İngiltere çekiliyor, ABD'yi panik sardı
Giderek Irak'taki asker sayısını düşüren İngiltere, son 6-8 aydır da birliklerini güneye çekiyordu. ABD yönetimiyle işbirliği yapmanın sorumluluğunu başbakana yüklemeyi başaran İngiliz sistemi, yeni başbakanla yeni bir politikayı da devreye sokmuş oldu. Peki İngiltere'nin Irak'tan çekilmesi ABD'yi gerçekte nasıl etkileyecek?
Irak'ın yeni bir düşman bulup bunun üzerinden ulusal bütünlük sağlayacak bir sürece sürüklenmesi istense, bu konudaki en muhtemel adayın İran olabileceğini dile getirmek mümkün. Irak'ın bugün içinde bulunduğu koşullar ise tek başına değil İran gibi bir gücü düşman ilan etmek ve onunla mücadeleye yönelmek, kendi bütünlüğünü bile sağlamaya katiyen uygun değil. Irak, bir yandan farklı etnik-dinsel kurumlaşmış yapıların bir devlet oluşumundaki paylaşım ve rekabet mücadelelerine sahne oluyor, bir yandan bu etnik-dinsel yapıların geleneksel ve tarihsel dış bağlarından doğan baskılara maruz kalıyor, bir yandan da işgal güçleriyle ne yapacaklarını düşünen bir iktidarla yönetilmeye çalışılıyor. Bu kadar fazla değişkenin bir arada bulunduğu bir yerde, esasen öngörülerde bulunulması son derece zor, zaten öyle de oluyor.
Irak'taki Saddam rejimini Ortadoğu ve kim bilir belki tüm dünya için bir tehdit olarak görüp bunu bertaraf etmeyi amaçlayan George W.Bush yönetimi bu amacına ulaşmıştı. Ancak, ABD yönetimi bu amaca paralel olarak ayrıca yeni bir Irak kurulmasını da amaçladıklarını dünya kamuoyuna bildirmişti. Irak'ın yeniden yapılandırılması konusunda başlangıçta bir dizi müttefik bulan ABD, yoluna kolayca koyulabilmişti. Irak'ı askerî güç kullanımı yoluyla yeniden yapılandırma girişimi, hem kullanılan yöntem ve şiddetin öncelikli kılınması hem de müttefik ülke güçlerine birer Amerikan taburu gibi davranılması nedeniyle eleştirilmeye başlamış ve sonunda da yavaş yavaş ABD bir tek İngiltere'ye güvenmek durumunda kalmıştı. ABD'nin müttefikleri tarafından teker teker terk edilmesindeki bir diğer değişken de, doğal olarak Irak stratejisinin başarısızlığı oldu. Bu başarısızlık, ABD'de de Kongre ve Temsilciler Meclisi'nde Demokratların çoğunluğu almasıyla sonuçlandı, İspanya ve İngiltere'de ise başbakan değişikliklerine yol açtı.
ABD'nin Irak politikası, kendi başına eleştirilere değer bulunmakla birlikte, birçok ülke en az ABD kadar ona yardım edenlerin de sorunlarda sorumluluğu olduğunun bilincinde. Bu konudaki en önemli örnek de İngiltere.
İngiltere uluslararası prestijini kaybetti
Irak kaosunun sorumluları arasında olan Tony Blair yönetimi, Ortadoğu toplumlarının tarihsel arka planlarındaki İngiliz varlığı ve hafızalardaki acılarla birleşerek en az Bush yönetimi kadar nefretle karşılandı. Bu durum, İngiltere'nin hem Ortadoğu'da hem de dünyanın başka yerlerinde güvenilmeyen ülke durumuna düşmesine yol açtı. İngiltere, bu güvensizliğin "kraliyetin tacı" olarak adlandırılan Hindistan'a kadar uzanmasından ve kendisine bu ülkeden "soykırım" suçlamalarının gelmesinden giderek rahatsız hale geldi. İngiltere'nin kendisine karşı artan tepkiler sonucu küresel politikalarını ve stratejik davranışlarının sınırlanacağı gerçeği ortaya çıktı. Söz konusu koşulların değişme şansı olarak ABD'nin Irak'ta "başarı" kazanması görülmüş olsa da, uzun bir süredir bu umudun yitirildiği anlaşılıyor. Üstelik, İngiltere'nin Irak'tan çok Afganistan'a önem verdiği ve burada da durumun hiç de istikrara yakın bir noktada olmadığı anımsanmalı. Sürdürülen savaşların artan maliyeti ve hem askerî hem siyasal başarısızlık, İngiltere'yi Irak sorunsalının dışına kaymaya itti denebilir.
