1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. İnsan insanın kurdu mudur?
İnsan insanın kurdu mudur?

İnsan insanın kurdu mudur?

Yasin Aktay, felsefecilerin tartışmaya devam ettiği insanın insanla ilişkisi üzerine değinilerde bulunuyor.

12 Haziran 2023 Pazartesi 10:45A+A-

Yasin Aktay / Yeni Şafak

İnsan insanın nesidir?

Bizi var eden ünsiyetimizin, onsuz gerçekleşemeyen insanlığımızın bir nisyana duçar olması belki de insanın yeryüzündeki trajedisidir. İnsan yeryüzüne ilk indiği andan itibaren kendisini insan kılan öteki ile, diğer insanlarla bir ihtilafa, husumete, rekabete, çekememezliğe de girmiştir.

Bu ihtilaflar ve husumet yüzünden insanın insana ettiği kötülükler, zulümler, çatışmalar ve savaşlar insanlık tarihinin de en doğal ve en merkezi parçası olmuştur. İnsanlık tarihi ayın zamanda savaşların da tarihidir, savaşlar yoluyla kurulan devletlerin, kurulmuş olan devletlerin yine savaşlarla veya devlet içindeki çatışmalarla yıkılışlarının tarihi.

Büyük icatlar, teknolojik ve bilimsel gelişmelerin büyük çoğunluğu insanın çevresine adaptasyonu ve daha iyi yaşama arzusundan ziyade düşmanına karşı korunma veya düşmanına üstünlük sağlama arzusundan doğmuştur.

Bu bilim, bu teknoloji bir yandan sözümona aydınlanmalara, bilimsel gelişmelere yol açarken, insanı insana da yabancılaştırıyor, uzaklaştırıyor. Ötekine uzaklaşan kendine, kendi hakikatine daha fazla yaklaşıyor diyebiliyor muyuz? Trajedi bütün insanlığı içine alıyorsa, buna karşı birilerinin bir tedbir alma imkanını sağlayacak erdem nerede bulunur? İnsanın insanın kurdu olduğu yerde birilerinin kurt olmayı reddetme ve bu trajik kurtluk düzeninden muaf olma ihtimali var mıdır?

Aslında insanı bilen, dolayısıyla Rabbini de bilen veya tersinden Rabbini bildiği için ve bildiği ölçüde kendini bilen birinin kendiliğinden sarılacağı erdem tam da bu değil midir? Kurtluğun düzeni içindeyken, kurtluğun kurduğu sistemin içindeyken ona karşı koymanın yolu elbette sahte bir kuzu masumiyeti sergilemek değildir. Zalimin attığı tokada karşı diğer yanağını çevirerek kurtluğun düzenini bozmanın, onu tersine çevirmenin yolu yok.

Zalimin zulmünü durdurmanın yolu elbette intikamcı ve rövanşist bir kindarlıkla hareket etmek de değildir. Ancak yol zalimin de insan olduğunu ve onun için de zulümden dönüş yolunun açık olduğunu bilerek ve sonuna kadar bu yolu açık tutarak mücadele etmekten geçiyor.

“Biz birbirimizin nesiyiz?” sorusuna hiçbir ırk, renk, dil, statü ayırımı yapmadan, bütün insanları içine alabilecek kapsamda bir ünsiyeti işaret ederek cevap verebilmek sadece Müslümanlara mahsus bir meziyettir. Bu meziyet Müslümanlara şu veya bu ırka, şu veya bu soya, şu veya bu tarihe sahip oldukları için değil sadece bu derin anlayışı kavrayıp bugün de bilfiil benimseyebildikleri için verilmiştir.

Müslümanlık ise nesilden nesile devredilen bir miras değil, her neslin, her bireyin her an hakkını vererek tekrar etmesi gereken bir bilinç, iman ve eylemdir. Ecdadı Müslüman olmuş ve tarihte büyük işler başarmış diye bugünün torunlarına hiçbir hak doğmaz. Sadece ismi Müslüman olmak dolayısıyla hiçbir Müslümana da bu hak doğmaz. Üstelik bu bir hak meselesi de değil, bir emanet, bir sorumluluk meselesidir.

