmayan kişi, 'hayvan olma' hayalini gerçekleştirerek sokakta ilk yürüyüşüne çıktı ve diğer köpeklerle iletişim kurdu. Yaklaşık 30 bin aboneli YouTube hesabında paylaşılan görüntülerde Toco'nun dört ayak üzerinde oynadığı ve ödül maması için çeşitli oyunlar yaptığı görüldü.
Üst üste gelen bu örnekler insanların “tercihleriyle” neler yapabileceği konusunda kafamızda bazı “şimşekler çaktırdı” tabir-i caizse. Modernliğin inşa ettiği dünyada her şeyin akışkan bir düzleme hapsedilmesi beraberinde bitmek bilmez bir kimlik tartışması ortaya çıkarttı. İnsanın binlerce yıllık müktesebatını yeniden yorumlayan modern düşünce en başta insanın ne olduğunu yeniden tanımlama ihtiyacı hissetti.
Douglas Kellner’e göre geleneksel olarak tanımlanan toplumlarda bir insanın kimliği oturmuştu. Kimlik ne bir sorunsaldı ne de bir eleştiri ya da tartışma konusuydu. İnsanlar ne kimlik bunalımına girer ne de köklü bir kimlik değişimine yönelirdi. Bu durum insanın kimliği ve kendini tanımlama şekline dair tartışmaların 100-150 senelik bir mazisi olduğu anlamına geliyor. Aslında insanlık için fazlasıyla yeni bir durumla karşı karşıyayız. İnsanlar daha önce hiç olmadıkları kadar “kendileri” üzerine akıl yürütüyorlar.
Buradan modern öncesinde kimsenin varoluşuna dair esaslı sorgulamalar gerçekleştirmediği anlamı tabi ki çıkartılamaz. Ancak modern dönem ve öncesi arasında çok ciddi bir farklılık olduğunu da görmek lazım. Öncelikle sorgulamaya elverişli bir ortam sağlayacak “bilgi”nin mahiyeti esaslı bir şekilde değişime uğratılmıştır. Anthony Giddens’in Modernliğin Sonuçları isimli eserinde bilginin nasıl farklılaştığına dikkat çekiyor:
Modernlik koşullarında hiçbir bilgi, “bilme”nin emin olmak demek olduğu “eski” anlamdaki bilgi değildir. Bu durum doğa ve toplum bilimleri için eşit derecede geçerlidir.
İnsanlar artık bilgilenme anlamında bilgiye belki daha fazla ve daha hızlı ulaşabiliyor ancak bu bilgilenme “mutmain olma” hissini sağlamıyor. Bilgi ile kurulan bu yeni ilişki insanların kimliklerine dair yaptıkları sorgulamaların da bize kalırsa içini boşalttı, süfli bir zemine hapsetti. Eski ile karşıtlık üzerine kurulu olan düşünme biçimi doğal olarak bir savaş başlattı. Bu savaş her şeyin yeniden tanımlanabilir ve varoluşçuların tanımlamasıyla kendi dışına doğru özgürleşme bilinci olarak insanın tercihlerinin sınırsızlaşması anlamına geliyordu.
Tüm insan eylemlerinin tanımlayıcısı olarak modernliğin ortaya çıkarttığı kaos siyasal, sosyal, kültürel olarak insanın yeni baştan örgütlenmesiydi. Bu örgütlülük eşref-i mahlukat olarak insan ile esfel-i safilin arasındaki ayrımı ortadan kaldırmaya çalışarak insanı tercihleri doğrultusunda “her ne olmak istiyorsa o” seviyesine düşürdü. Müslümanlar açısından düşüş olarak değerlendirilecek olan bu durum birçokları için insanın özgürleşmesi anlamına geliyor.
Şunu görmek lazımdır ki ilahi takdirin başlatıcı ve belirleyici olduğu bir ilişkiler ağı ile az evvel zikredilen yeni vaziyet temelden karşıttır. Ortalama insanlar ise bu noktada heva ve hevesleri doğrultusunda hareket etmekten çekinmiyorlar. Aslında bu nokta bugün modernliğin reklamlar, filmler, kitaplar, felsefeler vb. her şey üzerinden oluşturmaya çalıştığı algının bir kandırmaca olduğunu kanıtlıyor.