Giderek Irak'taki asker sayısını düşüren İngiltere, son 6-8 aydır da birliklerini güneye çekiyordu. ABD yönetimiyle işbirliği yapmanın sorumluluğunu başbakana yüklemeyi başaran İngiliz sistemi, yeni başbakanla yeni bir politikayı da devreye sokmuş oldu. Bu arada belirtmek gerekir ki, İngiltere ve ABD ile yapılan işbirliğinden sadece Ortadoğu ve Uzakdoğu toplumları rahatsız değiller. İngiltere, üyesi olduğu AB'nin birçok üyesi tarafından da ağır eleştirilere uğruyor. Bu eleştirilerin bir kısmının insani nedenlere dayandığı söylense de bir kısmının altında İngiltere'ye güvensizliğin Avrupa'ya güvensizlik anlamı taşıması da bulunabilir. Avrupa açısından güvensizliğin ise iki anlamı var. Birincisi, dünya nezdinde Avrupa'ya güvenin azalması ve bundan doğacak kayıplar, ikincisi ise biri ABD yanlısı diğeri ABD karşıtı olarak AB'nin iki ayrı eksene bölünmesi.
Tüm bu olasılıklar içinden hareket eden İngiltere'nin ABD'yi iki konuda ikna etmeye çalıştığı ve bu konularda uzlaşı sağlanması halinde yine de ABD'yi destekleyeceğini ima ettiği düşünülebilir. Bu konulardan biri, Irak'ta başarısızlığı kabul ederek ABD'nin BM ya da bir ihtimal NATO'yu devreye sokmayı sağlaması olabilir. Bu tür bir uygulamanın ABD ve İngiltere'nin sorumluluğu; ama tabii ki faydayı da paylaşması anlamına gelir. Anlaşılan o ki ABD ikna ede ede bir miktar ve sadece Fransa'yı ikna edebildi. Bu da İngiltere'nin birlikte çalışmak için o kadar heves duymayacağı bir ortak denebilir. Diğer bir ifadeyle İngiltere, Fransa'nın batağa çekilmeye hevesli tutumunu, kendisinin çıkışı için bir imdat simidi olarak değerlendirmeyi tercih edebilir. Sonuç olarak, birinci öneri yerini bulmamış ya da başarılamamış denebilir.
ABD şimdi daha da zorda
İkinci öneri ise, Irak'ta bütünleştirici işlev sağlayacak dış düşman konusunda yapılmış olabilir. İngiltere, dış düşmanın İran olmasını ve arkasındaki desteğin de Rusya olduğunun düşünülmesini istemiş olabilir. Ama burada kastedilen Irak'ın bir dış düşman edinmesi, yoksa ABD'nin kendisine yeni yeni düşmanlar kazandırması değil. ABD'nin İran ve Rusya'yı daha çok kendi düşmanı gibi ilan etmiş olması, Irak'ın elinden bu şansı almış görünüyor, dolayısıyla ikinci öneri de gerçekleşmemiş oluyor.
Başkan Bush'un apar topar Irak'a, hem de "Sünni üçgeni"ne gitmesi ile İngiliz askerlerinin Basra'dan çekilmesi, rastlantı olmasa gerek. Tahmini zor yeni bir döneme işaret ediyor. Ya İngiltere ABD'yi terk ediyor ve Afganistan'a öncelik veriyor ya ABD'yi bölgeye sıçrama ihtimali her geçen gün artan çatışmalardan koruma adına daha uzak bir çeperden çevreliyor. Hangi ihtimal olursa olsun sonuçları bakımından ABD'nin Irak'ta destekten mahrum kalacağı söylenebilir. Bu durumda da ya uluslararası destek zorunlu olarak ABD'ye yardım etme sürecine sürüklenecek ve ABD sorumluluk ve faydayı paylaşmak zorunda kalacak. Ya ABD de eşyalarını toplayıp geri dönecek ve gerisini başkaları düşünsün diyecek. Ya da gerçekten gözlerdeki perde açılmayarak ve "Roma'nın son günleri" gibi olacak. Bu anlatımdan kasıt, ABD'nin Irak'ta asker sayısını artırmasını, harcamalarını çoğaltması ve belki de kitlesel ölümlere yol açmasını meşru kılacak yeni bir hedefe, İran'a yönelmesi.
Bu son ihtimal gerçekleşirse, uluslararası sistemde yeni bir döneme girilmiş olur. Rusya bir yana düşer, ABD bir yana. Avrupa, ABD yanında yer alacaksa "dengenin dengeleyicisine" ihtiyaç olabilir. Belki de bu nedenle İngiltere'nin Irak'ta bulunmaması gerekiyordur, belki aslında İngiltere önden gidip ortalığı topluyordur.
Zaman gazetesi
YAZIYA YORUM KAT