Ötekine karşı teklif edilmiş insani sorumluluğu yüklenmeye hazır olmaktır Müslümanlık. Bizi biz yapan insanlığımız bizim birbirimizin nesi olduğumuzu bilmekle başlar. Biz hepimiz, bütün insanlar, hiçbir ırk, renk, dil ve coğrafya ayırımı olmaksızın bütün insanlar Allah’ın bilerek, isteyerek, severek yarattığı kullarız. Her birimize verilmiş analar-babalar, vatanlar, kavimler, renkler, diller, bireysel özellikler ve rızıklarla birbirimizle ünsiyetimizle imtihan olunuyoruz. Ne var ki, bize verilmiş olanları sanki kendi öz mülkümüz sayıp başkalarına üstünlük ve tahakküm taslama veya aşağılık ve teslimiyetle yanaşma vesilesi kılıyoruz. Bu ünsiyetimizin sahihliğini birbirimize kul olarak, birbirimiz üzerinde üstünlük taslayarak, tanrılaşmaya kalkışarak bozuyoruz.

Ötekine karşı bu üstünlük iddialarına veya pratiklerine olabildiğince ayartıcı süslü gerekçeler, argümanlar buluyoruz. Bu süslü argümanları hemen yutanlarla bir kullar topluluğu oluşturuyoruz, hemen yutmayanlara karşı da zorla tahakküm kurma yollarına başvuruyoruz. Kula kulluk düzenidir bu. Bu düzen insanlar arasında bir norm haline de geliyor ve insan insanın ötekisi, dostu, velisi, habibi olmaktan çıkıp kulu veya kurdu olmaya dönüşüyor.

Oysa birbirimizin nesi olarak yaratılmıştık? Onsuz var olamayacağımız ötekisi, eşi, dostu, velisi, habibi olarak.

Tabii ki geldiğimiz nokta bugün geldiğimiz bir nokta değil. İnsanlık tarihi boyunca insanın dönüp dolaşıp geldiği, varıp dayandığı nisyan noktası bu. Evrensel unutkanlık durumu. İnsanlık durumumuza dair, her zaman ve yerde tekrarlayan bu durum trajik olduğu ölçüde evrenseldir de, belki evrensel olduğu için trajiktir.

Ama bu evrensel ve trajik durum başka trajedilere karşılık içinden çıkılmaz değildir. Belki bütün insanlığı aynı anda bu trajik durumdan çıkarmak mümkün değildir, ancak çıkmak isteyen için yol aslında çok basit ve kısadır:

Yol insanın her şeyden önce Rabbini bilmesinden, dolayısıyla kendini bilmesinden geçiyor. Kendini bilen Rabbini de bilir, Rabbini bilen başka insanların ne olduklarını ve ne olmadıklarını da bilir. Onların da kendisi gibi kul olduklarını ve aynı imkanlarla, aynı şartlarda bu dünyaya yollandıklarını bilir. Rabbini bilen O’nun kendisini sevdiğini, severek yarattığını, dolayısıyla ötekileri de yine severek yarattığını bilir. Öteki’ne karşı peşin bir husumet veya düşmanlık yerine bir muhabbet yüklenmek için bu yeterli bir başlangıç noktasıdır.

İnsanları birbirinden ayıran, birbirinden uzaklaştıran her şey insana sonradan eklenmiştir, ya kendi çabalarıyla, kazandıklarıyla veya doğuştan verilenlerle ilgili iddia ettikleriyle, başka insanlarla paylaşılan bu iddiaları ifade eden ideolojilerle.

O eklentileri aşıp birbirimizle tanışmaya, birbirimizden bir şeyler duymaya, birbirimizi dinlemeye ne kadar açık kalabiliyoruz?

İnsan Öteki’nin sesine, gelişine ne kadar açık kalabiliyor?

HABERE YORUM KAT

2 Yorum