Cemaatten, fıtrattan, aileden, biyolojik cinsiyetten “kurtulmayı” bir özgürleşme olarak göstermek bugünün hâkim düşüncesidir. Ancak ne hikmetse bu hâkim düşünme biçimi kendisini yeni ve orijinal bir şey söylüyormuşçasına idealize etmektedir. Bu idealize etme biçimi özgürlük ve otoriterlik karşıtlığından güç alıyor. Yani modern olan özgürlükçüyken karşıtı ise baskıcı ve yasakçı olarak tanımlanmaktadır.
Modernliğin “özgürlükleri” ise yazımızın kalkış noktasını oluşturan tercih hakkı ile ortaya çıkıyor. Evet, modern dünyada insanlar köpek olmayı dahi tercih edebiliyorlar. Çünkü bunu yapmaya hakları olduğunu, kendi varlıklarının dışına doğru önü alınamaz bir istekle her şeyi yapabileceklerini, hiçbir sınır olmadan geçmişle aralarındaki asli bağları kopartabileceklerini düşünüyorlar. Bu kopuşa en başat fiziki varoluşları, biyolojik cinsiyetleri ve ruh-beden bütünlüğü içerisindeki “insanlıkları” da dâhildir…
İnsanların köpek olmayı tercih etmeleri artık insan kimliğinin bazıları –belki birçokları- için bir anlam ifade etmediğinin kanıtı olarak değerlendirilebilir. Öte geçmek, aşmak anlamında kullanılan “trans” kelimesinin cinsiyet ve insan merkezli tartışmalarda kullanılması oldukça ibretlik bir durum aslında. Trans-gender, trans-human kavramları her şeyin mümkünlüğünü suratımıza haykırıyor. Bu mümkünlükler dünyasında tıpkı Hz. İbrahim de (as) olduğu gibi insanın kendi içinden dışa doğru gerçekleştireceği sorgulamalarla kendini aşan bir hakikati keşfetmesi imkânsızlaştırılmak isteniyor. İnsanlar insan varlıklarından sıyrılıp özgürleşerek köpek olma peşindeler… Bu bağlamda hayvan hakları üzerinden başlayan tartışmaları “hayvanların zorbalığa maruz kalmaması” şeklinde değerlendirmek en hafif ifadesiyle çok “naif” bir düşünce olarak değerlendirmelidir. Hâkim paradigmanın yönlendirdiği bir tartışmada mesele hayvanların yaşam şartlarının ötesine geçerek insanın hayvanlaşmasıyla son bulmaktadır. Bu durum pekâlâ insanlığın geleceği, cinsel kimlik tartışmaları için de genellenebilir durumdadır.
Serbest süzülen yükümsüz bireyin popüler kahraman sayıldığı şu akışkan modern zamanlarda “sabit olmak” –esnemez ve geri dönülmez biçimde tanımlanmak- gitgide daha çok eleştirilen bir özelliktir. … Bireyselleşmenin gemi azıya aldığı dünyamızda kimlikler karma nimetlerdir. Rüya ile kâbus arasında bocalarlar ve birinin ne zaman dönüşeceğine dair önceden bir ihbar söz konusu değildir. Hayatın akışkan modern sahnesinde kimlikler, müphemliğin belki de en yaygın, en akut, en derinden hissedilen ve en zahmetli tecessümleridir. Tam da bu yüzden akışkan modern bireylerin dikkatlerinin en merkezine sıkıca yerleşir ve gündemlerinin en tepesine otururlar.
Zygmunt Bauman’ın bahsettiği gibi çok eleştirilen “sabit olma” derdi, trans düşüncenin hız kesmeyen taarruzlarına karşı direnmeye çalışmaktadır. İnsanlığın bu akışkanlık içerisinde sahip olduğu gelecek tasavvurunun “köpekleşmek” şeklinde cereyan etmesi oldukça ibretlik... İnsanlık kendi yıkımını büyük bir hevesle özgürlük, eşitlik naraları atarak ya da daha doğru ifadesiyle "havlayarak" inşa ediyor.
Son tahlilde bazı insanların “köpek olmayı” tercih edebileceğini düşünmesi gülüp geçilecek bir magazin olayı değil ciddi bir kimlik bunalımının dışavurumundan ibarettir. Batılı değerler insanı büyük bir sıradanlığın içerisine hapsederek bayağılaştırdı. Verili gerçeklere sırtını çeviren akışkan modernlik, köpekleşerek en sonunda hakikati paramparça edip insanı anlamdan yoksun bir varlık haline getirme çabasında!
Zihin açıcı katkılarından dolayı Nurcan Büyük'e çok teşekkür ediyoruz...
HABERE YORUM KAT